text
stringlengths
508
34.4k
title
stringlengths
2
45
city
stringclasses
74 values
area
stringclasses
7 values
[CEYLAN OLAN ÇOCUK İLE KIZ KARDEŞİ]  Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde küçük bir köyde üç çocuklu bir aile yaşarmış. Bir gün bu ailenin şirin hanımı ölmüş ve evin reisi de yeni bir kadın ile evlenmiş. Bu yeni kadın, adamın çocuklarını evde istememiş. Yeni eşi ile çocukları arasında bir seçim yapmak zorunda kalan adamcağız, yeni eşini seçmiş ve çocuklarından vazgeçmiş.  Yeni eşinin sözünü dinleyen adam, üç çocuğunu bir bahane ile evden çıkarmış. Çocukları ile yola çıkan adam, yanına çocukları için azık ve bir de balta almış. Ormana geldiklerinde adam çocuklarını bir ağacın altına bırakmış ve: — Siz burada oynayın, ben de şu ileride odun kıracağım. Daha sonra işim bittiğinde ben sizi almaya gelirim, demiş ve oradan uzaklaşmış. Çocuklar akşama kadar oynamış, ama babaları gelmemiş. Havanın kararması ile korkmaya başlayan çocuklar, baltanın çıkardığı sesi takip ederek babalarına ulaşmaya karar vermişler. Sese doğru giden çocuklar, sesin kaynağının balta değil de babalarının bir ağaç dalına bağlamış olduğu su kabağın olduğunu anlamışlar. Meğer ağaçta asılı olan su kabağı, rüzgârda sallandıkça balta gibi ses çıkarıyormuş. Terk edildiklerini anlayan çocuklar: — Tak tak tabacığım, bizi azıtlayan* babacığım, demişler ve ağlamaya başlamışlar. Sonra da çaresiz yollara düşmüşler.  Gece vakti nereye gideceklerini bilemeyen çocuklar, bir tepede durmuşlar ve azıklarındaki ekmeği tepeden aşağıya doğru yuvarlamışlar. Ekmek hangi evin bacasına düşerse, oraya gitmeye karar vermişler. Ekmekleri gitmiş ve dev kadının bacasına düşmüş. Onlar da dev kadının evine misafir olmuşlar. Üç sahipsiz çocuğu gören dev kadın, onları memnuniyetle misafir etmiş. Geceyi evinde geçirebileceklerini söylemiş. Zaten gidecek yerleri olmayan çocuklar, bunu duyunca çok sevinmişler. Gecenin ilerleyen saatlerinde, en küçük kardeş olan minik kız, ablasına bir şeyin kendisini ısırdığını söylemiş. Bunu duyan dev kadın: — Benim evimde karınca var, onlardır, demiş. Sabah olduğunda, dev kadının küçük kız kardeşlerini yemiş olduğunu anlayan çocuklar, hemencecik oradan kaçmışlar. Yolda giderken, erkek olan kardeş çok susamış. Yolları üzerinde yedi tane çeşme varmış ama yedisi de tılsımlıymış. Bu çeşmelerden su içen insanlar: kedi, ceylan, yılan gibi hayvanlara dönüşürmüş. Susuzluğa dayanamayan oğlan ceylan yapan çeşmeden su içmiş ve oracıkta bir ceylana dönüşüvermiş. Yollarına devam ederken bir çeşme bulmuşlar. Çeşmenin yanı başında da bir ağaç varmış. Kız ağaca çıkmış ve hiç inmemiş, ceylan da çeşmenin başında devamlı ona gözcülük etmiş. O civarda bir bey, beyin de yakışıklı bir oğlu varmış. Bir gün çeşmeye gelen bey oğlu, kızı görmüş ve ona oracıkta âşık olmuş. Kıza ne demişse ağaçtan inmesini sağlayamamış. Bey de adamlarını göndermiş ve ağacı keserek kızı öyle indirmelerini söylemiş. Ağacın gövdesi öyle kalın, yapısı öyle sertmiş ki bir türlü karanlık basmadan kesememişler. Karanlık basıp da onlar evlerine gidince ceylan ortaya çıkmış, ağacın gövdesini diliyle yalamış ve eskisinden de sağlam bir hâle getirmiş. Bu durum günlerce böyle devam etmiş. Bunun işe yaramadığını anlayan bey oğlu başka bir yol bulmuş. Yaşlı annesine, çeşme başında kör taklidi yapmasını söylemiş. Kadın da çeşme başına gitmiş ve körmüş gibi davranmış. Bakracını bilinçli olarak çeşmenin altına değil de ileriye bırakmış. Yaşlı kadına yardım etmek isteyen kız, ağaçtan inivermiş. Orada saklanan bey oğlu, kız iner inmez onu yakalamış ve bırakmamış. Bey oğlu ve kız evlenmişler. Ceylan kardeşini de yanına alan kız mutlu bir hayat yaşıyormuş. Öte yandan da evin hizmetçisi olan Arap Kızı, bey oğluna aşıkmış ve içinde bitmek bilmez bir kin varmış. Arap Kızı ve gelin hanım deniz kenarına gitmişler bir gün. Arap Kızı gelin hanımı denize itmiş ve onun yerine geçmiş.  Gelin hanım suya düşünce onu koca bir balık yutuvermiş. Ceylan da her gün gelir ve denizin kenarında ağlarmış. Bu durum bey oğlunun dikkatini çekmiş. Sırrının açığa çıkmasından korkan hizmetçi kız, ceylan eti yemek istediğini, ceylanı kesmelerini söylemiş. Ceylanın son dileği deniz kenarına gitmekmiş. Onun bu isteğini kabul etmişler ama sebebini de merak etmişler. Gizlice ceylanı izlemeye karar vermişler. Ceylan, deniz kenarına gitmiş ve:  Bana bıçak bileniyor,  Boğazıma dayanıyor,  Arap Kızı canımı istiyor,  Çık da gel bacım çık da gel” demiş. Bu sözlere karşılık denizden de bir cevap gelmiş:  Arap Kızı itmeseydi,  Koca balık yutmasaydı,  Hasan’ımla Hüseyin’im olmasaydı,  Gelirdim kardeş gelirdim.  Konuşmalara şahit olan herkes gerçeği anlamış ve bir şekilde kızı ve iki bebeği oradan çıkarmışlar. Meğer denize düşerken kız ikiz bebeğe hamileymiş. Bey oğlu hemen Arap Kızı’nı cezalandırmış. Onu kırk katıra bağlamış. Diğer yandan ceylan de tılsımın etkisi geçince normale dönmüş. O da beyin kızı ile evlenmiş. Sonsuza kadar mutlu mesut yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. *azıtlamak: Yolunu kaybettirmek
Ceylan Olan Çocuk ile Kız Kardeşi
Adıyaman
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
KÜÇÜK ÇOCUK VE YILKI ATLARI Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten. Çıktım tavan arasına, buldum içi su dolu kırık bir testi, kulağımı dayadım, içinde rüzgârlar esti. Buldum eski bir sandık. Anahtarı nerede? Kulağıma fısıldadı melekler, anahtarı karşıki derede. Eyvah dedim koptu bir fırtına. Koşup bindim karıncanın sırtına. Karıncanın sırtında bulutlara kadar çıktım. Ay dedeyle top oynadım, acıktım. Dere gibi hoşaflar içtim, dağlar gibi pilav yedim, doymadım. Ambar ambar dolaşıp yediklerimi saymadım. Düştüm iğne deliğine, bilmem nasıl çıkalım; size bir masalım var çocuklar, kulak verin bakalım. Bir zamanlar Kaf Dağı’nın eteklerinde küçük bir köyde yaşlı bir kadınla küçük oğlu yaşarmış. Ana oğul, küçücük evlerinde çok zengin bir hayatları olmasa da kendilerini çok ama çok mutlu sayarmış. Çünkü onlar için en büyük servet, sevgiymiş. Onlar, tarlalarında yetiştirdikleri sebze ve meyveleri satarak geçinmeye çalışırlar, kimseye muhtaç olmadan bir hayat sürerlermiş. Küçük çocuk annesini hiç üzmez, onun bir dediğini ikiletmez, annesine saygı ve hürmette asla kusur etmezmiş. Günün birinde yaşlı kadın çok hastalanmış, yerinden kalkamaz duruma gelerek yataklara düşmüş. Küçük çocuk annesinin bu hâline çok üzülüyor ancak elinden hiçbir şey gelmiyormuş. Yaşlı kadın yatağında gün gün eriyormuş. Küçük çocuk annesinin başında sabahlara kadar bekliyor, yaşlı gözlerle onu izliyormuş. Bir yandan dua ediyor, bir yandan kara kara düşünüyormuş. Yine böyle bir günde, annesinin durumuna üzülüp başını pencere camına dayayıp sessizce ağladığı bir anda pencerenin pervazına kanatları gümüş gibi parlayan bir güvercin konmuş. Güvercin sessizce ağlayan çocuğu seyretmiş. Çocuğun gözlerinden boncuk boncuk yaşlar indikçe güvercin çok duygulanmış. Gagasıyla pencere camına vurarak çocuğa seslenmiş: –Küçük çocuk, ben her sabah senin pencere kenarına bıraktığın ekmek kırıntılarıyla karnını doyuran bir güvercinim. Senin sayende yavru kuşlarıma da ekmek kırıntıları götürdüm. Şimdi anlat bana, neden bu kadar üzgünsün? Küçük çocuk ilk başta şaşırmış ve yutkunarak güvercine cevap vermiş. Annesini çok sevdiğini, onu kaybetmekten çok korktuğunu, onsuz bir yaşam düşünemediğini yaşlı gözlerle anlatmış. Gümüş kanatlı güvercin bir süre düşünmüş ve gümüş kanatlarının arasından bir tüy kopararak küçük çocuğa vermiş: –Bu tüy parçasını sakın kaybetme, zor durumda kalmadığın sürece de kullanma. Bu tüy parçasıyla kapalı kapıları açacak, kanatlanıp uçacaksın. Yaşlı annenin sağlığına kavuşmasını istiyorsan Kaf Dağı’nın ardına gideceksin. Damlaları göl etmeden, ateşleri kül etmeden gelme sakın. Gözlerde yaşı silmeden, ağlayan gözler gülmeden gelme sakın. Küçük çocuk güvercinin söylediklerini duyar duymaz yola çıkmaya karar vermiş. Annesiyle vedalaşmış, yanına yol azığı olarak birkaç parça ekmek alarak yola çıkmış. Tek dileği, Kaf Dağı’nın ardına gitmek ve güvercinin söylediği şeyleri yerine getirmekmiş. Bir yandan da düşünüyormuş: –Damlaları göl etmeden, ateşleri kül etmeden gelme sakın. Gözlerde yaşı silmeden, ağlayan gözler gülmeden gelme sakın. Güvercin bunları söylerken ne demek istemişti? Çocuk bunu çok merak ediyor; damlaları göle, ateşleri küle nasıl dönüştüreceğini düşünmeden edemiyordu. Küçük çocuk az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek altı ayla bir güzde bir arpa boyu yol gitmiş. Dağları tepeleri aşmaktan yorgun düşen küçük çocuk, bir ırmağın kenarına kadar gelmiş. Irmak o kadar hızlı akıyormuş ki ırmağın karşı tarafına ne yürüyerek ne de yüzerek geçebilirmiş. Irmağa adımını attığı anda köpüren suların kendisini alıp götüreceğini biliyormuş. Kendi kendine: –Artık yolun sonuna geldim, karşıya geçemeyeceğim, gümüş kanatlı güvercinin söylediklerini yapamayacağım, annemin derdine derman olamayacağım, diye söylenmiş. Bir yandan da hüngür hüngür ağlıyormuş. Aklına o anda gümüş kanatlı güvercinin verdiği tüy tanesi gelmiş. Tüyü cebinden çıkarmış ve ırmağın suyuna değdirdiği anda elindeki tüy bir asma köprüye dönüşüvermiş. Küçük çocuk sevinçle ve şaşkınlıkla ırmağın karşı tarafına geçmiş, yürümeye devam etmiş. Bir süre yürüdükten sonra küçük çocuk acıktığını hissetmiş. Bir kayanın üzerine oturarak azık çıkınını açmış ve bir parça ekmeği eline almış. Ekmeği tam ağzına atacağı anda yanı başında cılız bir ses duymuş. Başını yan tarafa çevirdiğinde bir deri bir kemik kalmış küçük bir köpek yavrusuyla göz göze gelmiş. Küçük köpek çocuğa, “Ekmeğini benimle paylaşır mısın?” dercesine masum ve üzgün gözlerle bakıyormuş. Çocuk köpeğin bu hâlinden çok etkilenmiş ve elindeki ekmeğin yarısını bölüp yavru köpeğe atmış. Yavru köpek bir parça ekmekle doymamış olacak ki yine çocuğun elindeki ekmeğe bakıyormuş. O kadar sevimli, o kadar masummuş ki küçük çocuk elinde kalan son ekmeği de kendisinin aç kalacağını bile bile yavru köpeğe vermiş. Yavru köpek karnını doyurmanın sevinciyle ve küçük çocuğun iyi kalpli biri olduğu bilinciyle çocuğun dizlerinin dibine kadar sokulmuş. Gitme dercesine küçük çocuğun ellerini yalıyor, sevimli hareketlerle kuyruğunu bir o yana bir bu yana sallıyormuş. Küçük çocuk bir süre dinlendikten sonra Kaf Dağı’nın ardına varabilmek ümidiyle ayağa kalkmış. O anda yavru köpek de ayaklanmış. Küçük çocuk nereye gitse, yavru köpek de onu takip ediyor, bir türlü çocuğun peşini bırakmıyormuş. Çocuk yürüdükçe köpek çocuğu takip etmiş, çocuk koştukça yavru köpek de arkasından koşmuş. Yani yavru köpek çocuğun peşini hiç bırakmamış. Önde küçük çocuk, arkada yavru köpek yürümeye devam etmişler. Bir süre sonra küçük çocuğun karşısına kocaman bir kurt çıkmış. Kurt bir hamlede küçük çocuğu yutabilecek kadar büyükmüş. Boyundan büyük bir kurdu gören küçük çocuk korkudan ağlamaya başlamış. Aç kurt çocuğun ağlamasına aldırmayıp ona doğru koşmaya başlamış. Amacı, çocuğu bir çırpıda yutuvermekmiş. Aç kurt ağzını kocaman açıp çocuğa saldıracağı anda yavru köpek bir çırpıda kurdun önüne geçmiş. Küçük sivri dişlerini kurda göstermiş. Yavru köpek kurdun karşısında o kadar cesur duruyormuş ki kurt bir an şaşırmış ve duraksamış. Yavru köpek öyle bir ses çıkarıyormuş ki kocaman bir aslandan bile gür çıkıyormuş sesi. Aç kurt, küçük köpeğin bu kararlı ve net duruşu karşısında çocuğa dokunamamış ve biraz sonra gözden kaybolmuş. Küçük çocuk sevimli köpeğin bu cesaretine hayran kalmış. Böylece beraber yürümeye devam etmişler. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, bir bahar bir güz gitmişler. Yol boyunca çayır çimen biçmişler. Kimi zaman bulutların üstünden, kimi zaman gökkuşağının altından geçmişler. Nihayetinde yolların ötesinde bir dağın eteklerine varmışlar. O kadar susamışlar o kadar susamışlar ki her ikisinin de dudakları adeta susuzluktan çatlamış. Etrafta ne bir ırmak ne de bir çeşme varmış. Hava çok sıcak olduğu için ikisi de susuzluktan çok yorgun düşmüş. Küçük çocuk umutsuzluğa düşüp bundan sonra yol alamayacağını düşünürken sevimli köpek kulağını toprağa doğru dayamış, derinlerden gelen bir sesi duymaya çalışıyormuş. Daha sonra sevimli köpek ani bir hareketle ön ayakları ile yeri kazmaya başlamış, bir süre kazdıktan sonra toprağın altından billur gibi bir su kaynağı ortaya çıkmış. Tertemiz ve buz gibi akan su, çocuğu ve sevimli köpeği çok mutlu etmiş. Her ikisi de avuç avuç su içerek susuzluklarını gidermiş. Küçük çocuk ve sevimli köpek susuzluklarını giderdikten sonra yollarına devam etmişler. Karşılarına minik, minik olduğu kadar da yemyeşil ağaçlarla dolu bir çiftlik çıkmış. Çiftliğin ortasındaki küçük kulübe her ikisinin de dikkatini çekmiş. Çekingen adımlarla kulübeye ulaşıp kapısını çalmışlar. İçeriden cılız bir ses, kapının açık olduğunu ve içeriye girmelerini söylemiş. Küçük çocuk kapıyı açtığı zaman kar beyaz sakalları göğsüne kadar uzanan bir dedeyle göz göze gelmiş. Dede yattığı yerden kalkamayacak kadar hastaymış. Titreyen dudaklarıyla ve yine o cılız ses tonuyla: –Hoş geldin çocuk, demiş. Küçük çocuk, nefesi hırıltıyla çıkan bu nur yüzlü dedenin hasta olduğunu daha görür görmez anlamış. Dede boğuk boğuk öksürüyormuş. Yerinden kalkamayacak kadar bitkin olan dede, elleriyle masanın üzerinde duran testiyi işaret ederek bir bardak su istemiş. Küçük çocuk, dedeyi hafif doğrultarak özenle suyunu içirmiş. Gözlerinden mutluluk gözyaşı damlayan dede: –Ne vakittir çocuklarımı bekliyorum, gelmiyorlar. Açım, susuzum, kimse beni düşünmüyor artık, diyerek sitemini dile getirmiş. Küçük çocuk şaşkınlığını gizleyememiş: –Bir insan nasıl babasını unutur, nasıl bir yudum su vermeyi kendine çok görür, diye düşünmüş. Dedeye en çok hangi yemeği sevdiğini sormuş. Dede titreyen sesiyle mercimek çorbasını çok özlediğini söylemiş. Çocuk, hiç üşenmeden pişirdiği çorbayı kendi elleriyle dedeye içirmiş. Kulübenin içerisine yayılan mis gibi çorba kokusu dedenin yüzüne renk getirmiş. Açlık ve susuzluktan dermanını yitiren dede, sıcak çorbanın ve ilginin karşısında kendine gelmiş ve toparlanmış. Ayrıca çok sevinmiş ve duygulanmış. Küçük çocuğu yanı başına çağırarak: –İyilik çiftliğinde iyilik dedenin kapısını çalman ve ona tertemiz duygularla yemek pişirmen karşılıksız kalmayacak, demiş. Küçük çocuk her zamanki gibi bu iyiliği herhangi bir karşılık beklemeden yaptığını dile getirmiş. Nur yüzlü dedeye bu yola neden çıktığını anlatmış. Nur yüzlü dede sessiz bir şekilde çocuğu dinledikten sonra uzun beyaz sakalını sıvazlayarak şöyle demiş: –Sen benim kapımı çaldın çocuk, ellerinle pişirdiğin çorbayı içirdin bana. Ağlayan gözlerimi sen güldürdün. Dilerim annen de sağlığına kavuşur. Küçük çocuk yaşlı adamla vedalaşıp ayrılacağı anda karşı dağların eteğinden gelen ağlama sesini duymuş. Çocuk merakla yaşlı adama sormuş: –Bu ağlama sesleri de ne? Yaşlı adam karşı dağların eteklerinde yılkı atlarının bulunduğunu, bu sıcak yaz günlerinde atların susuz olduğunu, bu yüzden ağladıklarını söylemiş. Küçük çocuk bu durumdan öyle etkilenmiş ki bu konuya duyarsız kalamamış. Yoldaşı olan küçük köpeği yaşlı adama emanet ederek yılkı atlarının yanına gitmiş. Yüzlerce yılkı atını bitkin ve susuz bir biçimde görünce çok üzülmüş. Yılkı atları güneşin altında susuzluktan ölmek üzereymiş. Çocuğun aklına sevimli köpeğin ön ayakları ile kazdığı o su kaynağı gelmiş. Uzun bir süre koşarak su kaynağının başına gelmiş. Gömleğini suya batırmış ve yine koşa koşa yılkı atlarının bulunduğu dağın eteklerine gelmiş. Sonra da gömleğini kaya oyuklarına sıkarak gömleğindeki suyu boşaltmış. Küçük çocuk günlerce su kaynağı ile yılkı atlarının bulunduğu alan arasında gidip gelerek gömleği ile su taşımış. Kırk gün kırk gece boyunca hiç üşenmeden bu işi yapmış. Elleri kan revan içinde kalmış, avuçları şişmiş, kolları çok ağrımış. Ama yine de pes etmemiş. Kırkıncı günün sonunda atların bulunduğu alanda çocuğun taşıdığı suyla küçük, şirin bir gölet oluşmuş. Yılkı atları kana kana bu sudan içmişler ve hepsi deli taylar gibi neşe içerisinde dörtnala koşmaya, kişnemeye ve şaha kalkmaya başlamışlar. Yılkı atlarının lideri olan at, altın gibi yelelerini savurarak küçük çocuğun yanına gelmiş: –Ey insanoğlu, sen bizim ateşimizi küle çevirdin. Damlaları göle çevirdin. Susuzluğumuzu giderdin. Gözlerimizin yaşını sildin. Yıllarca emek verdiğimiz insanlar bizi buralara terk etti. İnsanlara küs olduğumuz bir zamanda geldin. Dile bizden ne dilersen, demiş. Küçük çocuk yaşlı gözlerle annesinin durumunu anlatmış. Yılkı atları bu duruma çok üzülmüşler. Kendi aralarında konuşmuşlar ve bulundukları dağın dört bir tarafına dağılarak dağların eteklerinden kekikler, dağ çiçekleri, envai çeşit bitki toplayıp gelmişler. Küçük çocuğa bu bitkileri nasıl kullanması gerektiğini anlatmışlar. Yılkı atlarının lideri, küçük çocuğu sırtına alıp altın gibi parlayan yelelerini savura savura evine kadar da götürmüş. Küçük çocuk annesine kendi elleriyle dağ kekiklerinden bir çay yapmış. Dağ çiçeklerinin kokusu küçük çocuğun evinin içini kaplamış. Yaşlı kadın içmiş olduğu kekik çayı ve envai dağ çiçeğinin büyüleyici kokusuyla kendine gelmiş, yatağından kalkmış ve eskisinden daha dinç olmuş. O günden sonra her ikisi de huzur dolu, sağlıklı ve mutlu günler görmüşler; birbirlerine daha da çok bağlanarak yaşamışlar. Gökten üç elma düşmüş. Birisi bu masalı dinleyenin başına, birisi karşılıksız iyilik yapanların başına, birisi de yılkı atlarının başına...
Küçük Çocuk ve Yılkı Atları
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
İKİZ KARDEŞLER Evvel evvel iken deve tellal iken, minareyi kucağımıza alıp kaval diye çalar iken, keçi berber iken eşek hamal iken, yetmiş karavana pilav pişirdik, yedik içtik doymadık. Bir varmış bir yokmuş, evveli bizden çokmuş. Köyün birinde iki kardeş yaşarmış. Biri sarrafmış, çok da gözü açıkmış. Diğeri fakirmiş, pek de safmış. Saf olan, her gün ormandan odun kesip satar, onunla geçinirmiş. Sarrafın hiç çocuğu yokmuş. Fakir kardeşinse ikiz oğlu varmış. Fakir kardeş bir gün yine ormana odun kesmeye gitmiş. O sırada ağacın dalına bir kuş konmuş. Kuş uçup giderken kanadından bir tüy düşmüş yere. Oğlan hemen koşup bu tüyü almış. Kuşun tüyü altındanmış. Fakir oğlan, tüyü götürüp sarraf kardeşine göstermiş. Kardeşi uyanık tabii: –Eğer bu kuşu yakalayıp getirirsen sana çok para veririm, seni zengin ederim, demiş. Bu kuşu her kim yakalayıp yerse, her sabah başucunda iki tane altın olurmuş. Sarraf olan bunu bildiği için kardeşine kuşu yakalamasını söylemiş. Fakir kardeş, kuşu yakalamak için hemen ormana gitmiş. Üç gün beklemiş, beş gün beklemiş, yedinci gün kuş yine gelip ağacın dalına konmuş. Oğlan da elindeki ağı atıp kuşu yakalamış ve doğruca sarraf olan kardeşinin yanına gelmiş. Dedim ya sarraf olan pek uyanıkmış diye, saf kardeşinin eline üç beş kuruş para verip kuşu almış. Sonra da kendi kendine demiş ki: –Şimdi bu kuşu kesip yersen her sabah başucumda iki tane altın olacak. Sarraf olan kardeş sevine sevine hemen evine gitmiş, kuşu hanımına vermiş: –Hanım, sen bunu güzelce kızart. Ben akşamleyin yerim. –Tamam herif, kızartırım. Adam kuşu karısına bırakıp sarraf dükkânına gitmiş. Karısı da hemen kuşu kesmiş, temizlemiş, kızartıp hazır etmiş. O sırada, fakir olan kardeşin ikiz çocukları kadının ziyaretine gelmişler. Kadın sofrayı kurarken çocuklar o arada kuşun ciğeriyle yüreğini yiyivermişler. Kadın durumu fark etmiş: –Ne yapıyorsunuz yaramazlar? –Yenge, şu kızarmış etten birer parça yedik. –Vay yaramazlar vay! Kadın bakmış ki kuşun ciğeriyle yüreği ortada yok. Kocasının kızmasından çekindiği için hemen koşup bir horoz kesmiş, onun ciğeriyle yüreğini kuşun eti gibi masaya koymuş. İkiz kardeşler evlerine gitmiş, kadının sarraf kocası da biraz sonra gelmiş: –Ne yaptın hanım, hazır ettin mi eti? –Hazırladım bey, dediğin gibi kuşu kızarttım. –İyi, getir bakalım. Adam önüne konan eti güzelce yemiş. Ama ciğerle yüreğin horoza ait olduğunu bilmemiş. Sabah olmuş, adam uyanıp heyecanla başucuna bakmış. Ama orada altın falan yokmuş. Hayal kırıklığı içinde dükkânına gitmiş. Biraz sonra fakir olan kardeşi dükkâna gelmiş: –Abi, bizim çocukların başucunda iki tane altın buldum. Şunları bozuver. Sarraf olan durumu anlamış: –Demek ki etin en iyi yerini bu çocuklar yedi, demiş içinden. Sonra da kıskançlık duygusuna kapılarak kardeşine demiş ki: –Vallahi kardeşim, senin çocuklar lanetlenmiş. Bunları ormana götürüp azıtmazsan başına çok büyük uğursuzluklar gelir. –Abi çocuklar atılır mı hiç? –Vallahi sen bilirsin, atmazsam evine uğursuzluk girecek! –O zaman ben bunları götürüp ormana bırakıyım. Fakir kardeş, ikiz çocuklarını alıp bir bahaneyle ormana götürmüş. Ormanın ortasında karanlık bir yere gelince: –Siz burada oturun, ben sizi almaya geleceğim, demiş. Sonra da hızla oradan uzaklaşmış. Çocuklar beklemiş beklemiş gelen giden yok. Hava iyice kararmış. Ama ne yapacaklarını bilemedikleri için oradan ayrılmamışlar. Geceyi kayanın kovuğunda geçirmişler. Sabah olmuş, yine başuçlarında birer tane altın bulmuşlar. Altınları hemen ceplerine koymuşlar. Biraz sonra çocukların karnı acıkmış. Ama yiyecek bir şeyleri yokmuş. Derken ileride iki tane avcı belirmiş. Avcılar kendi aralarında sözleşmişler: –Can bulursak benim, mal bulursak senin, demişler birbirlerine. Avcılar çocukların yanına gelince bakmışlar ki kayanın kovuğunda iki delikanlı var. “Can bulursak benim.” diyen avcının hiç çocuğu yokmuş. Bunları evlat edinip evine götürmüş. Aradan yıllar yıllar geçmiş, tabii çocuklar da büyüyüp on altı-on yedi yaşına gelmişler. Adam avcılık yapıp çocuklara ve karısına bakıyormuş. Çocuklar da her sabah başuçlarında buldukları altınları adama veriyorlarmış. Adam altınları biriktirip ev arsa almış, zamanla zenginleşmiş. Adam bir gün çocuklara demiş ki: –Oğullarım ben sizi evereyim artık. –Yok amca, sağ ol. Sen bizi büyüttün, biz artık gidip anamızı babamızı bulacağız. Bize müsaade et. –Oğlum gelin gitmeyin, birbirimize çok alıştık. Bizden bir kötülük gördünüz mü? –Görmedik. –Eh o zaman nereye gidiyorsunuz? Biz sizin ananız babanız olalım. Çocuklar şimdilik kalmayı kabul etmişler. Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam, çocukları da ava alıştırmış. Bir gün iki çocuğa birer silah vermiş ve demiş ki: –Artık tek başınıza ava gidebilirsiniz. Ama önünüze çıkan av boynunu büküp “Aman avcı vurma beni! Ben iki yavru getiririm sana.” derse sakın onu vurmayın, diye öğüt vermiş. İki kardeş ertesi gün birlikte ava çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler, bir dağın başına varmışlar. Önlerine bir tavşan atlamış. Hemen silahlarını tavşana doğrultmuşlar. Tavşan boynunu büküp: –Aman avcı vurma beni! Ben iki yavru getiririm sana, demiş. Oğlanlar hemen silahlarını indirmişler. Tavşan, iki tane yavru tavşan getirip gözden kaybolmuş. İki kardeş yollarına devam etmişler. Bu kez önlerine bir tilki çıkmış. Tilki de boynunu büküp: –Aman avcı vurma beni! Ben iki yavru getiririm sana, demiş. Oğlanlar yine silahlarını indirmişler. Tilki de iki tilki yavrusu getirip vermiş. Kardeşlerin elinde dört tane yavru olmuş. Kardeşler: –Biz bunları ne yapacağız? Heybemizde bize yetecek kadar ekmek var, bunlar ne yiyecek? Neyse yollarına devam etmişler. Derken karşılarına sırasıyla kurt, ayı, aslan, yılan çıkmış. Hepsi de boynunu büküp af dilemiş, ikişer yavru getirerek canlarını kurtarmış. Böylece iki kardeşin ardında on iki tane yavru olmuş. Kardeşler önde, yavrular arkada saatlerce yol almışlar. Sonunda bir yol ayrımına gelmişler. Yol, sağa ve sola doğru uzayıp gidiyormuş. Kardeşler demiş ki: –Burada ayrılalım. Altı yavruyu biri almış, altı yavruyu diğeri almış. Ayrılmadan önce de oradaki çınar ağacına bir hançer saplamışlar: –Kimin başı selamete çıkarsa, diğerini sakın unutmasın. İşi yolunda gitmeyen buraya gelsin, işareti görüp diğer yoldan yürüsün. Böylece yeniden kavuşalım, diye sözleşmişler. Sonra biri sağdan, diğeri soldan yürümeye devam etmiş. Oğlanın biri gide gide gide bir köye varmış. Bunun adı Mehmet’miş. Köyü kara bayraklarla süslemişler, yas tutuyorlarmış. Mehmet bir hana varmış: –Selamün aleyküm hancı dayı. –Aleyküm selam. –Hancı dayı, köye niye böyle kara bayraklar asıldı? –Vallahi oğlum, şuradaki dağın tepesinden köyümüze su geliyor. Orada da bir tane yedi başlı dev var. Ona her sene bir kız veriyoruz, dev kızı yiyene kadar kaplara su dolduruyoruz. –Hancı dayı, sen şu hayvanların da benim de karnımızı doyur. Ben de o devi öldüreyim. Hancı, bizim Mehmet’e kırk gün hanında bedava bakmış, yedirmiş içirmiş. Kırkıncı günün sonunda oğlan yavru hayvanları da yanına alıp deve bakmak için dağa gitmiş. O gün de dev, padişahın kızını yiyecekmiş. O yüzden padişah günler öncesinden köyü kara bayraklarla süsletmiş, yas tuttuğunu göstermek istemiş. Padişah mabeyincisini ve kızını yanına alıp dağın tepesine gelmiş, devi beklemeye başlamış. O sırada Mehmet de yanlarına ulaşmış. Padişaha ve mabeyincisine demiş ki: –Siz kızı burada bırakıp gidin. Ben devi haklarım. Padişah ve mabeyinci bunu kabul edip oradan uzaklaşmışlar. Ama mabeyinci, padişahın kızını çok sevdiği için biraz sonra geri gelip bir kenara saklanmış ve olup biteni izlemek istemiş. Bu arada, yedi başlı devin kocaman bir su bardağı varmış. Her kim o koca bardaktaki suyu tek yudumda içerse dev kadar güçlü olurmuş. Oğlan bunu bildiği için hemen devin evine koşup o bardaktaki suyu tek yudumda içmiş, sonra da kızın yanına gelip devi beklemeye başlamış. Biraz sonra yedi başlı dev cangır cungur cangır cungur yürüyerek kızla Mehmet’in yanına gelmiş. Bir kişiyi beklerken karşısında iki kişiyi görmek devi mutlu etmiş: –Ooo bana bugün çifte nasip geldi, demiş. Dev sevinedursun oğlan kızın arkasına sakladığı kılıcı çekip deve bir vurmuş, en büyük kafasını uçuruvermiş. Dev yere düşmüş. Devin bir huyu varmış. Bir kere vurunca kan kaybından ölür, bir daha vurursan hemen dirilirmiş. Dev, oğlana seslenmiş: –Yiğitsen bir daha vur! Oğlan devin huyunu bildiği için ikinci darbeyi vurmamış: –Ben anamdan bir sefer doğdum, iki sefer doğmadım. Sana bir daha vurmam, demiş. Dev, biraz sonra kan kaybından inleye inleye ölmüş. Olan biteni bir kenardan sessizce izleyen padişahın mabeyincisi: –Bak şimdi oğlan devi öldürdü, kız buna kalacak, diye söylenmiş kendi kendine. Oğlan padişahın kızına seslenmiş: –Sultanım, mendil var mı yanında? –Var tabii. Oğlan mendili almış, devin yedi başındaki yedi dili kesip mendile sarmış. Kız da bir elini devin kanına basmış, parmaklarını oğlanın omzuna değdirip devin kanıyla oğlanın omzuna bir nişan bırakmış. Akşam olmuş. Oğlan ile kız kayanın kovuğunda uyuyacaklarmış. Oğlan tavşana demiş ki: –Biz uyurken nöbet bekle. Oğlan ile kız uyumuşlar. Tavşan da pek yorgunmuş, o da tilkiye demiş ki: –Ben uyuyacağım, sen nöbet bekle. Tilki kurda, kurt ayıya, ayı aslana, aslan da yılana aynı şeyi söylemiş. Derken hepsi de uykuya dalmış. Bir kenarda saklanan mabeyinci bunu fırsat bilmiş. Gelip Mehmet’in başını kesmiş, kızı yanına alıp saraya doğru yola çıkmış. Mabeyinci köye girince ahali: –Mabeyinci devi öldürdü, mabeyinci devi öldürdü, mabeyinci devi öldürdü, diye bağırarak ortalığı ayağa kaldırmış. Ahali ne bilsin devi kimin öldürdüğünü. Köydeki yas havası, şenliğe dönüşmüş. Kız da korkusundan babasına gerçeği söyleyememiş. Aradan birkaç saat geçmiş. Hayvanlar bir bir uyanmışlar. Bir de bakmışlar ki oğlanın başı kesilmiş, kız da ortada yok. Hepsi birbirini suçlamış. En sonunda tavşan demiş ki: –Filan yerde hayat otu var, onu getirip Mehmet’i yeniden diriltebiliriz. –İyi o zaman, sen hepimizden hızlısın. Bir koşu otu al da gel. Tavşan bütün gücüyle koşup hayat otunu getirmiş. Oğlanın kafasına hayat otundan sürmüşler, sonra kafayı gövdeye yapıştırmışlar, Mehmet hemen uyanıvermiş. Uyandıktan sonra da hayvanlarına bağırmış: –Ben size ne dedim? Nöbet bekleyeceksiniz demedim mi? Oğlan hayvanların hepsine bir güzel kızmış. Ama sonra siniri geçmiş, sarılıp barışmışlar. Sabah erkenden yola çıkıp köye gelmişler. Oğlan yine hancının yanına gitmiş. Hancı demiş ki: –Mabeyinci devi öldürmüş. Padişahın kızıyla evleniyor. –Devi kim öldürmüş dedin? –Mabeyinci öldürmüş. Mehmet hemen tavşanı yanına çağırmış: –Saraya git, sultana sağ olduğumu söyle. Sonra da ondan devin yedi kulağını al gel, demiş. Tavşan hemen saraya gizlice girmiş, padişahın kızını bulup ona durumu anlatmış. Kız bu habere pek sevinmiş. Hemen gidip mabeyincinin odasından devin kulaklarını almış, tavşana verip oğlana göndermiş. Oğlan devin kesik kulaklarını alıp saraya gelmiş hemen. Padişahın yanına gidip sormuş: –Padişahım devi kim öldürdü? –Mabeyinci öldürmüş. –Hayır, devi o öldürmedi. –Ya kim öldürdü? –Ben öldürdüm. Padişah şahitlik yapması için kızını çağırtmış: –Kızım sen söyle, devi kim öldürdü? –Baba devi Mehmet öldürdü. Mehmet hemen cebindeki mendili çıkarmış: –Padişahım devi ben öldürdüm. Bu mendilde de devin yedi başındaki yedi dil var. Dilleri sardığım mendil de kızınızın mendili. Mabeyinci, canını kurtarmak için Mehmet’i yalancılıkla suçlamış. Bu sefer de kız söze girmiş: –Baba, dev ölünce beş parmağımı kanına basıp Mehmet’in omzuna değdirerek nişan olsun diye iz bırakmıştım. Padişah oğlanın omzuna bakmış ki kızının beş parmağının izi var. Hemen emir verip mabeyinciyi astırmış. Mehmet’le kızına da kırk gün kırk gece düğün yaparak evlendirmiş. Hatta bir de onlara saray yapıp içine yerleştirmiş. Mehmet’in hayvanları da sarayda yaşıyor, gönüllerince yiyip içiyorlarmış. Aradan günler geçmiş. Bir gün Mehmet ava çıkmak istemiş. Padişah onu dostça uyarmış: –Bak şurada karanlık bir orman var, sakın oraya avlanmaya gitme. Oraya giren bir daha çıkamıyor, demiş. Neyse, oğlan hayvanlarını da yanına alıp avlanmaya gitmiş. Dayanamayıp merakından o karanlık ormana girmiş. Gitmişler gitmişler gitmişler ışık tamamen kaybolmuş. Göz gözü görmez olmuş. Oğlan hemen bir ateş yakmış. Bu esnada uzaktan bir cadı kadının sesi gelmiş: –Üşüyorum, donuyorum, bana bir yardım edin, diye bağırıyormuş. Oğlan da ona seslenmiş: –Üşüyorsan gel şu ateşin başına otur! –Hayır, gelemem. Hayvanların var, ben onlardan korkuyorum. Onlar beni parçalar. –Hayvanlar uslu, gel, bir şey yapmazlar. –Şu sopayı al, hayvanlarına tek tek dokun. Ben o zaman geleyim. Mehmet sopayı almış, hayvanlarına tek tek dokunmuş. Hepsi de bir anda taş kesilmiş. Cadı kadın hemen saklandığı yerden çıkmış, koşup oğlanın yanına gelmiş. Ne olduğunu anlamadan şaşkın şaşkın bakınan oğlanın elinden sopayı alıp ona da dokunmuş. Oğlan da taş kesilivermiş. Bunlar burada duradursun, biz gelelim öbür oğlana. Öbürünün adı Ahmet’miş. Mehmet’ten ayrıldıktan sonra nereleri nereleri gezmişse bir türlü iş bulamamış. Sonra gelip çınar ağacına sapladıkları hançere bakmış, hançer hâlâ yerindeymiş. Hançere dikkatlice bakınca kardeşi Mehmet’in gittiği tarafının paslandığını görmüş: –Demek ki kardeşim Mehmet’in başında bir dert var, demiş. Hemen o yola girmiş, kardeşini aramaya başlamış. Giderken giderken giderken Mehmet’in köyüne gelmiş. Ahmet ile Mehmet ikiz olduğu için, herkes Ahmet’i kardeşi Mehmet sanmış: –Aman Mehmet beyimiz geldi, aman Mehmet beyimiz geldi, demişler. Ahmet’in yanında da aynı hayvanlardan var ya, kimse gerçeği anlamamış. Hemen Ahmet’i alıp padişahın sarayına götürmüşler. Padişah sormuş: –Oğlum Mehmet, günlerdir nerelerdeydin? Ahmet hiçbir şey anlamamış. Kardeşi Mehmet’in padişaha damat olduğundan da haberi yok tabii. Neyse Ahmet şaşkınlıktan kimseye bir şey dememiş. Akşam olmuş, kızla Ahmet aynı odaya girmiş. Ahmet kıza sormuş: –Bu köyde neler oldu? Hele bana bir anlat bakalım. Kız şaşırmış. Ne diyeceğini bilememiş. Yine de olup biteni bir bir anlatmış. Oğlanın devi öldürdüğünü, padişaha damat olduğunu, birkaç gün önce de ormana ava gittiğini söylemiş. Ahmet kızı dinleyince durumu anlamış: –Demek ki kardeşim Mehmet, devi öldürmüş. Sonra da padişahın kızıyla evlenmiş. Belli ki ava gittiği ormanda başına bir iş geldi, demiş içinden. Ahmet, padişahın kızıyla arasına bir kılıç koyup yatağa öyle girmiş. Kız buna bir anlam verememiş: –Niye böyle yaptın, aramıza ayrı gayrı mı girdi, demiş kız. –Sen bilmezsin, onu ben bilirim, demiş oğlan. Neyse sabah olmuş, Ahmet padişahın yanına gelmiş: –Ben ava gideceğim, demiş. Padişah, Mehmet sandığı oğlanı yine uyarmış: –Bak sana bir daha söylüyorum, şurada karanlık bir orman var, sakın oraya avlanmaya gitme. Oraya giren bir daha çıkamıyor, demiş. Ahmet şimdi kardeşinin nerede olduğunu tam olarak anlamış. Hemen hayvanlarını yanına alıp karanlık ormana doğru yola çıkmış. Gitmişler gitmişler gitmişler yine ışık tamamen kaybolmuş. Ahmet hemen bir ateş yakmış. O sırada uzaktan cadı kadının sesi yine duyulmuş: –Üşüyorum, donuyorum, bana bir yardım edin. –Üşüyorsan gel şu ateşin başına otur! –Hayır, gelemem. Hayvanların var, ben onlardan korkuyorum. Onlar beni parçalar. –Hayvanlar uslu, gel, bir şey yapmazlar. –Şu sopayı al, hayvanlarına tek tek dokun. Ben o zaman geleyim. –Ben sopa falan almam! O sırada hayvanlar sinirlenmiş, koşup cadı kadını yakalayıp yaka paça Ahmet’in yanına getirmişler. Ahmet sormuş: –Sen benim kardeşime ne yaptın? Cadı bakmış ki kurtulamayacak, çaresiz her şeyi anlatmış. Sonra da: –Şu sopayı al da şuradaki taşlara dokun, demiş. Ahmet sopayla taşlara dokununca kardeşi Mehmet de, diğer hayvanlar da canlanıvermişler. Hepsi birbirleriyle kucaklaşmış, hasret gidermiş. Sonra da o sopayla cadıya dokunup onu oracıkta taş etmişler. Ardından iki kardeş konuşup birbirlerine başlarından geçenleri anlatmışlar. Mehmet’in aklına bir şey daha gelmiş. Hemen Ahmet’e sormuş: –Sen buraya gelmeden önce köye uğradın mı? –Evet uğradım. Herkes beni sen sandı. Beni alıp saraya götürdüler. Geceyi orada geçirdim. Mehmet bu sözü duyunca küplere binmiş: –Demek geceyi sarayda geçirdin. Demek gece benim karımın yanında uyudun ha! Ahmet, aralarına kılıç koyup uyuduklarını anlatamamış bile. Mehmet kılıcını çekip Ahmet’in kafasını uçuruvermiş. Bütün hayvanlar donup kalmış. Sonra Ahmet’in hayvanları, o gece sarayda yaşananları Mehmet’e anlatmışlar: –Dün gece Ahmet senin yatağında uyudu, ama karınla arasına bir kılıç koymuştu, demişler. Bunu duyan Mehmet pişman olmuş. Kardeşine sarılıp ağlama başlamış. O sırada tavşan yine lafa girmiş: –Ben hemen gidip hayat otunu getireyim, Ahmet’i geri canlandıralım, demiş. Tavşan gitmiş, hayat otunu bulup getirmiş. Otu hemen oğlanın kafasına sürmüşler, sonra kafayı gövdeye yapıştırmışlar, Ahmet hemen uyanıvermiş. İki kardeş yeniden sarılıp ağlaşmışlar. Bir daha ayrılmamak üzere de yemin etmişler. Sonra hep beraber köye doğru yola çıkmışlar. Tilki kurnaz ya hani, demiş ki: –Biriniz köye bir taraftan girin, biriniz diğer taraftan girin. Bakalım ahali ne yapacak. Tilkinin sözünü tutmuşlar. Ahmet’i gören de, Mehmet’i gören de aynı şeyi söylüyormuş: –Padişahın damadı geldi, padişahın damadı geldi! İki kardeş köy meydanında buluşmuşlar. Birbirine tıpatıp benzeyen iki tane damat varmış ortada. Köylü buna bir anlam verememiş. Hemen padişaha haber salmışlar. Padişah kızını alıp gelmiş. Sonra da kızına sormuş: –Sultan kızım, hangisi senin kocan? –Vallahi ben de bilemedim baba. Sonunda Mehmet söze girmiş: –Padişahım, ben sizin damadınızım. Bu da kardeşim Ahmet. Sonra başlarından geçenleri padişaha bir bir anlatmışlar. Padişah çocukların hayat hikâyelerini dinleyince çok duygulanmış, hemen emir verip ikizlerin ana babalarını buldurmuş. Sonra onları da sarayına getirtmiş. Mehmet zaten padişahın damadıydı. Ahmet’e de vezirin kızını almışlar. Böylece hep birlikte mutlu bir hayat sürmüşler. Hâlâ o köyde yaşıyorlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
İKİZ KARDEŞLER
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
KORKUSUZ AHMET Bir varmış, bir yokmuş. Zamanın birinde bir oğlan ile kız kardeşi varmış. Bunların anaları da, babaları da yokmuş. Oğlanın adı Ahmet, kızın adı Ayşe’ymiş. Bir gün oğlan, kıza demiş ki: –Kardeşim, git bana dışarıdan bir tas su getir. –Ben korkarım abi, bu saatte dışarı gitmem. Neyse oğlan kendi gidip suyunu almış. Tam odaya girdiği sırada, kapının ardına saklanan kız kardeşi bağırmış: –Pöh! –Bu neydi şimdi? –Eee seni korkutmaya çalıştım. –Bu mu korkutmak? Bunun nesinden korkuyum ben? O gece oğlan düşünmüş taşınmış, kendisini korkutabilecek insanların olduğu bir yere gitmeye karar vermiş. Sabah olmuş, kararını kız kardeşine de söylemiş. Kız kardeşi: –Aman abi, benim kimsem yok. Burada yalnız başıma ne yaparım? –Hayır, ben gideceğim. Beni korkutacak insanların olduğu bir yere gideceğim. Buralarda mutlu değilim artık. Ahmet evden çıkmış gitmiş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, sonunda uzak bir memlekete varmış. Buranın da bir padişahı varmış elbet. Oğlan bir kahveye misafir olmuş. Bakmış ki ahali başına bir siyah bez parçası bağlamış. Dayanamayıp sormuş: –Bu başınızdaki siyah bezler de nedir? –Biz yaslıyız oğul. –Hayırdır, derdiniz nedir? –Padişahımızın sarayına akşam giden sabah ölü çıkıyor. Sebebini kimse anlayamadı. Biz de ölenler için yas tutuyoruz. –Bu sefer de saraya ben gitmek istesem izin verirler mi? –Oğlum, sen güzel bir çocuksun, yazık olur sana. Oraya giren sağ çıkmıyor. –Hayır, ben sarayınıza gideceğim. Benim hiçbir şeyden korkum yok. Ölümden bile korkmam. Neyse oğlanı saraya götürmüşler. Oğlan, sarayda bir odaya çekilip beklemeye başlamış. Az durmuş uz durmuş, masanın başında otururken otururken bir tıkırtı duymuş. Derken sesler iyice artmış. Ahmet hemen yerinden kalkıp sesin geldiği tarafa bakmış. Bir de ne görsün? Bir tabut orta yere düşüvermiş. Daha öncekiler sesleri duyup üstüne de bu tabutu görünce korkudan ölürlermiş. Ahmet tabuttan hiç korkmamış. Gidip kapağını açmış. Bakmış ki bir kızın cenazesi balık gibi uzanmış tabutta yatıyor. Sonra kızın parmağındaki yüzüğü fark etmiş: –Kız ölmüş, ama parmağındaki yüzüğünü çıkarmayı unutmuşlar, demiş içinden. Sonra oğlan, kızın parmağındaki yüzüğü çıkarıp kendi parmağına takmış. Bir anda odadaki gürültü kesilivermiş. Yüzüğün tılsımı buymuş. Sabah olmuş, imam efendi elinde kefenle odaya girmiş. Bu odaya giren sabaha ölü çıkıyor ya hani, imam efendi de oğlanı yıkayıp kefenleyecekmiş. Bir de bakmış ki oğlan yaşıyor. İmam efendi sormuş: –Sen yaşıyor musun? –Evet, ölmedim. –Nasıl hayatta kaldın? –Ben hiçbir şeyden korkmam. Dün gece de buranın tılsımını bozdum. Artık buraya giren ölmeyecek. –Aman oğlum, sen gözü açık birine benziyorsun. Gitme, bu şehirde yaşa hep. –Hayır, ben korkuyu aramaya gidiyorum. –Oğlum bu odaya diri giren ölü çıkıyordu, buradan bile korkmadın. Daha neyden korkacaksın ki? –Olsun, ben korkuyu aramaya gidiyorum. Ahmet oradan çıkıp başka bir memlekete varmış. Buranın ahalisi de pek dertliymiş. Oğlan yine bir kahvede otururken konuşulanlara kulak misafiri olmuş: –Benim anam hamama gitti, gelmedi. –Benim hanım hamama gitti, gelmedi. –Benim kız hamama gitti, gelmedi. Oğlan bunları dinledikten sonra demiş ki: –Ey ahali, müsaadeniz olursa ben şu hamamınıza bir gireyim. –Oğlum, sen daha gençsin. Oraya giren çıkamıyor. –Ben buralara korkuyu aramaya geldim zaten. Hamamdan mı korkacağım? –Eee ölümden de korkmuyor musun? –Hayır, niye korkayım? –İyi, gel öyleyse. Ahmet’i hamama götürmüşler. Oğlan içeri girip bakmış ki, içeridekiler hep taş kesilip kalmış. Az durmuş uz durmuş, akşam olup karanlık bastırmış. Biraz sonra göbek taşının üstüne bir körpe çocuk gelmiş, ban ban ağlamaya başlamış. Oğlan kendi kendine: –Bu körpe çocuk burada ne arıyor, demiş. O sırada şıkır şıkır şıkır takunya sesleri duyulmaya başlamış. Oğlan bakmış ki kefenli bir kız sallanarak geliyor. Dikkatlice bakınca kızın kolundaki kocaman altın bilezik gözüne ilişmiş. Kız yaklaşmaya başlamış. Oğlan da kıza seslenmiş: –Gelin kız, çabuk gel, çocuğun ağlıyor. Bunu der demez oğlan dizine kadar taş kesilmiş. Oğlan bakmış kız hâlâ yavaş yavaş geliyor, bir daha seslenmiş: –Gelin kız, çabuk gel, çocuğun ağlıyor. Ahmet bu sefer de göğsüne kadar taş kesilmiş. Oğlan bakmış ki olacak gibi değil, iyice taş kesilmeden bir çare bulmak istemiş. Kefen giymiş kız biraz daha yaklaşınca kızın koluna sarılıvermiş. O sırada kızın kolundaki kocaman altın bilezik yere düşmüş. Bilezik kızın kolundan düşer düşmez hamamda ne kadar taş kesilmiş insan varsa canlanmaya başlamış. Ahmet dışarı çıkıp ahaliye seslenmiş: –Gelin bakalım; analarınızı, hanımlarınızı, kızlarınızı içeriden alın. Ahali korkuyu yenip hamama doluşmuş, herkes kaybettiği yakınına sarılıp hasret gidermiş. Sonra oğlana sormuşlar: –Bu işi nasıl başardın? –Ben hiçbir şeyden korkmam. Bugün buranın tılsımını bozdum. Artık buraya giren kaybolmayacak, geri çıkacak. –Yav bu hamamı sana verelim, senin olsun. İstediğin kızla da everelim seni. Buraya yerleş. –Hayır, ben korkuyu aramaya gidiyorum. Hadi kalın sağlıcakla. Ahmet o memleketten de çıkmış, az gitmiş uz gitmiş deniz kenarına ulaşmış. Bakmış ki adamın biri bir sürü koyun getirmiş bağırıyormuş: –Alın anam babam, koyunları kesin! Para pul istemiyorum. Koyunu alan kesmiş, alan kesmiş, derken adamın hiç koyunu kalmamış. Daha sonra adam, deniz kenarında hazır bekleyen gemiye binmiş. Ahmet de yeni yerler görmek için o gemiye atlamış hemen. Koyunları dağıtan adam, bu geminin sahibiymiş. Gemileri sürekli denizin ortasında battığından adam da hayır dua almak için her gün koyun dağıtıyormuş. Gemi yine tam denizin ortasına gelmiş, bir anda sağa sola yalpalamaya başlamış. Bakmışlar ki bir denizkızı gemiyi yakalamış, devirmeye çalışıyor. Millet panik yapmış. Ahmet hemen koşup denizkızını itmek istemiş. O sırada denizkızının boynundaki gerdanlık kopup suya düşmüş. Gerdanlık düşer düşmez gemi düzelmiş, sallanma bitmiş. Ahmet gemidekilere demiş ki: –Bunun tılsımı boynundaki gerdanlıktaydı. Gerdanlığını koparıp tılsımını bozdum. Artık hiçbir gemiyi batıramaz. Gemidekiler Ahmet’e ricacı olmuşlar: –Aman oğlan, sen pek yiğit birine benziyorsun. Gitme, yanımızda kal. Bu gemiyi sana verelim, bizi sen taşı bundan sonra. –Olmaz! Ben korkuyu aramaya gidiyorum. Ahmet gemiden inince az gitmiş uz gitmiş, sonunda bir grup haramiyle karşılaşmış. Haramiler oğlana sormuş: –Oğlum niye geldin buraya? –Korkuyu aramaya geldim. –Korkuyu aramaya mı geldin? Bizi görenler korkudan ölürler, sen bunu bilmez misin? Ne cesaretle geldin bizim yanımıza? –Ben sizden korkmuyorum ki. –Peki, o zaman şurada bizim kabristanımız var. Oraya git, bir un helvası pişir. Un helvasının kokusunu alan ölülerimiz kabirlerinden çıkıp yanına gelirler hemen. Bakalım onlardan da korkmayacak mısın? –Korkmam tabii. Verin kazanı, verin kepçeyi, verin unu, verin yağı, verin şekeri. Ahmet malzemeleri almış, kabristana varmış. Hemen orta yerde bir ateş yakıp un helvası pişirmeye başlamış. Kabirlerde yatan ne kadar insan varsa kalkıp yürümeye başlamış bir anda. Hepsi de doğruca Ahmet’in yanına gelmiş. Oğlan kendi kendine demiş ki: –Bunlar helva yemeye mi geliyor, adam yemeye mi, belli değil. Dirisi beni yiyemedi ki ölüsü yesin. Oğlan almış kepçeyi eline, yanına kim geldiyse kafasına yapıştırıvermiş. Kabirden çıkan cenazeler bir bir kaçışmaya başlamış. Ahmet cenazelerden korkacağına, cenazeler Ahmet’ten korkmuş. Hepsi de geldiği gibi kabrine geri dönmüş. Oğlan işi bitince haramilerin yanına geri gelmiş. Haramiler oğlanı sağ salim karşılarında görünce şaşırmışlar: –Sen ne korkusuz adammışsın. Biz sana altınlar, inciler verelim, burada kal. –Hayır, ben korkuyu aramak için gideceğim. Allah’a ısmarladık. Oğlan giderken giderken kocaman bahçesi olan bir saraya varmış. Buranın bahçesinde türlü türlü meyveler yetişirmiş. Oğlan kendi kendine demiş ki: –Bu bahçede uyuyup sabahı edeyim. Beni korkutacak bir şey bulamadım. Yakında evime gidiyim, bacım daha fazla yalnız kalmasın. Oğlan bahçedeki bir ağacın altına oturmuş, kız kardeşine durumunu anlatan bir mektup yazmış. Mektubun sonuna da bir dörtlük eklemiş: Ateşim var külüm yok Bülbül olsam dilim yok Ayşe bacım geliyom Hiç ölümden korkum yok Oğlanın mektup yazmak için altına oturduğu ağaç, bir elma ağacıymış. Oğlan elmalardan birini yemek istemiş. Tam elmaya uzandığı anda, elma dile gelip konuşmuş: –Yeme beni, yerim seni! Oğlan hemen elini geri çekmiş. Bu sefer nar ağacının yanına varmış. Tam narı koparacağı sırada nar dile gelip konuşmuş: –Kopartma beni, koparırım seni! Oğlan pek şaşırmış bu işe: –Bunlarda bir hikmet olsa gerek, demiş kendi kendine. Sonra da bahçeden çıkıp doğruca saraya girmiş. Bakmış ki içeride bir sofra kurulmuş. Sofrada üç çorba, üç kaşık, üç dilim ekmek varmış. Karnı acıkan oğlan hemen sofranın başına oturmuş. O sırada sofradan bir ses yükselmiş: –Yeme beni, yerim seni! Oğlan sofrayı bırakıp ikinci kata çıkmış. Orada üç sürahi dolusu şerbet ile üç bardak görmüş. Tam şerbeti bardağa koyup içecekmiş ki bir ses duymuş: –İçme beni, içerim seni! Oğlan şerbetlere de dokunmamış. Tekrar sofranın bulunduğu alt kata inmiş. O sırada açık olan pencereden içeriye bir güvercin girmiş, gelip sofranın başına oturmuş. Güvercin bir silkinip kanat çırpmış, güzel bir kıza dönüşüvermiş. Derken bir tane daha, bir tane daha güvercin gelmiş. Onlar da silkinip kanat çırpmış ve güzeller güzeli birer kız olmuşlar. Böylece sofrada üç tane güzel kız oluvermiş. Sonra da aralarında konuşmaya başlamışlar: –Ben bir sarayı zapt etmiştim. Üstüme bir kefen giyip tabuta giriyor, kendimi pat diye tabutla ortalık yere atıyordum. Beni gören bütün adamlar korkudan çatlayıp ölüyordu. Sonra bir gün bir yiğit geldi, benden hiç korkmadı. Hatta parmağımdaki yüzüğü çıkarıp tılsımımı bozdu. –Ben bir hamamı zapt etmiştim. Göbek taşına ağlayan bir çocuğu koydum, kendim bir kefen giydim. Sonra da hamama gelen herkesi taşa çevirdim. Ama bir gün bir yiğit geldi, benden de ağlayan çocuktan da hiç korkmadı. Hatta kolumdaki altın bileziği çıkarıp tılsımımı bozdu. –Ben denizi zapt etmiştim. Denizden geçen gemileri tutup yere çalardım. Gemi oracıkta dağılıp giderdi, insanlar da denize yaklaşmaya korkardı. Sonra bir gün bir yiğit geldi, benden hiç korkmadı. Hatta boynumdaki gerdanlığı koparıp tılsımımı bozdu. Ahmet, bunların hepsini saklandığı yüklüğün ardından duymuş. Sonra da meydana çıkıp demiş ki: –Hepinizin tılsımını bozan bendim. Senin parmağındaki yüzüğünü, senin kolundaki bileziğini ben çıkardım. Senin de boynundaki gerdanlığı ben suya düşürdüm. Çünkü ben bu dünyada hiçbir şeyden korkmam. Üç kız da oğlanı görünce tanımışlar. Oğlana demişler ki: –Ay oğlan, sen bizim oyunumuzu bozdum. Biz artık kimseye kötülük yapmayacağız. Ya bizi öldür, ya da memleketine götür. –Eee ben sizin üçünüzü de götürüp ne yapacağım? –Üçümüz de emrine amadeyiz. Artık sen ne istersen onu yap. –Eee olur o zaman. Haydi, düşün yola. Bizim Ahmet üç kızla birlikte az gitmiş uz gitmiş, sonunda bacısının yanına gelmiş. Bacısı bakmış ki abisiyle üç tane dünya güzeli kız gelmiş. Abi kardeş sarılıp hasret gidermişler. Sonra oğlan üç kıza demiş ki: –Ben birinizle evleneceğim. Diğer ikinizi de çok yakın iki arkadaşıma nikâhlayacağım. Şimdi beni hanginiz korkutursa onunla evleneceğim. İlk gün saraydan gelen kız uğraşmış, oğlanı korkutamamış. İkinci gün hamamdan gelen kız uğraşmış, o da oğlanı korkutamamış. Üçüncü gün denizdeki kıza sıra gelmiş. Kız kendi kendine demiş ki: –Oğlanın önüne bir tencere koyayım, içine de bir tane serçe koyayım. Gel sana çorba pişirdim, derim. Oğlan tencerenin kapağını açınca serçe uçuverir, oğlan da korkar. Kız hemen planını uygulamış. Çorba pişirdiğini söyleyip oğlanı sofraya çağırmış. Sonra oğlana demiş ki: –Haydi Ahmet, buyur yemeğe başla. Çorban soğumasın. Benim ellerim kirlendi, tencereden çorbayı sen dolduruver tabağına. Aslında oğlan, denizden gelen kızı pek beğenmiş, ona âşık olmuş. Kızın bir plan yaptığını da anlamış. Ama diğer kızlara ayıp olmasın diye böyle bir sınav yapmak istemiş. Tencerenin kapağını açıp serçenin fırladığını görünce mahsustan korkmuş gibi yapmış. Hatta inandırıcı olsun diye ayılıp bayılmış. Böylece sınavı, denizden gelen kız kazanmış. Sonra, denizden gelen kızla Ahmet’e kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Diğer iki kızı da Ahmet’in arkadaşları nikâhlamış. Bu masal da burada bitmiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım tahtına.
KORKUSUZ AHMET
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
ÇOCUĞUN RÜYASI Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir medresede hocanın biri talebelerini okuturken demiş ki: — Oğlum, bir rüya görürseniz sakın onu “Allah hayırlara getirsin.” demedikten sonra kimseye anlatmayın. Aradan hayli bir zaman geçmiş, çocuğun biri bir rüya görmüş. Sabahleyin anasının yanına varmış hemen: — Anaa, ben bu gece bir rüya gördüm! — Anlat bakalım oğlum, ne gördün? — Anlatmam. — Anlatsana oğlum! — Yok, anlatmam. Anası sinirlenmiş, bunu bir güzel dövmüş. Çocuk ağlayarak babasının yanına varmış. Babası demiş ki: — Niye ağlıyorsun oğlum? — Baba ben bu gece bir rüya gördüm. Anam rüyanı anlat dedi anlatmadım, anlat dedi anlatmadım, o da beni dövdü. — O zaman bana anlat oğlum. — Yok, sana da anlatmam. — Niye? — Anlatmayacağım işte. — Sen bizimle alay mı ediyorsun? Babası da sinirlenip çocuğa iki tokat atmış. Çocuk daha çok ağlayarak mektebe kadar gitmiş. Hocası oğlana sormuş: — Niye ağlıyorsun oğlum? — Hocam, bu gece bir rüya gördüm. Anam rüyanı anlat dedi anlatmadım, babam rüyanı anlat dedi anlatmadım. İkisi de beni dövdüler. Ondan ağlıyorum. — Rüyanı bana anlatabilirsin oğlum. — Yok, sana da anlatmayacağım. Bu söz üzerine hocası da oğlanı bir güzel dövmüş. Oğlan bakmış ki olacak gibi değil, memleketinden firar etmiş. Giderken giderken bir kervana denk gelmiş. Kervancı sormuş: — Niye ağlıyorsun oğlum? — Dün gece bir rüya gördüm. Anam rüyanı anlat dedi anlatmadım, babam rüyanı anlat dedi anlatmadım, hocam rüyanı anlat dedi anlatmadım. Onlar da kızıp beni dövdüler. Ondan ağlıyorum. — Gel oğlum bana anlat rüyanı. — Yok, sana da anlatmam. — Oğlum sen bizimle eğleniyor musun? Kervancı da kızıp oğlana iki tokat atmış. Sonra da yoluna devam etmiş. Bir süre sonra kervancının canı sıkılmış: — Bu oğlanın gördüğü rüyadan bana ne fayda var? Anlatmadı diye boşuna dövdüm çocuğu. Gideyim de helalleşeyim. Kervancı dönüp çocuğun yanına geri gelmiş. Oğlan hâlâ bir taşın üstünde oturup ağlamaktaymış. Kervancı oğlana demiş ki: — Oğlum hakkını helal et, ben seni haksız yere dövdüm. — Yok, helal etmem! — Niye? — Eğer beni kervanına alıp gittiğin yere götürürsen, o zaman hakkımı sana helal ederim. — Eee öyleyse bin şu ata. Kervancı oğlanı da kervanına alıp yoluna devam etmiş. Az gitmişler uz gitmişler, sonunda bir memlekete varmışlar. Kervancı çocuğu şehrin ortasına bırakıp kendi yoluna gitmiş. Oğlan bir köşede oturup dururken bir tellalın sesini duymuş. Tellal bağırıyormuş: — Padişahımızın kızları seyrana çıkacak. Herkes evine girsin, dışarıda kimse kalmasın! Bizim oğlan meraktan minarenin alemine çıkıp saklanmış. Biraz sonra padişah kızlarını da yanına alıp bahçesine gitmek üzere dışarı çıkmış. Yürürken kızların biri minareye saklanan oğlanı fark etmiş: — Babaa! — Ne oldu kızım? — Senin sözünü dinlemiyorlar. Minarenin aleminde bir oğlan var. Padişah bakmış ki kız doğru söylüyor. Hemen askerlerini göndermiş: — Tez gidip yakalayın şunu! Sonra da zindana atın, demiş. Askerler oğlanı yakalayıp zindana atmışlar. Aradan günler geçmiş. Oğlanın zindana atılması padişahın küçük kızının içine dert olmuş: — Bu memleketin çocuğuna benzemiyordu. Elin garibini zindana attırdık. Aç mı, susuz mu acaba? Ben şu oğlana biraz yemek götüreyim, demiş kendi kendine. Küçük kız o günden sonra kendi ne yerse bir tabak da oğlana götürmeye başlamış. Oğlan da sevine sevine yemekleri yiyormuş. Aydan ay geçmiş, yıldan yıl geçmiş, kâfirin biri bu memlekete savaş açmaya karar vermiş. Haber gönderip demiş ki: — Memleketinize üç tane at salıyorum. Tay hangisi, tayın anası hangisi, tayın ninesi hangisi? Bunu bilen olursa savaşmayacağım, yoksa bu memleketi yerle bir edeceğim. Hem atlar hem de kâfir padişahın mesajı, bizim padişaha ulaşmış. Padişah hemen memleketindeki bütün seyisleri toplamış. Seyisler bir türlü işin içinden çıkamamışlar: — Tay olan şu! — Yok yok, tay olan bu! — Bence anası şu! — Yanılıyorsun, bence şu! Seyisler kendi aralarında kavgaya tutuşmuşlar, hepsi de kendisinin haklı olduğunu söylüyormuş. Padişah ne yapacağını bilememiş. Bu arada akşam olmuş, padişahın küçük kızı yine bizim oğlana yemek getirmiş. Oğlan, kızın yüzünün asık olduğunu görünce sormuş: — Bugün canın niye sıkkın senin? — Hiç sorma, böyle böyle oldu. Eğer babam bu üç attan tay hangisi, tayın anası hangisi, tayın ninesi hangisi bulamazsa savaşa gireceğiz. — Ondan kolay ne var? Üçünü de ayrı ayrı ahırlara bağlayın. Sabahleyin üçünü birden dışarı çıkarın. İlk kişneyen en büyük, son kişneyen en küçüktür. Kız hemen babasının yanına varmış: — Baba, benim aklıma bir şey geldi. — Aman çabuk söyle küçük kızım, zaten sen çok akıllısın. — Atların üçünü de ayrı ayrı ahırlara bağlayalım. Sabahleyin üçünü birden dışarı çıkaralım. İlk kişneyen en büyük, son kişneyen en küçüktür. Üzerlerine işaret koyarız. — Tamam kızım hemen yapalım. Küçük kızın dediğini yapmışlar. Ahırdan çıkınca ilk kişneyeni en büyük, ikinci kişneyeni ortanca, üçüncü kişneyeni ise en küçük olarak işaretleyip kâfir padişaha göndermişler. Kâfir padişah ertesi gün elçisini göndermiş: — Tamam bildiniz, sizinle savaşmayacağım, demiş. Aradan birkaç yıl daha geçmiş. Kâfirin yeminine güven olur mu hiç? Kâfir padişah yine haber göndermiş: — Gökte kaç yıldız var? Bana bütün yıldızların mevcudunu söyleyin. Bunu bilen olursa savaşmayacağım, yoksa bu memleketi yerle bir edeceğim. Padişah hemen memleketindeki bütün müneccimleri çağırtmış. Ama hiçbiri gökteki yıldızları sayamamış. Akşam olmuş, padişahın küçük kızı yine bizim oğlana yemek getirmiş. Oğlan, kızın dertli olduğunu anlamış hemen: — Canın niye sıkkın senin? — Hiç sorma, böyle böyle oldu. Eğer gökte kaç yıldız olduğunu bilemezsek savaşa gireceğiz. — Ondan kolay ne var? Eğer baban beni zindandan çıkarırsa gökteki yıldızların toplamını ona söylerim. Kız hemen babasının yanına gelmiş: — Babaa! — Söyle akıllı kızım. — Minareye saklanıp bize baktığı için bir oğlanı zindana attırmıştın ya hani, o oğlan “Beni zindandan çıkarırsanız gökteki yıldızları sayabilirim.” diyormuş. — Aman kızım ne duruyoruz, hemen çıkarsınlar oğlanı. Padişah askerlerine emir vermiş, hemen oğlanı zindandan çıkarıp huzura getirmişler. Padişah sormuş: — Eee oğlum, gökteki yıldızların hepsini nasıl sayacaksın? — Padişahım bir tellal çıkarın, memlekette ne kadar eşek varsa saraya getirsinler. İçlerinden birini seçeceğim. Padişah hemen bir tellal çıkartıp kararı halka ilan etmiş. Memlekette ne kadar eşek varsa toplayıp saraya getirmişler. Oğlan içlerinden en tüylü olanını seçmiş. Sonra da padişaha: — Ben şimdi kâfir padişahın yanına gidiyorum. Sen ona haber sal, “Benim en akıllı elçim geliyor, sana yıldızların sayısını söyleyecek.” deyiver. Gerisini bana bırak. Oğlan eşeğe binip kâfir padişahın memleketine doğru yola çıkmış. Bizim padişahın gönderdiği ulak atla gittiği için, oğlandan önce kâfir padişaha ulaşıp haberi iletmiş. Kâfir padişah da memleketin girişinden sarayına kadar halı döşetmiş, bizim padişahın gönderdiği en akıllı elçiyi beklemeye başlamış. Oğlan az gitmiş uz gitmiş kâfir padişahın memleketine ulaşmış. Sonra da saraya kadar döşenen halının üstünde eşeğiyle ilerlemiş. Onu görenler gülüşmeye başlamışlar: — Şu eşeğin sırtındaki adama bak! Şimdi bu adam, bizim düşmanımızın en akıllı elçisi mi? Altındaki eşek, bundan daha akıllı görünüyor, demişler. Oğlan sonunda kâfir padişahın sarayına ulaşmış. Kâfir padişah sormuş: — Sen, padişahının en akıllı elçisi misin? — Evet, öyleyim. — Peki, gökte kaç yıldız olduğunu bana söyleyebilecek misin? — Söyleyeceğim elbet. Ama benim de sana bir sorum var. Eğer sorumu bilirsen sana gökte kaç yıldız olduğunu söylerim. — Sor bakalım. — Beni buraya kadar getiren eşeğin üzerinde kaç tüy var? Sen tüylerin sayısını söyle, ben de sana hemen gökteki yıldızların sayısını söyleyeyim. — Yav, bu eşeğin üstündeki tüy sayılır mı hiç? — Peki, Allah’ın gökteki yıldızı sayılır mı hiç? — Aferin oğlum, beni alt ettin. Küçük kızımı sana veriyim, damadım ol. Oğlan bu teklifi kabul etmiş. Kâfir padişahın kızını da yanına alıp yola düşmüş. Az gitmiş uz gitmiş, sonunda bizim padişahın sarayına dönmüş. Artık savaş olmayacağının müjdesini vermiş, herkes pek sevinmiş. Padişah demiş ki: — Madem kâfir padişah sana küçük kızını verdi, ben de sana küçük kızımı vereyim, akraba olalım. Oğlan bunu da kabul etmiş, hemen toy kurulmuş. İki padişahın kızıyla oğlanın düğünü kırk gün kırk gece sürmüş. Düğün bitince oğlanı iki kızla aynı odaya koymuşlar. Oğlan demiş ki: — Ben bir abdest alıyım. Biriniz suyumu dökün, biriniz havlumu tutun. Oğlan abdest aldıktan sonra demiş ki: — Ben bir rüya gördüydüm. Kızların ikisi birden: — Allah hayırlara getirsin, demişler. Oğlan da rüyasını anlatmış onlara: — Rüyamda sağ omzumdan güneş, sol omzumdan ay doğduydu. Oğlan böyle deyince kâfir padişahın kızı demiş ki: — Demek ki o rüyada sağ omzundan doğan güneş benmişim, sol omzundan doğan ay ise sizin padişahın kızıymış. Baksana kız ayın on dördü gibi parlıyor, benden çok daha güzel. Allah ikinizi mesut etsin. Kâfir padişahın kızı böyle deyip aradan çekilmiş. Oğlanla bizim padişahın küçük kızı mutlu mesut yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
ÇOCUĞUN RÜYASI
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
TUZ İLE İMTİHAN Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde, deve tellal iken aslan berber iken, ben anamın karnında tıngır mıngır oynar iken ülkenin birinde bir padişah ve üç kızı yaşarmış. Kızların üçü de güzeller güzeliymiş, anaları yokmuş. Padişah bir gün büyük kızını yanına çağırıp demiş ki: –Kızım, beni ne kadar seviyorsun? –Babacım, seni dünyadaki bütün yağlardan, ballardan daha çok seviyorum. –Tamam kızım sen git. Padişah, ortanca kızını yanına çağırmış: –Kızım, beni ne kadar seviyorsun? –Babacım, seni dünyadaki bütün yağlardan, ballardan daha çok seviyorum. –Tamam kızım sen de git. Padişah bu sefer en küçük kızını yanına çağırmış: –Kızım, beni ne kadar seviyorsun? –Babacım, seni tuz kadar seviyorum. –Vay, demek sen beni hiç sevmiyorsun öyle mi? Padişah küçük kızının cevabına çok hiddetlenmiş. Hemen askerlerine emir vermiş: –Alın götürün bunu, elini kolunu bağlayıp bir dağın tepesine atın, demiş. Askerler padişahın emrini yerine getirmişler, küçük kızı götürüp bir dağın tepesine atmışlar. Oradan geçen bir çoban bakmış ki eli ayağı bağlı bir kız, ağacın dibinde durmaktadır. Çoban hemen kızın elini ayağını çözmüş, sonra da kıza sormuş: –Sen kimin neyisin? –Ben padişahın kızıyım. Babama böyle böyle dedim, o da beni buraya attırdı. –Ben garip bir çobanım, anamla yaşıyorum. Gel seni bizim eve götürüyüm, seninle evlenelim. –Olur, ama ileride çocuklarımız olursa isimlerini ben koyacağım. Yoksa seninle evlenmem. –Tamam olur, çocuklara senin istediğin ismi veririz. Çoban kızı alıp köyüne getirmiş. Anasına demiş ki: –Ana, her zaman sana bir tavşan vurup getirirdim, bugünse bir kız getirdim. İznin olursa biz evleneceğiz. Kız başından geçenleri çobanın anasına da anlatmış. Anası evlenmelerine onay vermiş. Hemen toy kurulmuş, iki gencin düğünleri yapılmış. Çoban her gün koyunları otlatmaya gidermiş, kız da evde kaynanasına yardım edermiş. Aradan bir zaman geçmiş, kız hamile kalmış. Günü saati gelince kız bir oğlan çocuğu doğurmuş. Aradan birkaç yıl daha geçmiş, kız bir oğlan çocuğu daha doğurmuş. Derken birkaç yıl sonra bir oğlan daha doğurmuş. Tam üç tane oğlu olmuş. Çocukların ismini kız koyacaktı ya hani. Kız ilkinin adını “Ne İdik”, ikincinin adını “Ne Olduk”, üçüncünün adını ise “Ne Olacağız” koymuş. Aradan seneler geçmiş. Kızın padişah olan babası, kızını saraydan kovduğu için pişmanlık duymaya başlamış. Bir gün atına binip şehir şehir, köy köy dolaşarak kızını aramaya başlamış. Derken padişahın yolu bir gün kızının bulunduğu köye düşmüş. Padişahın geldiği duyulunca herkes onu evine davet etmiş. Kızı da padişahı eve davet etmek istemiş. Çoban gidip padişahla konuşmuş: –Padişahım bu gece bizim fakirhanemizde ağırlayalım sizi. –Olur, gidelim bakalım. Kız babasını görür görmez tanımış, ama padişah kızını tanıyamamış. Neyse kız bir sürü yemek hazırlamış, ama içlerine hiç tuz koymamış. Padişah oturup yemekleri yemiş, içlerinde tuz olmadığı dikkatini çekmiş hemen. Sonunda dayanamayıp evin gelinine sormuş: –Kızım çok güzel yemekler yapmışsın, ama hiçbirine tuz koymamışsın. Niye koymadın? –Padişahım, benim başıma neler neler geldi, bir bilseniz. Babama seni tuz kadar seviyorum, dedim. Babam da beni dağın tepesine attı. Yağ, bal olmadan da yemek yenir, ama tuz olmadan yemediğin tadı olmaz. Padişah bu cevabı duyunca her şeyi anlamış: –Sen benim kızımsın, beni affet, demiş. Baba kız kucaklaşıp ağlaşmışlar, hasret gidermişler. Sonra hepsi toplanıp saraya gitmişler. Çoban da, anası da artık o fakir hayattan kurtulmuş. Padişahın emriyle sarayda kız ile çobanın yeniden kırk gün kırk gece düğünü yapılmış. Yemişler, içmişler, muratlarına geçmişler.
TUZ İLE İMTİHAN
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
İKİ KIZ KARDEŞİN OYUNU Bir varmış, bir yokmuş. Köyün birinde iki kız kardeş yaşarmış. Bunlar hiç evlenmemişler. Yaşları da hayli ilerlemiş, altmışa dayanmış. İki bacı bir gün evde otururken akıllarına bir oyun gelmiş. Büyük bacı demiş ki: –Ben anne olayım, sen kızım ol. Biraz eğlenelim. Büyük bacı anne olmuş, küçük bacı ise onun kızı gibi giyinmiş. Beraber bahçeye çıkıp gül toplamaya başlamışlar. O sırada küçük bacının parmağına diken batmış. Küçük bacı, on sekizlik genç kız taklidi yaparak bağırmış: –Ay parmağıma diken battı anne. Kanayacak şimdi. O sırada bahçe duvarının yanından beyin oğlu geçiyormuş. Oğlan bu sesi duymuş. Kendi kendine demiş ki: –Bu kızın ne güzel bir sesi var. Kim bilir kendi de ne kadar güzeldir. Oğlan hemen eve gidip babasına demiş ki: –Baba, falancanın evinin önünden geçiyordum, içeriden bir kız sesi duydum. Yüzünü görmedim, ama kızın sesine vuruldum. Onu bana isteyelim. –Tamam, olur oğlum. Birkaç gün sonra bey ve ailesi, iki bacının evine dünür gelmişler. Bey demiş ki: –Geçenlerde bizim oğlan sizin bahçe duvarının ardından kızınızın sesini duymuş, yüzünü görmeden kıza vurulmuş. Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kızınızı oğluma istiyorum. Bacılar durumu anlamış, ama oyunu hiç bozmamışlar. Büyük bacı demiş ki: –Kızımı size veririm, ama gerdek gecesine kadar yüzünü açmayacaksınız. Yoksa uğursuzluk olur. Erkek tarafı bunu kabul etmiş. Hemen toy kurulmuş, davullar çalmış. Sonunda gelinle damat gerdek odasına girmiş. Oğlan yüz görümlüğü takmak için gelinin duvağını açmış, bir de bakmış ki karşısında bir tane kocakarı duruyor. Tabii oğlan sinirlenmiş: –Siz beni kandırdınız, diye bağırıp kadını pencereden aşağıya atmış. Küçük bacı aşağıdaki havuzun içine düşmüş. Havuzda da bir kurbağa varmış. Kadın kurbağanın üstüne düşünce, kurbağanın yıllardır geçmeyen yarası iyileşivermiş. Kurbağa, küçük bacıya demiş ki: –Dile benden ne dilersin. –Dünyalar güzeli bir kız olmayı dilerim. Kurbağa bir sihir yapmış, yaşlı kadın gencecik güzeller güzeli bir kıza dönüşüvermiş. Bundan kimseye bahsetmemesini sıkı sıkı tembih ettikten sonra, kurbağa oradan ayrılmış. Bu arada beyin oğlu vicdan yapmış: –Yav ben bu kocakarıyı aşağıya attım. Ne oldu bir bakıyım, ölmese bari, demiş. Oğlan aşağıya inip bir bakış ki havuzun yanında gelinlikli güzeller güzeli bir kız duruyor. Hemen onu almış, odaya götürmüş. Oğlan ile küçük bacı aile olmuşlar. Aradan biraz zaman geçmiş, büyük bacı kardeşini merak etmiş: –Bizim kocakarıya ne oldu acaba? Gideyim de bir bakayım, demiş. Büyük bacı hemen beyin evine gelmiş. Bir de ne görsün? Bacısı dünyalar güzeli bir kız oluvermiş: –Yav bacım, sen ne yaptın da böyle oldun? Hele bana da söyle, ben de güzelleşeyim. –Yok, söylemem! –Yav bacım söyle hele. Hiç mi hatırım yok? –Ben geçenlerde et almak için bir kasaba gittiydim. Kasap benim derimi bir yüzdü, dışımdaki kötü deri gitti. İçimden böyle güzeller güzeli bir kız çıktı. Küçük bacı kurbağaya söz verdi ya hani, o yüzden yalan söylemiş. Büyük bacı da bu yalana inanmış. Doğruca bir kasaba gitmiş: –Oğlum hele benim derimi bir yüzüver. –Ana git başımdan, olmaz. Ölür gidersin. –Yok yok oğlum, sen derimi yüz. Güzelleşeceğim ben. –Yav ana git başımdan! –Oğlum sen derimi yüz, gerisine karışma. Kasabın canına tak demiş, kadını yere yatırıp yüzmeye başlamış. Tabii kadın kan kaybından oracıkta ölmüş. Öteki kız kardeşi mutlu mesut yaşamış, büyük bacı ise akılsızlığının cezasını çekmiş. Bu masal da burada bitmiş.
İKİ KIZ KARDEŞİN OYUNU
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
ÜÇ LİMON KIZ Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ülkenin birinde bir oğlan yaşarmış. Bu oğlan, padişahın biricik oğluymuş. Bir gün bağ bahçe gezerken bir bahçeden üç tane limon koparmış. Limonları görünce ağzı sulanmış: –Şunlardan birini keseyim de suyunu içeyim, demiş. Limonların birini kesmiş. İçinden bir tane kız çıkmış: –Su, su, su, deyip ölmüş kız. Oğlan bu duruma pek şaşırmış, hemen birini daha kesmiş. Ondan da bir tane kız çıkmış: –Su, su, su, deyip ölmüş kız. Oğlan ne yapacağını bilememiş: –Bari üçüncü limonu bir su kenarında keseyim, demiş. Yürümüş yürümüş, bir derenin kenarına varmış. Orada son limonu da kesmiş. İçinden yine bir tane kız çıkmış: –Su, su, su, demiş kız. Oğlan, kızı derenin içine atıvermiş. Kız bir anda güzeller güzeli bir prensese dönüşüvermiş. Oğlana demiş ki: –Sen benim hayatımı kurtardın. Dile benden ne dilersen. –Saraya gelip benimle evlenmeni dilerim. Kız bunu kabul etmiş, oğlanla beraber saraya gelmiş. Yakında düğünleri yapılacakmış. Bizim kız, bir gün pınara su doldurmaya gitmiş. Hem su dolduracak hem de padişahın oğluyla orada buluşacaklarmış. Suyu doldurduktan sonra, oğlanı beklerken pınar başındaki büyük kavağa seslenmiş: –Eğil kavağım eğil! Kavak eğilmiş, kız üzerine oturmuş. Sonra yine kavağa seslenmiş: –Doğrul kavağım doğrul! Kavak yeniden doğrulmuş, kız kavağın üzerinde oturup padişahın oğlunu beklemeye başlamış. O sırada pınara saraydaki hizmetçi kızlardan biri gelmiş. Aslında bu kızın da padişahın oğlunda gönlü varmış. O yüzden de bizim kıza gizliden gizliye düşmanmış. Hizmetçi kız, pınara doğru eğilip suyu doldururken kavaktaki kızın suya vuran şavkını görmüş. Ama onu kendi şavkı sanmış: –Ben bu kadar güzel miyim, demiş kendi kendine. Kavaktaki kız seslenmiş: –O gördüğün benim şavkım, demiş. Hizmetçi kız bakmış ki dalda güzel bir kız var. Dikkatlice bakınca onun padişahın oğluyla evlenecek olan kız olduğunu anlamış. Zaten ona gizli bir düşmanlık beslediği için kendi kendine söylenmiş: –Ne yapsam da bu kızı ortadan kaldırsam acaba, demiş. Sonra da yukarıya doğru bağırmış: –Sen nasıl çıktın oraya? Ben de yanına gelmek isterim. Daldaki kız kavağa seslenmiş: –Eğil kavağım eğil! Kavak eğilmiş, hizmetçi kız da kavağa oturmuş. Sonra kız yine seslenmiş: –Doğrul kavağım doğrul! Kavak tekrar doğrulmuş, iki kız kavağın tepesinde konuşmaya başlamışlar. Bizim kız boş bulunup demiş ki: –Benim saçımda bir tane beyaz tel var, onu biri koparırsa ak güvercine dönüşürüm. Hizmetçi kız, zaten bu kızın bir açığını aramaktadır. Bunu duyunca pek bir sevinmiş: –Ne güzel saçların var. İstersen bana yaklaş da saçlarını güzelce bir öreyim, demiş. Bizim kız, hizmetçiye doğru kafasını uzatmış. O da bir anda kızın saçındaki beyaz teli koparıvermiş. Kız, ak bir güvercine dönüşüp uçmuş, gitmiş. Hizmetçi bunu görünce pek bir sevinmiş: –İyi oldu, bu kızdan kurtuldum, demiş. Biraz sonra padişahın oğlu kavağın yanına gelmiş. Hizmetçi kız da hemen aşağıya inip oğlanın koluna girmiş. Oğlan şaşırmış: –Sen benim sevdiğim kız mısın? –Evet. –Eee nasıl böyle karardı? –Seni bekleye bekleye güneşin altında karardım. Oğlan buna inanmış, kızı alıp saraya götürmüş. Birkaç gün sonra da düğünleri yapılmış. Hizmetçi kız ile padişahın oğlu karı koca olmuşlar. Aradan birkaç hafta geçmiş. Ak güvercine dönüşen kız, her gün gelip sarayın bahçesindeki ağaca konarmış. Hizmetçi kız, güvercini görünce durumu anlamış. Hemen kocasına demiş ki: –Şu güvercini burada istemiyorum, beni rahatsız ediyor. Onu tutup keselim. Oğlan hemen güvercini yakalamış, kesip öldürmüş. O sırada güvercinin bir damla kanı bahçeye damlamış, damladığı yerde de bir gül ağacı bitivermiş. Öyle bir gül imiş ki oğlan yanından geçerken gülleri burcu burcu kokarmış, ama hizmetçi kız yanından geçerken kocaman kocaman dikenleri çıkarmış. Hizmetçi kız bu durumdan şüphelenmiş. Kocasına demiş ki: –Bu gülü keselim, dikenleri elime batıyor. Oğlan bu sefer de gülü kesmiş, parçalarını ocakta yakmış. Ama gül ağacının bir parçası yere düşmüş, parçanın aynı kapak gibi bir şekli varmış. Uşaklar etrafı süpürürken o parçayı da alıp dışarı atmışlar. Oradan bir kadın geçiyormuş, kapağa benzer parçayı görünce almış, evine götürmüş. Sonra da onu testiye kapak yapmış. Meğer o parçada bizim kız yaşayıp duruyormuş hâlâ. Kadın işe gidince, kız hemen insana dönüşüyormuş. Evi silip süpürüyor, yemeği yapıyor, sonra tekrar o testinin ağzına kapak oluyormuş. Kadınsa eve gelince gördüklerine hiçbir anlam veremiyormuş. Ev sahibi kadın, bir gün evi gözlemeye karar vermiş. Evden çıkıyor gibi yapıp bir köşeye saklanmış. Kız da onun gittiğini sanıp hemen insan kılığına bürünmüş, işleri bitirmiş. Tam yeniden kapak olacakmış ki kadın, kızı kolundan yakalamış: –İn misin, cin misin? Çabuk söyle bana. –Ne inim, ne cinim. Seni beni yaratan Allah’ın kuluyum. Sonra kız, başından geçenleri kadına bir bir anlatmış. O günden sonra da kadınla yaşamaya başlamış. Artık kapak kılığına girmesine de gerek kalmamış. Günlerden bir gün padişahın oğlu hastalanmış. Hiçbir hekim derdine deva olamamış. Bizim kız, oğlanın hastalandığını duyunca ona her zaman yaptığı özel çorbayı yapmış, kadınla saraya göndermiş. Oğlan çorbayı içince hemen iyileşivermiş. Padişahın oğlu, kendi kendine demiş ki: –Bu çorbanın tadı çok tanıdık. Senelerdir bunu bana pişiren olmamıştı. Şu kadını bir takip edeyim. Kimin nesidir, öğreneyim. Padişahın oğlu, kadını evine kadar takip etmiş. Kadın içeri girince oğlan da kapıyı çalmış. İçeriden sevdiği kız çıkmış. Oğlan onu karşısında görünce ne yapacağını bilememiş. Kız, oğlanı içeri buyur etmiş, başından geçenleri ona bir bir anlatmış. Padişahın oğlu hemen kızı ve ona sahip çıkan kadını yanına alıp saraya dönmüş. Kendisine oyun eden hizmetçi kıza sormuş: –Kırk katır mı istersin, kırk satır mı istersin? –Kırk satırı ne yapayım. Bana bir katır ver de babamın evine gideyim. Hizmetçi kız saraydan kovulmuş. Padişahın oğlu, sevdiği kızla evlenmiş. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Şimdi mutlu mesut yaşıyorlar.
ÜÇ LİMON KIZ
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
[PADİŞAHIN OĞLU] Bi vamış, bi yokmuş. Padişahın bidene oğlu vamış. Ecinli perili, bu oğlanı zabdetmiş. Gitmiş çocuk, gide gide bi çamın altına vamış. Ee, biden de garının bi gızı vamış. Garı yatmış yumuş. Sığır damda gapalı galmış. Gız eline alıvemiş sığırları. İlkin çıkan sığır da gorunun arkasına vamış. Gız eline çomak almış, sığırları salma* gitmiş. Guş gelmiş dırnaklanla almış gızın başından örtmesini. Gız: — Örtmemi ve, örtmemi ve, demiş. Guşun peşine dakılmış. Guş da gızı çamın altına götümüş. Gız, vasa baksa kin guş orda oğlan olmuş. Guş oraya varıncık ecinli perili, goyuvemiş. Gızla oğlan orda evlilik yapmışla. Çocukları olcekmiş. Çocuklan doğma vakti gelmiş. Dağda duradura gızın üstündeki elbiseleri yırtılmış. Oğlan gıza: — Ben seni buvamgilin gapısına gada götüren, sen peşimden gel, demiş. Oğlan, gıza: — Gapıyı çal, onna seni misafir alırla, demiş. Gız çalmış gapıyı. Padişahgil gapıyı açmışla, gızı içeri goymuşla. Guş hergün bacaya gelip, derki: — A yarim a yârim! Gız der ki: —E yârim! Guş: — Doğdu mu balim? Gız: —Doğmadı yârim. Guş gitmiş iki üç gün durmuş. Bi daha gelmiş. Guş demiş ki: — A yârim! Gız: — E yârim! Guş: — Doğdu mu balim? Gız: —Doğdu yârim. Guş: —Kåtib beyin oğlu diye sordula mı barim? Gız: —Sormadıla yârim. Padişah’ın garısı da bizim dilenci birisinlen gonuşuyo diye gızı garşısına almış. Padişahın garısı der ki: —Gız gızım, sen bi de gonuşuyon birisinlen, demiş. Gız da der ki: —Tabi, siz sormadınız ben demedim, demiş. Sizin oğlunuz vamış, Katip Bey. Ecinli perli zabdetmiş. Ben sığır salma gidince, gabdı örtmemi,demiş. Aldı, gitdi beni, bi çamın dibine, demiş. Gız padişahın garısına demiş ki: —Siz bi araba çıra bidene hoca alıp gideceniz, demiş. Padişahgil de almışla götümüşle bi araba çırayla hocayı, oğlanı gurtarmışla. Padişahgil gıza: —Vah bizim oğumuz vamış. Biz sayirci* sandıydık seni demişle. Gıza bidene de hizmetci dutup yanlana almışla.Masal burda bitmiş.   *salma: Hayvan otlatmak *sayir: Dilenci
Padişahın Oğlu
Kütahya
Ege Bölgesi
KURTLU KIZ Bir varmış bir yokmuş. Köyün birinde baba, ana ve kızı yaşarmış. Kız günün birinde rahatsızlanmış, vücudunun her yerinden yaralar çıkmış. Zamanla evin içini pis bir koku almış, hatta kızın yattığı yatak bile kurtlanmaya başlamış. Anasıyla babası, eve gelen misafirlerden utanır olmuş. Bir gün kızın anası demiş ki: — Allah’ım biz bu kızı ne yapsak, ne etsek? Kızın babası da demiş ki: — Bir testiye su doldur. Yanına biraz ekmek koy. Bir de helva pişir, tasa bas. Ben bunu götürüyüm, ormana bırakıp geliyim. Adam ertesi gün kapının önüne bir at arabası getirmiş. Kızı arabaya bindirmiş, yanına da azık bohçasını koyup yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Sonunda ormana gelmişler, bir ağacın dibine oturmuşlar. Adam kızına demiş ki: — Kızım sen burada otur, ben biraz odun keseceğim. Odunları arabaya doldurunca gelir seni buradan alırım. Adam ilerideki ağacın birine bir kuru kabak bağlamış. Rüzgâr estikçe kuru kabak ağaca çarpmakta ve tak tak tak diye ses çıkarmaktaymış. Kız da bu sesleri duydukça babası ileride odun kesiyor sanıyormuş. Kız beklemiş beklemiş, gelen giden yok. Akşam olmuş, yine babası gelmemiş. Hemen yerinden kalkıp tak tak tak diye ses gelen ağacın yanına gelmiş. Bir de bakmış ki ağaçta bir kuru kabak sallanıp duruyor, ama babası ortada yok: — Vay babacığım vay, beni bırakıp giden babacığım vay, diye ağlamaya başlamış. Biraz sonra kızın karnı acıkmış. Hemen bohçasını açıp ekmeğinden, helvasından yemiş, suyundan kana kana içmiş. Sonra da bir ağacın altında uykuya dalmış. Bir gün öyle, iki gün böyle derken azığı iyice azalmış. Ama temiz hava kıza pek iyi gelmiş. Yaraları geçmiş, saçındaki yağlar kaybolmuş. Bir de azığı bitmek üzere olmasa, keyfi yerindeymiş aslında. Birkaç gün sonra kızın yattığı ağacın yanına bir davar sürüsü gelmiş. Koyunlar kızı görünce ürkmüşler, sağa sola dağılmışlar. Çoban bu duruma çok şaşırmış: — Allah Allah, koyunlar niye ürktüler? Dur şu ağacın oraya bir bakıyım, demiş. Çoban gelip ağacın altına bakmış ki orada nur topu gibi güzeller güzeli bir kız yatıyor. Kızın yaraları falan geçti ya hani, güzelliği ortaya çıkmış tabii. Çoban kıza sormuş: — Sen burada ne arıyorsun? İn misin cin misin? — Ne inim, ne cinim. Seni beni yaratan Allah’ın bir kuluyum. Ben çok kötü hastalandım, vücudum yara yara oldu. Babam da beni getirip bu ormana bıraktı. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. — İstersen seni bizim köye götürüyüm. Bir yaşlı anam var köyde, bizimle yaşarsın. — Olur. Çoban hemen davarları toplamış, kızı da yanına alıp köye gelmiş. Evin bahçesinden içeri girer girmez anasına seslenmiş: — Anaa, bak sana misafir getirdim! — Aman hay oğlum, ne yapacağım ben misafiri? Bizim yiyecek ekmeğimiz, içecek suyumuz yok! — Olsun ana, yarım ekmeğin varsa yarısını sen ye, yarısını buna ver. Otursun garip. Ormanda buldum, gidecek yeri yok. Çobanın anası kızı eve kabul etmiş. Bir gün iki gün derken kız eve alışmış, çobanın anası da kızı sevmeye başlamış. Sonunda konu komşu laf etmesin diye kadın, oğluyla kızı evlendirmiş. Artık kız, çobanın eşi olmuş. Bir sene kadar sonra da ilk evladını doğurmuş. Çocuğunun adını, “N’oldum” koymuş. Kocası bir şey dememiş. Aradan bir-iki sene geçmiş, bir çocuk daha doğurmuş. Onun adını da “N’olacağım” koymuş. Kocası yine sesini çıkarmamış. Aradan hayli zaman geçmiş, çocuklar büyümüş. Bazen davar gütmeye bile gidiyorlar, babalarına yardım ederek günlerini geçiriyorlarmış. Bu arada kızın babası, yıllar sonra vicdana gelmiş. Karısına demiş ki: — Hanım, şu kızı bir dolaşıp geliyim. Kurt mu yedi, köpek mi yedi, ne oldu? Bir bakıyım, demiş. Kızın babası ormana gelmiş, seneler önce kızını bıraktığı yere bakmış. Ama kızından hiçbir iz yokmuş. Kızın yerinde yeller esiyormuş. Sonra kendi kendine düşünmüş: — Bu kız tek başına nereye gidebilir ki? Şurada bir köy var, belki oraya gitmiştir. Köylülere bir sorayım. Kızın babası köye gelmiş, az ileride duran davarların yanına yaklaşmış. Sürüyü güden çocuklar birbirlerine N’oldum, N’olacağım diye hitap ediyorlarmış. Bunu duyan adam, bir an kızını aramayı unutup çocukların yanına gelmiş: — Sizin adınızı kim koydu çocuklar? Ananız babanız kim? — Babamız çoban. Biz de ona yardım ediyoruz. Ama adımızı babamız değil, anamız koymuş. — Haydi, beni sizin eve götürün. Çocuklar adamı almışlar, evlerine götürmüşler. Bu adamın dedeleri olduğunu bilmiyorlar tabii. Adam kapıdan içeri girerken kız babasını hemen tanımış, ama adam kızını tanıyamamış. İçeride kızın kocası da varmış. Adam oturup çobanla sohbet etmiş, kız da onlara hizmet etmiş. Sofra sermiş, çay ikram etmiş falan. Sonra adam sohbet açmak için çobana sormuş: — Hanımın pek maharetli birine benziyor. Onu nerede görüp beğendin? — Vallahi hanımımı bir gün ormanda tesadüfen buldum. Babası onu ormana terk etmişti. Getirip evime hanım yaptım. — Aman deme, bu benim kızım. Onu hasta diye ormana bırakan bendim. Çok pişman oldum, onu aramaya geldim. Kız anasına da babasına da hâlâ kırgın olduğu için gidip de babasının elini öpmemiş. Babası durumu fark edip iyice üzülmüş: — Kızım bizi affet. Arada bir ziyaretimize gel. — Siz beni vaktiyle bir köpek yavrusu gibi ormana attınız. Daha da sizin evinize gelmem. Benim evim burası. Adam yerinden kalkmış, üzgün üzgün evine dönmüş. Kızı ise iki çocuğu, kocası ve kayınvalidesiyle mutlu mesut yaşamış. Bu masal da burada bitmiş.
Kurtlu Kız
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
ÇEBİÇ KIZ Bir varmış, bir yokmuş. Köyün birinde bir gelin yaşarmış. Bu gelinin hiç çocuğu olmuyormuş. Bir gün yolda yürürken bir oğlak görmüş. Bunun üzerine Allah’a yalvarmış: –Allah’ım, şu oğlak gibi bir çocuğum olsa ona bile razıyım, demiş. Allah, gelinin duasını kabul etmiş, gelin hamile kalmış. Sonra da bir oğlak çocuk doğurmuş. Dışı aynı oğlak gibiymiş, ama içinde güzel bir kız çocuğu varmış. Adını Çebiç koymuşlar. Aradan hayli zaman geçmiş, Çebiç büyümeye başlamış. Anası önüne bir tekne koymuş, Çebiç her gün oradan yem yiyormuş. O yemini yerken anası da evin işlerini görüyormuş. Çebiç kız da anasına yardım etmeyi çok istiyormuş, ama anası her defasında onu yanından kovuyormuş: –Git şuraya otur, sen ekmek yapamazsın! –Git şuraya otur, sen ev süpüremezsin! –Git şuraya otur, sen çamaşır yıkayamazsın! Anası böyle bağırdıkça Çebiç kız pek üzülürmüş, ama anasına bir şey diyemezmiş. Aradan hayli bir zaman daha geçmiş, Çebiç iyice büyümüş. Yalnız başına kaldığı bazı anlarda sırtındaki oğlak postunu çıkardığı olurmuş. O zaman ortaya dünyalar güzeli bir kız çıkarmış. Ama onu kimse daha postsuz görmemiş. Bir gün anası derenin kenarına çamaşır yıkamaya gelmiş. Çebiç de onun yanında bekliyormuş. Anası çamaşır yıkayadursun Çebiç derenin başka bir köşesine gitmiş, üzerindeki postu çıkarıp derede yıkanmaya başlamış. Beyin oğlu da orada avlanıyormuş. Suyun içindeki kızı görünce gözlerini ondan alamamış. Biraz sonra kız sudan çıkmış, üzerine postunu giyinip anasının yanına varmış. Oğlan da uzaktan kızı takip etmiş. Üzerine oğlak postu giymesine bir anlam veremese de kızın güzelliğinden büyülenmiş bir kere. Akşam olmuş, oğlan eve gelince hemen anasının yanına koşmuş: –Anaa, falanca komşumuzun kızını bana ister misiniz? –Git oğlum, delirdin mi sen? Onun kızı falan yok, oğlaktan bir yavrusu var. –Yok, ana ben gördüm. Çok güzel bir kızı var. –İyi, o zaman yarın hamamda bir görelim kızı. Çebiç’in bir köpeği varmış. Bu köpek Çebiç’e âşıkmış. Oğlanla anasının konuşmasını dinlemiş, hemen kızın yanına koşmuş. Köpek, kıza demiş ki: –Yarın hamama gideceksiniz. Sen hiç soyunma, sadece bir tek düğmeni aç, sonra geri ilikle. Köpek, kız soyununca güzelliğinin ortaya çıkmasından korkuyormuş. Ertesi gün Çebiç köpeğinin dediğini yapmış, böylece oğlanın anası kızın güzelliğini görememiş. Sonra kadın evine gelince: –Oğlum, bu kız bildiğin oğlak. Tüylü bir şey. Bundan vazgeç. –Yok ana, ölürüm de vazgeçmem! –O zaman bu oğlak kız yarın biraz gül toplasın da maharetini görüyüm. Köpek bunları dinlemiş, hemen koşup kıza yine yalan bilgi vermiş: –Yarın gül toplamaya gideceksin. Bir tane topla, başka güle dokunma, demiş. Ertesi gün oğlanın anası Çebiç’i gül toplarken izlemiş. Bakmış ki oğlak kız hiç çalışmıyor. Eve gelince oğluna demiş ki: –Oğlum bu oğlak kız hiçbir iş yapmıyor. Bunun elinden bir şey gelmez, bu sevdadan vazgeç. –Yok ana, ölürüm de vazgeçmem! Oğlanın anası bakmış ki olacak gibi değil, kocasına durumu anlatmış. Oğlanın babası da Çebiç’i gelin almak istememiş. Bunun üzerine oğlan, mahsustan hastalanıp yataklara düşmüş. Sonra da ana babasına demiş ki: –Memleketin bütün kızlarını çağırın. Hangisinin yaptığı çorba beni iyileştirirse onunla evlenirim. Oğlan, Çebiç gelene kadar beklemiş, diğer kızların çorbalarını beğenmemiş. Sonra Çebiç gelmiş, bir çorba kaynatmış. Oğlan çorbayı içer içmez ayağa kalkmış. Oğlanın ana babası söz verdikleri gibi dünür gidip kızı almışlar. Kız evlendikten sonra oğlana her şeyi anlatmış, sırtındaki postunu çıkarıp güzeller güzeli yüzünü oğlana göstermiş. İki sevdalı mutlu mesut yaşamaya başlamışlar. Çebiç kız gerçeği kaynanasına söylemediği için, kaynanası onu hep hor görüyormuş: –Senin elinden bir iş gelmez, diyormuş. Bir gün ekmek yaparken kız un çuvalını devirince ona oklavayla vurmuş. Başka bir gün çamaşır yıkarlarken kız kazanı devirdi diye ona bu sefer de tokaçla vurmuş. Derken günler böyle geçip gitmiş. Bir gün köyde bir düğün olmuş. Kaynanası kınaya gitmiş, ama bizim Çebiç’i götürmemiş. Çebiç de kaynanası gidince üzerindeki postu çıkarmış, süslenip kınaya gitmiş, kaynanasının yanına oturmuş. Kaynanası bakmış ki güzeller güzeli bir kız gelmiş, yanına oturmuş. Kıza sormuş: –Kızım sen hangi mahallede oturuyorsun? –Oklavayiyen mahallesinde! Kaynanası bir şey anlamamış. Biraz sonra yine sormuş: –Kızım sen hangi mahallede oturuyorsun? –Tokaçyiyen mahallesinde! Kadın yine bir şey anlamamış. Biraz sonra Çebiç kalkıp eve doğru yürümeye başlamış. Kaynanası da onun kim olduğunu öğrenmek için peşinden gitmiş. Bakmış ki kız kendi evlerine giriyor. O da hemen eve girmiş. Çebiç üzerine oğlak postunu giyemeden kızı yakalamış, her şeyi anlamış: –A kuzum, ben senin böyle güzel bir kız olduğunu bilemedim. Beni affet, demiş. Çebiç ile kaynanası sarılıp barışmışlar. O günden sonra ailecek mutlu mesut yaşamışlar. Bu masal da burada bitmiş.
ÇEBİÇ KIZ
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
TUZ KADAR SEVGİ Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ülkenin birinde bir padişah ile üç oğlu yaşarmış. Padişah bir gün oğullarını huzuruna çağırıp demiş ki: –Oğullarım, beni ne kadar seviyorsunuz? Büyük oğlu demiş ki: –Seni dünyadaki bütün altınlardan daha çok seviyorum babacığım. Padişah bu cevaptan çok keyif almış. Büyük oğluna bir kese altın vermiş. Ortanca oğlu demiş ki: –Seni dünyadaki bütün ballardan, böreklerden daha çok seviyorum babacığım. Padişah bu sözden de çok keyif almış. Bu oğluna da bir kese altın vermiş. Derken sıra en küçük oğluna gelmiş: –Seni tuz kadar seviyorum babacığım, demiş. Bu sözü duyunca padişah hiddetlenmiş: –Vay sen beni nasıl tuz kadar seversin? Hiç mi sevmiyorsun beni, diye bağırmış. Sonra da cellatlara emir vermiş: –Çabuk bunu götürün, ıssız bir dağ başında kellesini vurun, kanlı gömleğini bana getirin, demiş. Neyse iki cellat şehzadeyi almış, ıssız bir dağ başına götürmüş. Ama şehzadeyi çok sevdikleri için ona kıyamamışlar. Cellatlar demiş ki: –Şuradan bir tavşan vuralım, kanını gömleğine sürelim, padişaha götürelim. Cellatlar dedikleri gibi yapmışlar. Padişah da oğlunun kanlı gömleğini görünce onun öldüğüne inanmış. Neyse bizim şehzade bir ata binmiş, altı ay bir güz yol gidip bir şehre varmış. İlk evin kapısını çalmış. İçeriden bir nine çıkmış. Oğlan demiş ki: –Nineciğim, beni evlatlık alır mısın? Benim kimim kimsem yok. Nine de yalnız bir kadınmış, onun bu teklifini hemen kabul etmiş. Oğlanın karnını doyurup yatağına yatırmış. Sabah olmuş, bizim şehzade pencereden dışarıyı izliyormuş. Halkın kalabalık halde bir yere gittiğini görmüş. Hemen nineye sormuş: –Nereye gidiyor bu halk? –Geçenlerde padişahımız öldü, bugün yeni padişah seçimi var. Halk seçim yerine gidiyor, demiş. –Biz de gidip onları seyredelim mi? –Eh olur, ama içlerine fazla karışmayalım. Bir kenardan bakalım. Neyse seçim meydanına varmışlar. Bu memleketin bir âdeti varmış. Bir talih kuşunu havaya salarlarmış, talih kuşu kimin başına konarsa onu padişah yaparlarmış. Kuşu salmışlar, kuş havada uçmuş uçmuş, gelip bizim şehzadenin başına konmuş. Bakmışlar ki kuş yabancı birinin başına kondu: –Biz bunu kabul etmeyiz, demişler. Seçimi ertesi gün yeniden yapmaya karar vermişler. Ertesi gün bizim şehzade seçim alanına gitmemiş, mezarlığın yanındaki bir taşın üstünde oturuyormuş. Halk yine talih kuşunu havaya salmış, kuş meydandaki kimsenin başına konmamış. Mezarlığa kadar gidip taşın üstünde oturan şehzadenin kafasına konmuş yine. Halk bakmış ki kuş yine aynı oğlanın başına kondu: –Biz bunu kabul etmeyiz. Yarın bir seçim daha yapalım, demişler. Ertesi gün halk yine seçim meydanında toplanmış. Kuşu havaya salıp kimin başına konacağını beklemeye başlamışlar. Kuş uçmuş uçmuş, evinin bahçesinde oturan şehzadenin başına konmuş yine. Halk bu sefer durumu kabul etmek zorunda kalmış: –Kuşu üçtür saldık, aynı oğlanın başına kondu. Bunda da bir hayır var demek ki. Biz bunu padişah yapalım. Neyse bizim şehzadeyi ülkeye padişah yapmışlar. Oğlan da padişah olarak çok güzel işler yapmış, halka kendini sevdirmiş. Aradan hayli zaman geçmiş; bizim genç şehzade orta yaşlı, sakallı bir padişaha dönüşmüş. Bir gün komşu ülkenin padişahını, yani babasını yemeğe davet etmiş. Babası bu teklifi kabul edip oğlanın ülkesine gelmiş. Oğul babasını hemen tanımış, ama baba oğlunu tanıyamamış. Neyse hoş beş etmişler, tanışmışlar falan. Misafirler gelmeden önce bizim oğlan aşçıbaşına emir vermiş: –Hiçbir yemeğe tuz atılmayacak, demiş. Akşam olmuş, yemeğe oturmuşlar. O akşam tuzsuz yemekleri yemişler. Ertesi akşam yine tuzsuz yemek yemişler. Babası dayanamayıp sormuş: –Sizin burada tuz yok mu? –Var elbet. Ama sen tuzu sevmiyorsun diye yemeklere tuz koydurmadım. Oğlan böyle dedikten sonra dayanamayıp kendini tanıtmış: –Vaktiyle “Seni tuz kadar seviyorum!” dediğim için beni cellatlara verip öldürtmek istemiştin. Ben senin oğlunum, demiş. Babası hatasını anlamış, oğluna sarılıp af dilemiş. Oğlu da babasının elini öpüp onunla barışmış. Bu masal da burada bitmiş.
Tuz Kadar Sevgi
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
ÜVEY ANA Bir varmış, bir yokmuş. Zamanın birinde bir köyde ana, baba ve kızı yaşarmış. Bir gün kadın ölmüş, adam da başka biriyle evlenmiş. Evlendiği kadının bir de kendi kızı varmış. Böylece kız, babası, üvey ana ve üvey kardeş birlikte yaşamaya başlamışlar. Ama üvey ana kendi kızını pek sevmekte, adamın kızını ise hor görmekteymiş. Üvey ana, bir gün iki kızı da yanına çağırmış. Kendi kızına bir ak yün, üvey kızına bir kara yün verip demiş ki: –Kimin yünü pırıl pırıl parlarsa o yarın evde kalacak, diğeri babasıyla dağa odun kesmeye gidecek. Kızlar hemen dere kenarına gelmişler. Üvey ananın kızı ak yünü yıkadıkça yünler pırıl pırıl parlamış. Diğer kız ise akşama kadar uğraşmış, ama kapkara yün nasıl parlasın? Akşam olmuş, eve dönmüşler. Üvey ana bakmış ki ak yün parlıyor, kara yün zift gibi duruyor. Üvey ana, üvey kızına demiş ki: –Sen yarın erken kalkıp babanla dağa odun kesmeye gideceksin! Aslında üvey ananın niyeti başkaymış. Kadın, üvey kızından kurtulmak istiyormuş. Önceleri kocası karşı çıksa da, artık o da durumu kabullenmiş. Kızı dağa odun kesme bahanesiyle götürüp orada bırakacaklarmış. Ertesi sabah baba ile kızı erkenden yola çıkmışlar. Giderken giderken çok uzak bir dağın başına gelmişler. Adam mahsustan odun kesmeye başlamış. Bir taraftan da kızı görmeden odun taşıyacakları eşeğin ipini çözmüş, eşek de kaçıp gitmiş. Baba, kızına demiş ki: –Kızım, bizim eşek ipinden kurtulup kaçmış. Haydi şunu bul da getir. Kız hemen eşeği aramak için babasının yanından ayrılmış. Adam da bunu fırsat bilip hemen oradan kaçmış, evine gelmiş. Kızı gittiğini anlamasın diye de bir ağacın dalına kuru kabak asmış. Rüzgâr vurdukça kabak tak tak tak diye ses çıkardığı için, kız babasının gittiğini anlayamamış. Sonunda kız eşeği yakalayıp geri gelmiş, ama babasını hiçbir yerde bulamamış. Akşam olmuş, hava kararmak üzereymiş. Ormanda yalnız başına kalan kız, ağlamaya başlamış: –Tak tak eden kabakçık, beni kandıran babacık; tak tak eden kabakçık, beni kandıran babacık! O sırada oradan bir avcı geçmekteymiş. Kızın ağladığını görünce yanına gelmiş ve kıza demiş ki: –Seni evime götürüyüm, evlen benimle. Kız mecburen bunu kabul etmiş, beraber adamın evine gitmişler. Adam kıza güzel elbiseler almış, giydirip kuşatmış. Bir iki gün içinde de düğün kurulmuş. Tam düğünün son gecesi bizim kız üzerindeki takılarla beraber evden kaçmış. Düğün telaşında gelinin kaçtığı hemen fark edilmemiş. Kız giderken giderken ileride ışık yanan bir ev görmüş, oraya sığınmaya karar vermiş. Burası cadı kadının eviymiş. Kız gidip kapıyı çalmış, cadı hemen onu içeri buyur etmiş. Cadı kadın kızın karnını doyurmuş, yatağını hazırlamış. Kız yatağına yatmış, ama yabancı bir evde hemen uyuyamamış. Aradan bir saat kadar geçmiş. Evin hanımının da hâlâ yatmadığını görünce kız sormuş: –Ebe sen niye yatmıyorsun? –Benim biraz işim var kuzum, sen yat. Cadı kadın gıcır gıcır bıçak biliyormuş. Kızı kesecek ya hani. Gıcırtıları duyar da kız uyuyabilir mi hiç? Kızın gözüne bir türlü uyku girmemiş. Biraz sonra kadına yine sormuş kız: –Ebe sen niye yatmıyorsun? –Dedemden kalma bulaşıkları yıkayacağım kuzum, sen yat. Kız iyice şüphelenmiş. Bakmış olacak gibi değil, yavaşça yerinden kalkıp yine düğün elbiselerini giymiş, evden kaçmış. İleride bir ulu kavak ağacı varmış, kavağa seslenmiş kız: –Eğil kavağım eğil de ben çıkayım! Kavak eğilmiş, kız üzerine çıkmış. Sonra yine seslenmiş: –Doğrul kavağım doğrul! Kavak geri doğrulmuş, kız taa yukarıya kadar çıkmış. Cadı kadın kızın kaçtığını fark edince hemen dışarı fırlamış. Çok geçmeden de kavağın üstünde olduğunu görmüş. Ama oraya bir türlü çıkamamış. Sonunda dayanamayıp kıza sormuş: –Kuzum, sen nasıl çıktın oraya? –Beline bir ip bağla, ipin ucunu da bana fırlat. Ben seni yukarı çekerim. Cadı ipin ucunu beline bağlamış, bir ucunu da kıza fırlatmış. Kız hemen ipi yakalamış ve cadıyı yukarıya doğru çekmeye başlamış. Cadı tam ağacın dalına uzanacağı sırada kız ipi birden bırakıvermiş, cadı yere düşüp ölmüş. Kız hemen kavağa seslenmiş: –Eğil kavağım eğil! Kavak ağacı yeniden eğilmiş, kız aşağı inip oradan uzaklaşmış. Giderken giderken Allah tarafından kendi köyünü bulmuş. Üzerinde hâlâ düğün kıyafetleri var tabii. Bahçelerinde bir horoz varmış. Horoz, kızı görünce bağırmaya başlamış: –Üürü üüü, allı pullu ablam geliyor! Üvey ana sesi duyunca horoza kızmış: –Git şuradan meret, sen başkasını görmüşsündür! Horoz tekrar bağırmış: –Üürü üüü, allı pullu ablam geliyor! Bu sefer evdekiler dayanamayıp dışarı çıkmışlar. Bir de bakmışlar ki gerçekten de kız geliyor. Hem de allı pullu gelin kıyafeti giymiş. Kızın babası, zaten kızını dağ başına bıraktığı için çok pişmanmış. Hemen koşup kızını kucaklamış. Sonra da üvey anayla kızını evden kovmuş. Baba kız yeniden mutlu mesut yaşamaya başlamışlar. Bu masal da burada bitmiş.
ÜVEY ANA
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
MINDILIMISTIK Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir köyde üç kardeş yaşarmış. Bunların anaları babaları yokmuş. Birinin adı Mındılımıstık, birinin adı Ayşecik, birinin adı da Fatmacık’mış. Bir gün üç kardeş odun toplamaya gitmişler. Ama köylerinden o kadar uzaklaşmışlar ki dönüş yolunu bulamamışlar. Yürürken yürürken karşılarına iki köy çıkmış. Birinde duman tütermiş, birinde köpek ürürmüş. Demişler ki: –Köpek üren yere gidersek köpek bizi yer. En iyisi duman tüten yere gidelim, belki karnımızı doyururuz. Duman tüten köye varmışlar, bir kapıyı çalmışlar. Meğer burası cadı karısının eviymiş. Cadı, kapıyı açıp da karşısında üç çocuk görünce pek sevinmiş: –Aman kuzum, gelin gelin kapıda kalmayın, demiş. Cadı hemen çocukların karnını doyurmuş, gönüllerini hoş etmiş. Sonra çocuklara yataklarını hazırlamış: –Haydi kuzularım, artık uykunuz gelmiştir, yerinize yatın, demiş. Çocuklar hemen yataklarına girmişler, cadı da onların iyice uyumasını beklemiş. Çocukları yiyecek ya hani, bir an evvel uyumalarını istiyormuş. Cadı dayanamayıp seslenmiş: –Kuzularım uyudunuz mu? Ayşecik ile Fatmacık ses vermemiş. Ama Mındılımıstık cadıya seslenmiş: –Ben daha uyumadım. –Sen hangisisin? –Ben Mındılımıstık. –Sen niye uyumadın kuzum? –Ebe, anam bana her gece bir çuval fıstık getirirdi, onu yer öyle uyurdum. Cadı karısı kilere gidip bir çuval fıstık getirmiş. Mındılımıstık fıstığı yiyip yatağına geri yatmış. Cadı karısı biraz sonra yine seslenmiş: –Kuzularım, hanginiz uyuyor, hanginiz uyanık? Mındılımıstık seslenmiş: –Yine ben uyanığım ebe, kardeşlerim uyuyor. –Sen niye uyumadın kuzum? –Ebe, anam bana her gece bostan yedirirdi, onu yer öyle uyurdum. Cadı karısı yine kilere gitmiş, kocaman bir bostan getirip kesmiş. Mındılımıstık da bostanı afiyetle yemiş, yerine yatmış. Cadı karısı biraz sonra yine seslenmiş: –Kuzularım, hanginiz uyuyor, hanginiz uyanık? Mındılımıstık seslenmiş: –Yine ben uyanığım ebe, kardeşlerim uyuyor. –Sen niye uyumadın kuzum? –Ebe, anam bana her gece dereden bir kalbur su getirirdi, onu içer öyle uyurdum. Cadı karısı, eline kalburu alıp doğruca dereye gitmiş. Ama kalbura koyduğu su aşağıya akıp gidiyormuş. Kalburda su durur mu hiç? Cadı karısı bakmış ki olacak gibi değil, kendi kendine söylenmiş: –Bu çocuk benimle eğleniyor herhalde. En iyisi mi gidip bunları bir güzel yiyeyim. Cadı karısı su getirmeye gidince, Mındılımıstık kardeşlerini uyandırmış ve onlara demiş ki: –Ev sahibi, cadı gibi bir şey. Bize kötülük yapacak. Hadi hemen buradan kaçalım. Çocuklar evden kaçmadan önce cadının ne kadar tenceresi, kedisi, köpeği varsa hepsini tutup çuvala koymuşlar. O çuvalları da kendi yataklarına yatırmışlar. Çocuklar evden kaçtıktan sonra cadı karısı dereden dönmüş, öfkeyle çocukların yattığı odaya girmiş. Onların yatağa koydukları çuvalları insan zannetmiş. Hemen eline bir sopa alıp çuvallara vurmaya başlamış. Bir taraftan da söyleniyormuş: –İşte böyle benim tencerelerim gibi tıngırdarsınız! İşte böyle benim kedim gibi miyavlarsınız! İşte böyle benim köpeğim gibi bağırırsınız! Biraz sonra sesler kesilmiş. Cadı karısı yorganı kaldırıp çuvalların ağzını açınca kırılan tencerelerini, ölen kedi köpeklerini görmüş. Cadının hiddeti iyice artmış. Hemen çocukların peşine düşmüş. Üç kardeş cadının yetişeceğini anlayıp derenin kenarındaki bir ulu kavağın tepesine çıkmışlar. Cadı karısı bunları görmüş, ama bir türlü ağaca tırmanamamış. Bakmış olacak gibi değil, çocuklara seslenmiş: –Kuzularım, oraya nasıl çıktınız? –Ebe yatak yatak üstüne koyduk da çıktık. Cadı hemen evine gidip ne kadar yatak varsa getirmiş, üst üste dizmiş. Sonra da yatakların üzerine tırmanmaya başlamış. Ama yataklar yumuşak olduğu için kavağa yetişemeden dengesini kaybedip dereye düşmüş. Cadı karısı oracıkta boğulup ölmüş. Cadının öldüğünü gören çocuklar kavaktan aşağıya inip yeniden cadının evine gitmişler. Yükte hafif pahada ağır neyi varsa yanlarına alıp yola düşmüşler. Giderken giderken kendi köylerine varmışlar. Üç kardeş o günden sonra cadının mallarıyla rahat bir hayat sürmüş. Bu masal da burada bitmiş.
Mındılımıstık
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
İYİLİĞİN MÜKÂFATI Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, köyün birinde bir adamla kızı yaşarmış. Adamın karısı öldüğü için bir süre sonra başka bir kadınla evlenmiş. Yeni evlendiği kadının iki tane de kızı varmış. Günler günleri kovalamış, zamanla kadının niyeti ortaya çıkmaya başlamış. Kadın üvey kızından kurtulmak istiyormuş. Hatta bir gün kocasına demiş ki: –Bu kızını evde görmek istemiyorum! –Yahu hanım, sen böyle diyorsun da, ben kızımı nereye götüreyim. –Vallahi ben bilmem, nereye götürürsen götür. Ama onu artık burada görmek istemiyorum. Yoksa ben giderim. Adam karısının dırdırına dayanamayıp bir gün kızını bir dağ başına bırakıp gelmiş. Kız orada beklemiş beklemiş, ama babası geri gelmemiş. Mecburen ormanda kendi başına yaşamaya başlamış. Ormandaki hayvanlara iyilik yaptığı için, onlar da kıza yiyecek getiriyormuş. Bir gün kaplumbağa ters dönmüş, kız hemen onu düzeltip ölmekten kurtarmış. Başka bir gün rüzgârda kuşların yuvası daldan aşağıya düşmüş, kız hemen yuvayı yerine koymuş. Diğer bir gün karınca yuvasını sel basacakken kız yuvanın önüne set yapıp karıncaları kurtarmış. Böyle böyle zaman akıp gitmiş. Günlerden bir gün iyilik yaptığı hayvanlar, bu kızı alıp nehrin arka tarafına götürmüşler. Orada bir mağara varmış. Mağarada da iki tane su akarmış. Suyun biri simsiyah zift gibiymiş, diğeri ise sapsarı altın gibiymiş. Hayvanlar kızı sarı akan suyun içine sokmuşlar. Kız bir anda kirinden pisinden kurtulup pırıl pırıl parlamaya başlamış. Adeta bir prenses gibi olmuş. Sonra aynı hayvanlar, kızın aile hasreti son bulsun diye onu evine kadar getirmişler. Babası kızı görünce pek bir sevinmiş: –Kaç gündür pişmanlıktan uyuyamıyordum. İyi ki geri geldin kızım, demiş. Baba kız sarılıp hasret gidermişler. Ama üvey ana, evden kovduğu üvey kızının güzeller güzeli bir kız olarak döndüğünü görünce onu yine kıskanmış: –Hele anlat, nasıl bu hale geldin, demiş kıza. Kız da başından geçenleri bir bir anlatmış. Üvey ana, kızın güzelliğini o kadar kıskanmış ki kendi kızlarının da onun kadar güzel olmasını istemiş. Hemen iki kızını da üvey kızının dediği yere göndermiş: –Siz de bunun yaptıklarını yapın, dünya güzelleri olarak geri dönün, demiş. Üvey ananın iki kızı yola düşmüş, az gitmiş uz gitmiş o ormana ulaşmış. Ama diğer kızın yaptığı hiçbir iyiliği yapmamışlar. Kaplumbağa yolunda giderken hayvanı ters çevirmişler. Rüzgârda kuşların yuvası daldan aşağıya düşünce yuvayı iyice bozmuşlar. Karınca yuvasını değnekle iyice eşeleyip dağıtmışlar. Ormandaki hayvanlar bu kızlara çok sinirlenmiş. Onları alıp nehrin arka tarafındaki mağaraya götürmüşler. Ama bunları altın gibi akan suya değil, zift gibi akan suya sokmuşlar. Kızlar kapkara olup çıkmışlar. Nehirde ne kadar yıkansalar da bir türlü karaları çıkmamış. Mecburen bu halde eve dönmüşler. Anaları, kızları bu halde görünce üvey kızını suçlamış yine: –Sen benim kızlarımı kandırdın, seni burada görmek istemiyorum, demiş. Bunu duyan adam artık dayanamamış, kadınla iki kızını evden kovmuş. O günden sonra baba kız mutlu mesut yaşamışlar. Herkes ettiğini bulmuş, bu masal da burada bitmiş.
İYİLİĞİN MÜKÂFATI
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
ELMA BAHÇESİNDEKİ DEV Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ülkenin birinde bir adam ile üç oğlu yaşarmış. Bu adamın kocaman bir elma bahçesi varmış, geçimini elma satarak sağlarmış. Ama her sene elmalar olduğunda bir dev gelip elmaların yarısını yermiş. Sonunda adam dayanamayıp oğullarına demiş ki: — Oğullarım, bu devi artık yakalayıp öldürmemiz lazım. Yoksa her sene rızkımızın yarısını yiyip bitiriyor. Sırayla nöbet bekleyin, devin bahçeye geldiğini gören onu öldürsün. Büyük oğlu demiş ki: — Baba bu gece ben bekleyeyim, devi yakalayıp öldüreyim. Gece olmuş, oğlan bahçede devi beklemeye başlamış. Çok geçmeden de dev bahçeye gelmiş. Ama oğlan devin heybetini görünce korkusundan bir şey yapamamış. Dev bir ağacın bütün elmalarını yiyip gitmiş. Ertesi gün ortanca oğlan demiş ki: — Baba bu gece de ben bekleyeyim, devi yakalayıp kılıcımla öldüreyim. Gece olmuş, oğlan devi beklemeye başlamış. Beklerken beklerken bir köşede uyuyakalmış. Dev yine gelmiş, başka bir ağacın bütün elmalarını yiyip gitmiş. Ertesi gün sıra en küçük oğlana gelmiş: — Baba bu gece de ben bekleyeyim, devi öldürüp hepimizi bu dertten kurtarayım. Yine gece olmuş, küçük oğlan ok ve yayı elinde devi beklemeye başlamış. Çok geçmeden dev bütün heybetiyle görünmüş. Oğlan devin bahçeye girdiğini görünce bir ok atmış, devi kolundan yaralamış. Canı yanan dev kaçmaya başlamış. Oğlan hemen eve gelip babasına ve kardeşlerine haber vermiş: — Kalkın kalkın, devi yaraladım. Gidip yakalayalım.  Hep beraber bahçeye gelmişler. Bakmışlar ki yerde devin kan izleri var. Babaları demiş ki: — Oğullarım, bu izleri takip edip devi bulun ve öldürün. Üç kardeş, kan izlerini takip ederek hayli bir zaman yürümüşler. İzler bir kuyunun başına varınca bitmiş. Büyük oğlan demiş ki: — Şu ipi belime bağlayım, siz de beni aşağıya sarkıtın. Dediğini yapmışlar. Büyük oğlan kuyunun içine doğru azıcık inince bağırmaya başlamış: — Yandım anam! Beni hemen yukarı çekin! Büyük oğlanı yukarı çekmişler. Ortanca oğlan demiş ki: — Bu sefer de ben ineyim. Hemen onu belinden iple bağlayıp kuyuya sarkıtmışlar. Biraz sonra o da bağırmaya başlamış: — Yandım anam! Beni hemen yukarı çekin! Kardeşleri hemen ortanca oğlanı da yukarıya çekmişler. Sıra küçük oğlana gelmiş. Küçük oğlan demiş ki: — Yandım desem de beni kuyuya sarkıtmaya devam edin. İpi bu sefer küçük oğlanın beline bağlamışlar, yavaş yavaş kuyuya sarkıtmaya başlamışlar. Biraz sonra küçük oğlan da: — Yandım anam, diye bağırmış. Ama kardeşleri onu kuyuya indirmeye devam etmişler. Derken küçük oğlan kuyunun dibine inmiş. Bakmış ki burada iki tane oda var. Odalardan birine girmiş, karşısına üç tane güzel kız çıkmış. Kızlar demişler ki: — Ey yiğit, sen buraya niçin geldin? Burada bir dev var, biraz önce yaralı halde geldi. Seni görmesin, öldürür vallahi. — Onu ben yaraladım. Şimdi de yarım kalan işimi bitirmeye geldim. Dev nerede? — Yandaki odada. Oğlan hemen yan odaya gitmiş, zaten kan kaybından yorgun düşen devi bir darbede öldürüvermiş. Sonra kızları da yanına alıp kuyunun ağzına gelmiş. Kardeşlerine bağırmış: — Devi öldürdüm. Burada üç tane de güzel kız buldum. Önce onları yukarı çekin. Şu gelen büyük kız, büyük abim için. Oğlan, büyük kızı belinden ipe bağlamış, abileri de onu yukarı çekmişler. Sonra küçük oğlan yine bağırmış: — Şu gelen ortanca kız, ortanca abim için. Oğlan hemen ortanca kızı belinden ipe bağlamış, abileri onu da yukarı çekmişler. Sıra küçük kıza gelmiş. Küçük kız, oğlana demiş ki: — Yiğit, sen benden önce çık. Ben ablalarımdan daha güzelim. Kardeşlerin beni görünce, seni kıskanıp burada bırakabilirler. — Yok yok, benim kardeşlerim öyle şey yapmaz. — Yiğit, sen yine de şu iki saç telimi al. Ben çıkınca kardeşlerin seni burada bırakırsa, bu saç tellerimi birbirine sürt. Bir kara koyun ile bir ak koyun gelir. Sakın kara koyuna binme, o seni yerin yedi kat dibine götürür. Ak koyuna binmeye bak, o seni yeryüzüne çıkarır. Küçük oğlan, küçük kızı da belinden ipe bağlamış: — Şu gelen küçük kız da benim için. Abileri hemen küçük kızı da yukarı çekmişler. Bakmışlar ki bu kız hepsinden güzel: — Küçük kardeşimiz bize oyun etti. Çirkin kızları bize verip güzel kızı kendine aldı, demişler. Sonra da ipin ucunu kuyudan aşağıya fırlatıp küçük kardeşlerini orada bırakmışlar ve eve dönmüşler. Babalarına ise küçük kardeşlerinin öldüğünü söylemişler. Küçük oğlan, ipin aşağıya düştüğünü görünce abilerinin maksadını anlamış. Ne yapacağını düşünürken aklına kızın verdiği saç telleri gelmiş. Hemen telleri birbirine sürtmüş, gerçekten de bir ak koyun, bir de kara koyun çıkıp gelmiş. Sonra koyunlar aralarında kavga etmeye başlamışlar. Oğlan ak koyuna bineceğim derken, o karışıklıkta kara koyuna binivermiş. Kara koyun da oğlanı alıp yerin yedi kat dibine götürmüş. Orada gizli bir ülke varmış. Oğlan etrafta gezinirken bir ev görmüş, gidip kapıyı çalmış. İçeriden yaşlı bir nine çıkmış: — Sen kimsin oğlum? — Ben Tanrı misafiriyim nine, beni evine alır mısın? Nine oğlanı eve almış, oğlan da başından geçenleri nineye bir bir anlatmış. O sırada dışarıdan bir kalabalık geçiyormuş. Oğlan sormuş: — Nine bu adamlar nereye gidiyor? — Oğlum buralarda bir dev var, suyun başını mesken tuttu. Her seferinde bir insanı kurban veriyoruz, dev o insanı yiyene kadar su alıyoruz. Yarın da padişahın kızı deve kurban verilecek. Ahali onun yasını tutuyor. — Ben o devi öldürürüm nine, sen merak etme. Ertesi gün padişahın kızıyla birlikte bizim oğlan da devin yanına gitmiş. Dev ikisini birden karşısında görünce pek sevinmiş: — Nasibim iyiye katlandı, demiş. O sırada oğlan, arkasına sakladığı oku çıkarıp devi başından vurmuş. Dev oracıkta ölüvermiş. Padişahın kızı, elini devin kanına bulayıp oğlanın omzuna basmış, böylece oğlanın omzunda bir nişan olmuş. Padişahın kızı hemen saraya dönmüş, babasının yanına varmış. Padişah sormuş: — Kızım sen nasıl kurtuldun? — Bir delikanlı gelip devi öldürdü, beni de kurtardı. Onun kim olduğunu bilmiyorum, ama devin kanıyla omzuna bir nişan koydum. Padişah hemen bir tellal çıkarmış, köydeki bütün gençleri huzuruna çağırmış. Sonra da tek tek hepsinin omuzlarına bakmış. Derken bizim oğlanın omzundaki kan lekesini görmüş, onu tanımış. Padişah, oğlana demiş ki: — Dile benden ne dilersen. — Canının sağlını dilerim padişahım. Oğlan saraydan ayrılmış, bir ağacın altında gölgelenmeye çekilmiş. O sırada bir hışırtı duymuş. Bakmış ki çift başlı bir yılan ağaca tırmanıp kartalın yavrularını yiyecekmiş. Anaları yanlarında olmadığı için yavruları koruyacak kimse de yokmuş. Oğlan yine okunu eline almış, bir atışta yılanı öldürmüş. Oğlan yılanı öldürdüm diye sevinirken kartal ötelerden çıkıp gelmiş. Oğlanı elinde okla görünce yavrularını öldürecek zannetmiş, oğlanın üstüne hücum etmiş. Yavrular dile gelip bağırmışlar: — Anaa anaa, o bizi yılandan kurtardı. Kartal yerde yılanın ölüsünü görünce yavrularına inanmış. Oğlana demiş ki: — Dile benden ne dilersen. — Ne dileyeyim, canının sağlığını dilerim. — Yok yok olmaz, sen benim evlatlarımı kurtardın. Benden bir şey iste. — Beni yeryüzüne çıkarabilir misin? — Çıkarırım, ama bir şartım var. Bana kırk batman et, kırk batman su getir. Ben de seni yukarı çıkarayım. — Tamam, olur. Oğlan, hemen padişahın yanına gelmiş: — Padişahım, sen bana ne dilersen dile dediydin, hatırladın mı? Bana kırk batman et, kırk batman su lazım. — Tamam yiğit, istediğin bunlar olsun. Hepsini hazır bil. Oğlan biraz sonra kırk batman et ile kırk batman suyu alıp kartalın yanına varmış. Kartal demiş ki: — Bir kanadıma eti, diğer kanadıma suyu koy, sen de ortaya otur. Cak dediğimde et vereceksin, cuk dediğimde su vereceksin. Oğlanla kartal yola çıkmışlar. Cak cuk, cak cuk, cak cuk derken yeryüzüne çıkmışlar. Oğlan kartala veda edip hemen evine doğru yola çıkmış. O gün de küçük kız ile abilerinden birinin düğünü varmış. Küçük kız, iş uzasın diye damada demiş ki: — Bana bir çift ceviz kabuğundan, bir çift de altından ayakkabı yaptır. Yoksa senin karın olmam! Düğün devam ededursun, damat gelinin dediği ayakkabıları yapacak kunduracıyı aramaya çıkmış. Ama hiç kimse bunu yapamamış. Küçük oğlanın daha düğünden haberi yokmuş, biraz para kazanıyım diye bir ayakkabıcıya çırak girmiş. O gün de abisinin gelin için yaptırmak istediği ayakkabılardan haberi olmuş. Ustasına demiş ki: — Ustam müsaade et, ben bu ayakkabıları yapayım. — Oğlum nasıl yapacaksın? Bu imkânsız bir şey! —Sen şimdi eve git, sabaha hazır ederim usta. Usta evine gitmiş, oğlan tek başına kalınca küçük kızın verdiği kılları cebinden çıkartıp birbirine sürtmüş, sonra da dileğini söylemiş. Bakmış ki önünde bir çift ceviz kabuğundan, bir çift de altından ayakkabı belirivermiş. Ertesi gün oğlan, ayakkabılarla düğün evine gitmiş. Aradan hayli zaman geçtiği için oğlanı kimse tanıyamamış. Zaten öldü diye biliyorlar ya. Oğlan ayakkabıları geline vermiş. Gelin, sihir olmadan bu ayakkabıları dünyada kimsenin yapamayacağını bildiği için, gelenin küçük oğlan olduğunu anlamış. Küçük oğlan gelinin yanından çıkıp babasıyla abilerinin yanına varmış. Babasına başına gelenleri bir bir anlatmış. Babası, onu kuyuda bırakan diğer kardeşlere pek kızmış ve onları evden kovmuş. Bu sefer davullar küçük oğlan ile küçük kız için çalınmaya başlamış. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Elma Bahçesindeki Dev
Karaman
İç Anadolu Bölgesi
Bi varmış bi yokmuş. Mızıkacılar varmış bi. Bi eşşek varmış. Eşşek yaşlanmış, terk edilmiş. Giderkene yolda köpek ile karşılaşmış: ̶  Köpek demiş, ne var? nö yok? Köpek gardeş: ̶  Ben terk edildim sahibim tarafından. İş görmez hale geldim. Beni terk ettiler, demiş. Hadi, beraber yola düşiyler. Giderkene bi kediye rastlıyolar. ̶  Ne var kedi gardeş? demişler. Kedi: ̶  Ee ben avcılık yapamaz oldum. Sahibim tarafından terk edildim, demiş. ̶  Hadi sen de gel bizimle, demişler. Giderken bunlar, bi üçü beraber, bir horoza rastlıyolar. Horoza: ̶  Ne var horoz kardeş? deyiler. Horoz deyi: ̶   Ben sahibim tarafından terk edildim, deyi. Yaşlandım, deyi. İş görmez hale geldim, deyi. ̶  E gidelim hadi dördümüz beraber, deyiller. Bunlar gediyler bi yola çıkıylar, varıylar. Gide gide bi eve varıyler bunlar. Eve bi giriyler. Eve girdiklerinde bunlar, herkes evden gaşmış, kimse yokmuş. Ne varsa yemişler, işmişler bunlar. Ordan sahibi bi geliyi, Allah Allah hiş bi şe yok. Bi bakıy, bi şe ışıldıyo. Ev sahibi: ̶  Bu ne acaba ışıldayan? deyi. Bi sigara basıy ışığa. O ışık kedinin gözüymüş. Bunlar saklandıkları yerden bi çıkar, vur dekme, vur dekme ev sahiblerine. Ev sahibini çıkarmışlar bunlar. Mızıkacılar o evin sahibi olmuş.
Bremen Mızıkacıları/Dört Hayvan
Muğla
Ege Bölgesi
TIN  TIN KABACIK Eveli iki öksüz çocuk varımış. Biri Fatma, biri Yusuf. Fatmacık ve Yusufcuk olarak geçiymiş. Bunların bi üvey anası varmış. Üvey anası gabullenememiş çocukları. Bubaları: —Hadi çocuklar bu gün sizinle dağa oduna gidelim, demiş. Oduna gidiyler bi gabak aliyler ellerine bi ağacın dalına gabağı asiyler. Bubaları: —Bu gabağı tıngırdatın ben gelcem, demiş. Gidiyi bubası bi da dönmeyi. Çocuklar gabağı tıngıra tıngırtmış. Çocuklar: —Tın tın gabacım beni aldıtan bubacım. Tın tın gabacım beni aldıtan bubacım, diye diye ağlamışlar. Ağlarlarmış. Ondan sora, bağrışa, çağrışa varıyler. Ondan sora, bi goca garının yanına variyler. Yaşlı bi nenenin yanına. Neneye bi bakiyler bi kesteneden çocuğu varmış. Kesteneden çocuğu, nine suya sokuyomuş. Kesteneden yani böcek. Bunu suya sokup duruymuş. Ordan nene: —Gelin gelin çocuklarım, demiş. Çocukları getiriyi. Nene bi yere gitmiş. Nene gittiğinde bunlar çocuğu suya sokacak olmuşlar. Çocuğu suya sokacakları zaman nene durdurmuş. Bunları kesip yiyecemiş nene. Nene suyu gaynatmış. Nene bi yere gittinde suyu bi dökiler nenenin çocuğunun üstüne. Nenenin çocuğunu yakmışlar. Bi gaçiyler, nene arkasında, onlar önde. Ordan bi yere ta variyler. Eveli onlara bi nenenin biri bi ayna, bi darak, bi de sabun veriy. Hindi* onlara yardım eden nene: —Başınız sıkıştı mı bunları atın, demiş. Ordan bunlar çayın ortasında sabunu suya atıylar. Nene bunların arkasından gaçıymış. Sabun taş olmuş ve taşa basarak suyu geçmişler. Nene demiş: —Nerden geçtiniz siz ora? Çocuklar: —Bu daşa bastık da geçdik, demişler. Nene sabuna bi basiyi, su götürmüş neneyi. Bi bakmışlar çocuklar gine nene geliy.Bu sefer darağı atmışlar, bi orman olmuş. Gine geçiyler çocuklar. Nene demiş: —Nasıl geçdiniz? Çocuklar: —Çatallarla basa basa geçdik, deyiler. Gine geçiyler, bi de aynayı atıyler, bi değirmen olmuş. Değirmene variyler ora. Nene demiş: —E siz nasıl geçtiniz? Çocuklar: Değirmenin boğazını yaladık da geçi verdik, demişler. Goca garı bi yalamış orda dilini düşürüvermiş. Masal da burda bitmiş. *hindi: Şimdi
Tın Tın Kabacık
Muğla
Ege Bölgesi
MASAL NO:4 ŞAH MEHEMET Zemanında bir padişah varmış. Bu padişahın da bir tek bir kızı varmış dünya yüzünde. Kimselere denişmez, kız çok kıymatlı. Bir gün-oralıkta da düyürcü kürsüsüne gelir otururlarmış-bir keriye demişler ki: -Bu kızı bize Allah’ın emrinden iste. Gelor keri düyürcü kürsüsünün üstüne oturor. Padişah dor kine: Bu keri ne dor? Üç gün gelor keri. İşte düyürcü kürsüsüne oturor. O zaman oğlanı moğlanı sormazlarmış. Dor ki: -40 deve yükü altın isteyin. Bir altından sini, altın arpa, altın buğda, içinde altın bir tavık kekerek gelici. Eynen sarayımın karşısında sarayım kimi bir saray isterim. Bunu yaparsa veririm, yapmazsa vermem. Keri geldiyinden keriye sölorlar. Keri gidor oğlana sölor. -Peki ani başım üstüne, dor.  40 deve yükü yerine 800 deve yükü altın salar. Altın sininin içinde tavıklar, horozlar gider, kekerek. Hazine dolar. Sebehten padişah her gün kağar güneşe doğru dururmuş. -Aman gözüme noldu, gözüme noldu? Gözü kamaşor padişahın. Bakor kine bir ev yapılmış, gennin evini neylemeli. Ondan bin kat güzel. Altınlardan yapılmış. Gümüşlerden yapılmış bir saray. -Bu kimin? demişler. -İşte oğlan, kızımıza yaptırdı. -Eh, kağorlar kızı gelin hemamına götürollar. Bakollar ki hemamda böyük bir yılan, evran, nere getse yılan karşısına çıkor. -Aman ben bundan korkorum, dor kız. -Kızım, herifin bu, kocan bu, dollar. Akşam olor, gelin eve gelor. Yılan karyolanın üstüne yator. Neyse aradan birkaç gün geçor,yılan bir babayiğit olor. Kıza dor kine -Bak benim bele olduğumu heç kimseye sölemicin. Aramızda kalıcı bu, dor. -Aramızda kalmazsa beni yitirin, dor. -E, dor kız da. Padişahın bir koşusu varmış, o koşuya herkeş gidollar. En önde bu oğlan atın üstünde gidor. Herkeş bu oğlana bakor. Kıza dollar: -Seni baban şele bir babayiğide vermedi, bir yılana verdi. Bu yılandan sen ne anlıyıcın? Neyse kızın hırtlağına keder çıkor. Üç gün sonra: -İşte bu benim kocam, dor. Bele dedi mi hemen oğlan gelor dor kine: -Bizim şeyimiz bitti. Senin gözün berk değilmiş. Ben artık senden vazgeçorum. Demir çarık delinece demir çöyen eyilenece, başında kuşlar yuva kurana keder beni bulaman, dor. -Aha Alasmarladık, dor. Hepsini koyor gidor. Ne keder ağlor, ne keder yalvarorsa kızcağız, oğlan dor kine: -Yoook,bitti artık, dor. Koyup gidor Bir gün, beş gün kız dor kine:             Ya ben bulurum yârımı             Ya terk ederim diyârımı           -Ben giderim kocamın arkası sıra.           -Kızım etme eyleme, bir demirden çarık yaptıror. Bir demirden çöyen yaptıror. Eline alor, başına bir erkek asbabı, geyinor asbabını çekor. Az gidor, uz gidor, seneler boyu gidor bu kız. Heç demir çarık delinir mi? Seneler geçor. Bir gün bir suyun başına geçor. Yiyecek de yok. Yolda gördüğü otlardan şundan bundan yiyor, oturor. Gelor suyun başına oturor. Ağlamaya başlor. -Benim ne yazım, ne kederim varmış. Keşke ben onu söylemesem ne vardı. deyi. Bakor kine ayağını çeviror, bakor kine çarığı delinmiş. -Eyvah dor, artık gezecek helım da kalmadı. Ayağıma tikenler bator. Çöyene bakor ki(deyneğe) deynek de eğilmiş. Elini başına ator ki başında güverçinler yuva yapmış. Cücük çıkartmışlar. Oturor, ağladığı yerde bakor kine biri gelor. -Aman sen geldin mi? dor. -Geldim, dor. Herifimiş. Genni karşılor. Dor kine: -Şindi seni anam gilin yanına eletsem anam seni bir çeynem sakkız eder. -Ya nedim? dor. -Anamın her memesi bir omzunda, sağ memesi sol omzunda; sol memesi sağ omzunda atmış oturor. Giden, dor, -Den kine sağ memesine yapışak, sol memesine yapışak derken ağzına bir çeynem sakkızı ver, otur elini öp, dor. Neyse gelor, kız bakor ki her memesi bir omzunda oturor. Bir o memesinden emor, bir o memesinden emor, ağzına sakkızı veror, kerinin elini öpor, oturor. -Eee, dor, -Bu bizim Şah Mehemed’in düzeni, dor. -Sağ mememden emmesedin, sol mememden emmesedin, ağzıma sakkızı vermesedin, ben seni şimdi bir çeynem sakkız ederdim, dor. -Bu kim oğlum? dor. -Neblim, dor, -Tanrı misafiri, dor. Anasına söyleyemor. Neyse oğlanın davılı kurulmuş, deyzası kızını alıcılar. Düyün dernek kurulmuş. Oğlan dor kine: -Ben bunu almam, Genler dor kine: -Deyzan kızını mehekkak alıcın. Düyün olucu. Buna dollar ki: -Yeri get de falan dağın arkasında bacım var, bacımdan genni çalıp genni söyleyeni al gel. Kağor gidor, yavrım ne yol bilor ne iz bilor. Genni çalıp genni söyleyeni alıp getirici. Oturor ağlor. -Niye ağlon? dor. -Anan bene dedi kine get genni çalıp genni söyleyeni al getir dedi bene.  Elime de bir mektup verdiler. dor. Mektubu oğlan açıp bakor ki -Öğlen gelirse öğlen yi, ikindinde gelirse ikindinde yi. Akşam gelirse akşam yi genni bacım. Koma genni ha. Genni gözümüze göstertme. Oğlan mektubu yırtor ator. Yazor ki: -Öğlen gelirse öğlen bırakın, ikindin gelirse ikindin bırakın, akşam gelirse akşam bırakın, dor. Kıza da dor kine -Aha şu dağın arkasına çıkan, dor, -Giden aşşağıya enen bakan kine, dor, -Bir tikenli yer. Bir kan deresi akor, Aman peh kurbanlar olam, ne güzel akor, bal kimi eyni deyi otur başına, dor. -Aman nasıl rengi var, nasıl güzelliği var, de. O sene bir yol verir. Ordan geçen giden. Bakan ki bir irin deresi akor. Ona da den kine: -Aman ne keder güzel, babam evinin yağı kimi, babam evinin balı kimi, deyi onu da sev, dor. -O da sene bir yol verir. Bakan kine bir böyük tarla, tarlanın içine girilecek hal yok, tikenler dolu. Ayaklarına batar, seni öldürür o tikenler, dor. De kine: -Uy kurbanlar olam, ne güzel yaratmış sizi yaradan Allah, gül kimi babam evinin gülü kimi deyi al bir tene başına dak, sene yol verir. Oralıktan geçen giden, bakan kine bir at bir tene de köpek var. Köpeğin önünde ot, bir kucak ot, atın öyünde de bir şakka et.  Hemen de kine dor, -Uy, bunlar yinir mi? itin önünden otları al, atın öyüne ko; atın öyündaki eti itin öyüne ko. -Kurbanım heyvan size de, dor. Ordan gelin bakan kine deyzam evde. -Deyzaaa! de. -Anamın seye selamı var. Genni çalıp genni söyleyeni Şah Mehemed’i everorlar onu istorlar. -E  der, dor. Aha seye bir mektup, mektubu alır der kine dor, -İçeriye girim de okuyum, sen burakta bekle. Genni dişini bileylemeye giror. Sen bak kine bir tazar var, tazarın üstüne evvelden küp korduk, o tazarın üstünde bir kutu var. Hemen kucakla al kaç. Ne kedek çağırırsa ne kedek bağırırsa bırakma, dor. -Heç sene karışamaz. dor. -Kaç al buraya getir, dor. Gelor aynı bakor kine bal deresi akor, yağ deresi akor. Bunların hepsine -Aman kurban olam ne keder güzelsin, babam evinin yağı kimi, babam evinin balı kimi. Onlar genne yol veror. Tikenli yere gelor. -Aman ne güzel tikenli güller, ne güzel, dor, başına dakor, göğsüne dakor. Gelor bakor kine atın öyünde et; itin öyünde ot. Onu ona, onu ona çeviror. Eve gelor, -Deyzaaa! dor: -Ne kurban, dor. -Aha sene anamın selamı var, seye mektup yolladı, genni çalıp genni söyleyeni vermelimiş, -Gel kurbanım deyzam, hele bekle girim okuyum, sen şurakta bekle. -Bekliyim deyza zatı ben de yoruldum, dor. Kağor bakor kine içeriye hemen giror, eşşikten geçor, kutuyu alıp kaçor. Keri bunu göror, arkasına ulaşamor, dor kine: -Öyüne bir şey çekildi sanki kerinin. Çağıror kine ata -Tut! dor, -Sen benim öyüme eti kodun. dor, -Köpeeek, onu tut ta kevirtme ha! dor. -Heyyaaa! dor, -Sen benim öyüme otu kodun, Ben ot yir miyim? dor. -Bu bene et kodu. dor.  Kız oralığı geçor. Ordan geçer bakar kine işte yağ deresi, bal deresi, onlara der kine: -Tutun yağ deresi tuuut! -Yoook, tutamam. Sen günde kaç sefer yüzüme tüküron, -Aman kan deresi tuut! -Yoook, tutamam. dor. Oralıktan kaçar kız evine gelir oturur. -Bu genni çalıp genni söyleyen neymiş, hele bakım? dor. Bir düymesine basor, herhal o zaman televizyon varmış.  Biz bilmorduk, açar bakar kine kimi çalor kimi söylor, kimi oynor. -Peh ne güzel. Şindi bunu geri kapadıcı, kapadamor. Ağlamaya başlor. Oğlan gelor. -N’oldu? -Aha ben şunun şurasını dürtüklerken şunlar içinden çıktılar. Ben bunları tutup geri içine koyamorum, dor. Hemen oğlan düymeyi bükor, kızın eline veror.  -Yeri al get, dor. -Aha ani, dor. -Bee, dor. -Kele niye seni bırakmış? dor. -Neblim, verdiler. dor. Düyün olor, gelin gelor, güveyi içeriye giror. Kıza dor kine: -Şindi bunlar seni bir çeynem sakkız eder, etini pölüşemezler, dor. -Ben bunu bilabar dıkarım, dor. -Yoook, dıkaman. dollar. -Gelinden güveyinin arasında bunun ne işi var? -Dıkmorsanız ben de giderim, dor. Neyse gidor oğlan Kız uyuduktan sonra buna dor ki: -Kak, kaçak. Herkes uyuyup uykuya daldığından kaçıp gidollar. Çok yol alollar. Bir yerde ağacın altında oturollar. Bir de bakollar ki -Amaan! dor kız -Bir böyük kırmızı bulut gelor Şah Mehemed, dor. -Aboo, o deyzam, dor. -Gelinin anası, dor. -Şindi gelirse bizi öldürür, dor. Kağor bir kestel yapor genni de üstüne bir tas olor oturor. -Aha burda bir çeşme varmış, şuraktan bir su içim de geri gidim, dor. Eline tası alor, tas şıp deyi içine düşor. Elini tasa ator. -Eh, başını bağrını yisin suyun, dor. -Yallah, dor, koyup gidor.  -Bee, yolda ne gördün? dollar. -Yolda çeşme vardı. Bir de tas üstünde, neye elimi attımsa olmadı. -Biri kız, biri de oğlandı, dor. -Niye sen şey etmedin dor öteki.  Kağor öteki deyzası bir beyaz bulut olor. -Aboo! dor. -Bir beyaz bulut gelor Mehemed, dor. -Nedek, dor. Kağor kızı bir bahça edor, genni de bir bahçacı olor. Enor. -Bahçacı, bahçacı! dor. -Şurdan bir kızdan bir oğan geçti mi? dor. -Amaan, dor, -Tametesler olmadı, bibere bu sene kurt girdi, su yoktur. dor. Ben şaşırdım nedeceğimi. Ne iston anam ne iston? dor. -Bir kızdan bir oğlan buraktan geçti mi? dor. -Vallahi bu sene heç berşi kazanamadım. Gene de ne istorsan verim sene, dor. -Yeri  le’net sene de balcanına da tametesine de. dor. -Hele ne gördün? dollar.  -Bir bahçacıdan bir bahça, ne kedek dedimse dor, -Dediler ki berşi kazanamadım, gene de ne istorsan verim sene. dediler. -Verin ben gidicim, dor anası. Bir kara bulut olor, bir kara bulut olor, artık kömür kimi. Bunlar da gene bir yerde oturollar.  Dor kine: -Aboo, Şah Mehemet, bir kara bulut gelor kine nasıl? -O anam işte heç bizi affetmez, dor. Nedek? Kağor oğlan bir ağaç olor. Kızı bir ağaç edor, oğlan da bir yılan olor üstüne dolanor. Keri gelor oralığa giror. -Eee! Şah Mehemed! dor. -Bunu sene koymam, dor.  O zaman ağacın yapraklarını keri alor alor koparor keri, koparor ator. -Ani ani, dor. -Bak ben senin bir tek oğlunum, dor. -Gel ya beni öldür ya da ikimizi de öldür, dor. -Ani eğil de şu dilinden billakma öpüm, sonra ne edorsan et, dor. Keri dilini çıkarığından keri, hemen dilini sokor. Keri oralıkta sizlere ömür. Keri ölor. Bunlar da kağor gelollar. Gele gele gene eyni memlekete gelollar. 40 gün 40 gece düğün dernek olor. Oğlandan kız evlenor işte. Yidik içtik hocaya gettik.        
Şah Mehemed
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Bir oduncu varmış. Bu, oduncu adamcağız her gün oduna gider. Genç, babayiğit amma, evlenecek durumu yok. Kakmış bir gün oduna vururken paltayı vurmuş, içinden bir güzel kız çıkmış. Artı saçları belinin ortasında ayın 14’ü kimi parlor. — Ben sene çıktım oduncu. demiş. Oduncu eve almış gelmiş bunu. Nikehlerini kıymışlar, evlenmişler, seneler geçmiş. Bir gün padişahtan vezir geçerken kapının önünden geçerken bakor ki bir kadın damda asbap seror. Vezire dor kine — Abooo, ben bu kadına eşşığ* oldum, bunu bene nedersen edicin alıcın, dor. — Padişahım! dor, senin padişahlığına yakışır mı birinin avradını elinden alıp da koynuna koma olur mu? dor. — Genden berşiler* iste, — Ya vermezse? — Genni öldürüp avradını alırık. Neyse dor kine: — Ne isteyek? dor. — Bir gül isteyek, dor. — Zemherinin gününde. Herkes koklasın, 40 tabur eskerim koklasın, gene de gazel olmasın. Çağırırlar oduncuyu. Oduncu gelir, ben berşi etmedim., der. — Bir gül getiricin, zemherinin gününde. Hepimiz kokluyucuk, gene gazel olmucu. Eve gelor dor kine: — Bunu nerden bulak eksik? dor. — Aha bele bele, dor. — Of herif! dor, — O döyyüs bene eşşığ oldu, dor. — Beni senin elinden alırlar. — Heç korkma, dor. — Benim çıkarttığım ağaca get, paltayı vur, bacım gelir. Bahçadan sene bir deste gül kopartsın versin, dor. — Eh, adam gelor, gene eyni ağaca bir tene paltadan vurduğundan — Hoşgeldin enişte! deyi bir kadın çıkor. — Gel içeri gir, dor, — Yok! dor, — İşte bacın bele bele, dor. Bir deste örnek örnek gül koparıp eline veror. Tam dediklerinden. Bir tene koklor elinde on tene olor, bir tene yaprağı dökülmor. — Olmadı buna bir çare bul, dor. Dor kine: — Bir salkım üzüm getirsin. Şu zemherinin gününde. Biz yiyicik, ahali yiyici, 40 tabur esker yiyici, gene de bitmici. Adamı çağırollar. Gelin dor ki: Bacımgil bu sene bağ ekmişlerdi, gene get oraya, bacım üzüm istedi, de, dor. Neyse üzümü de veror. 40 tabur esker yiyor, genni yiyor, gene de üzüm bitmor. — Bunu nedersen edicin bene bir yol bulucun, dor ki: — Yeni doğan bir çocuk olucu, sözümüze söz verici. Yeni doğan çocuk laf bilir mi? — Bunu istiyek genden. Gene gelor padişah, oduncuyu çağırollar. Gelor adam. Bize bir uşak vericin, sözümüze söz verici. dorlar. Oğlan gelor eve — Aha bele bele*...dor. Avradı da: — Bundan kolay ne var? Ben geldiğimde bacım aş yerordu, dor. — Herhalda şindik doğurdu, dor. — Hele yeri bak get, dor. Gelor adam gene ağaca bir tene vurduğundan bu sefer kadın gece kalor çıkmada. Duror beklor, neçe sona* — Aman enişte, dor. — Senden yüzüm kara. Elini öper bir oğlum oldu, dor. — Ver, onu deyzası* istor, dor. Hemen genni kundağa saror, sonra gene çapıda saror. — Yeri götür, dor. Götüror, daha göbeği üstünde, yeni kesilmiş. Alor deyzası uşağı öpor, — Aman, dor, bizi kurtar, dor. — Sen kaygısız ol deyza, dor uşak. Getiror padişahın yanına. — Otuttur hele şura, dollar. Uşağın her iki geçesine yastığı koyollar. Bakollar ki daha göbeği üstünde, yeni kesilmiş. Oturor, — Padişahım, dor. — Siz söyleyin ben mi dinliyim, ben söyleyim, siz mi dinliyiciniz? dor. — Nasıl uşakmış? Sen söyle biz dinliyek, dollar. — Ben memede uşaktım, babam eletti beni, küspeci düyenine* koydu. Ustam küncüyü yudu, serdi. Bene de oğlum, şu küncüyü bekle, dedi. Kaktım beklorum, öteden bir serçe geldi. Küncüden bir tene aldı kaçtı. Ben bunun arkasından kaçtım. Bir ağacın üstünde serçeyi tuttum, hırtlağını çektim. Serçeyi bıraktım, küncüyü aldım, ustamın yanına geldim. Aha usta geldim, dedim. Yeri oğlum, o da senin olsun, dedi. Ustam bene o küncüyü verdi, dedi uşak. — Küncüyü getirdim, döydüm. Bir geçeye şireyi* aktı, bir geçeye yağı aktı. Bir geçede küspesi kaldı. Eğer eniştemi sıkıntıya korsan, genleri üzersen, bir şeyler söylersen bir yanına demiş, şiriyini* akıdırım, bir geçeye küspeni yığarım. Bir geçeye de tehneni* akıdırım, demiş. — Karışma, demiş. — E al da get, demişler. Uşağı kucağına almış getmişler. O günden sonra da padişah bir daha bunlara karışmamış. *eşşığ: Aşık *berşi: Bir şey *bele bele: Böyle böyle *neçe sona: Nice sonra, çok sonra *deyzası: Teyzesi *küspeci düyeni:  Küspeci dükkanı *şireyi: Şırası *şiriyini: Şıranı *tehne: Tahin        
Oduncu ile Padişah
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Zamanla bir padişah varmış. Padişah her gece kağar bahçaya bakar, vezire dermiş ki: — Hele bizi bir dinleyen var mı, dinlemeyen var mı? — Bu gece çıralar yanmasın, derse heçbir evde çıralar yanmazmış. — Şu iş olmucu, olmazmış. — Hele bizi dinleyen var mı? Herkes çırasını söndürmüş evde oturor. Kakmışlar dışarda gezollar. Bir yağmır, yerden mi göyden  mi? Şemsiye felan almamışlar. Sovuk bir gece. Gelmişler bakmışlar ki bir dükkanda bir ışşık var. — Aha, demişler, — Burda bir ışşık var.  Adam cölhemiş, — Tık tık tık, şal dokor, çarşaf dokor. Kapıyı çalmışlar. — Hele aç baba aç, demiş. — Kapıyı açım, bir kehve bişirsem içer misiniz? — Kehven senin olsun. — Çay bişirsem içer misiniz?  — Kehven çayın senin olsun. Hele kapıyı aç içeri girek.Yağmırdan donduk demişler.  Adam gelmiş,kapıyı açmış, genleri içeriye almış, padişah demiş kine: — Baba baba ikiden nasılsın?  — Üçden eyiyim, demiş. — Er geleydin, er geleydin. — Er geldim amma el aldı, demiş. Birez oturmuşlar, kağıp gidiciler artı.  Zeman geçmiş, demiş: — Sene bir kaz göndersem yolabilin mii?  — Ooo! Pek alasını bilirim, demiş. Kakmış gelmişler, sebeh olmuş. Padişah demiş:  — Vezir,  — Buyur padişahım, — Akşam vahtı gettiğimiz yere ben genne ne dedim, genni bene ne dedi, demiş. — Sen dedin ki: — Er geleydin, er geleydin.  — Er geldim amma el aldı. — İkiden nasılsın, dedin. — Üçten eyiyim, dedi. — Sene bir kaz göndersem yolabilin mi, dedi. O da: — Pek alasını bilirim, dedi. Kağor dor kine: — Bunun manasını bene anlayıp gelicin, dor. — Söyledim, amma, bunun da bir manası var, dor. — Bunu bene anlayıp gelicin, dor. Gelor adam, vezir dor kine: — Nedon, eline sağlık? — Hoş geldin kurban dede, gel otur, dor. — Akşamki geleni tanıdın mı, dor. — Mısafır Tanrı mısafırı, kim gelirse gelir, dor. — Hoş geldi, sefa geldi. Aha sen de geldin. Hoş geldin sefa geldin. — O adam padişahtı. — Kim olursa olsun oğlum, dor. — Padişah sen ne dedi, sen ona ne dedin? — Ko şura 100 altın, dor. — Aman, dor, — Ne deycin ki 100 altın verim. — İster ko, ister koma. — Eh, 100 altını koyor, — Söyle, dor. — Yok, sebehe, dor, iki gün gelor gidor, dor kine: — Ne dedi padişah sene? — 100 altın daha ko, dor. — 100 altın daha ko, dor. 100 altın daha koyor. O gün de beklor. Devlisi gün de gelor, dor kine: — Ne dedi? — Ko şura 100 altın daha. 100 altın daha koyor. Olor 300 altın. Padişah içeri girdi dedi kine: — Er geleydin er geleydin, Yani er evleneydin de bir oğlun olaydı. Sene yardım ederdi, diye söyledi, dor. — Ben de dedim kine: — Er geldim amma(er evlendim amma) kız evladım oldu, onu da el aldı, ele getti, dedim, dor. — Ya ikiden nasılsın, dedi. — Yani iki ayağından eve gidip gelebilon mu, dedi bene, dor. — Ben de gene dedim kine, dor: — Elime deyneyi alırsam üçden eyiyim, dedim, deynekten yerorum, dedim, dor. — Ya dedi, sene kaz göndersem yolabilin mi? — Bene yüreyi acıdı. Baktı ki perişanım, helım yok, seni bene gönderdi. Günde 100 altınını aldım. Aha 300 altın, seni yoldum, sen de kazsın.        
Padişahla Cölhe
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
  PAMUK PRENSES Zamanında bir kız varmış, bir anası, bir babası. Bu kızcağız bir gün bunların da bir geçileri varmış, bu kız geçileri, oğlakları, kuzuları dolanırmış bu kızcağız. Anası südünü yidirir, yoğurdunu yidirirmiş. Günlerden bir gün kadın ölür, kız anasız kalır. Adam netsin beçere? Kağor evlenor. Busefer bu, kızı gözüne zıd edor anası. Genni de gelor üç tene kız doğuror. Üç kızdan sonra bunu meydana ator. İster şu işi tut, ister şu işi yap. O zaman çıkrık eyirirlerdi. Bir batman pammığı verirmiş. -İlle bunun hepsini böyün eyiricin. Kız ağlaya ağlaya, anası genni eve koymaz, bir mağaraya ener, geçilerden koyunlardan bilabar. Geçi der kine: -Gel bacım, der.  -Ben yiyim sen de arkamdan sar. Pammığı yir, arkasından iplik olur. Sarar getirir, sarar getirir, üç kilo, beş kilo, analık genne ne verirse hem geçi yiyor hem de iplik eyiror. Bir gün iki gün anaları ölor. Eni konu analığın eli altında kalor. Bunlar düyüne gidiciler. Bakor kine avrat geçi her gün şeyi yiyor.  Arkasından da ipliği saror.             -E, ben bu geçiyi kor muyum? dor.  Kağor geçiyi boğazlator.             -Amaan, bu beni boğazladıcı amma bu etim genlere zehir olur, dor.             -Heç yiyemezler, dor.             -Sen etimi kavır, çevir, ko. Karnımı boşalt, bağırsaklarımı, neyim varsa genlerin atacaklarını her hepsini al, çıkına çıkınla, getir bu mağaraya ko, dor.             -Bir yere gettikleri zaman hemen geyin kuşan get, dor.             -Ne geyinicim? dor.             -Sen nedicin, karışma, dor. Bunlar geçiyi boğazlollar, bir sokum alollar etinden, zehir. Genleri boyor, yimollar. Bu kız kağor genni kavıror, kebap edor, şeylere dolduror, hepsini oturup yiyor. Hem kavıror hem yiyor. Neyse bu, ötesini berisini de gömdü. Gömdükten sonra, bunlar bir düyün varmış, düyüne gidiciler. Düyüne kağor gidollar, sen de dollar kıza bir tas bulgur ahtaror, bir tas mercimek ahtaror. Dor ki:             -Bunu bunun içinden seçicin ayırıcın, dor. Nasıl ayırsın?  Onu tek tek mehsim hem ağlor, hem ayıror. Biri dor kine bir ses gelor:             -Bunu niye ayıron yavrım? dor.             -Kak! dor.             -Bunu bir geçeye at, bir tas ondan bir tas şundan ko, get.  Sen de düyüne get, dor.             -Ben ne geycim, ne geyinicim? dor.             -Taman geçi sene eyle dediydi, dor. Geçinin gömdüyü yere gelor bakor kine bir kürk manto, deri, içindeki karın birez berşiler olmuş,  artı heç gözler görmedik. O bağarsıklar, kollarına bilezik olor, boynuna setler olmuş. Setleri dakar, bilezikleri dakar, bu kız geyinir kuşanır.  Bir çente altın elinde gelir. Düyüne girer. Girer girmez gençler ayağa kağar, dülbeki çalanlar bunu karşılamaya gidellermiş. Bir pençe altın ator hemen zillidefin içine. -Ooof! Bunu alır baş köşeye kollar. Bunlar oturollar.             -Bizim kıza benzor amma bizim kız nerden bulucu? dollar. Bunun öyüne yimekleri koyollar, güzel yimeklerin içinde. Sinileri koyollar, gemikler içinde. Gemiyi atar atmaz kızın gözüne deyor. Bu kızın bir gözüne deyor. Gözü birden bire kör olor.             -Keza oldu anam keza oldu. Bu kağor hemen eve gelor. Bunlar ağlıyı sızlıyı eve gelollar. Bakollar ki kız evde oturor.             -Aman noldu bacım noldu?             -Nolucu, bir münafık oruspu geldi, aha bele bele etti. Ağlollar oturollar. Neyse bir gün günlerin birinde dollar kine padişah oğlu bir şey edormuş.  Kağor bu kız kağor gidor arkaları sıra bu kız da geyinor kuşanor gidor. Gidor oralıkta padişah oğlu kimseleri görmor. Şu (Pamuk prensesin bazarı-onun gibi-) bu kızı göror, bundan enor,  bundan kağor.             -Sen kimin kızısın?             -Ben buralı deyilim. Benim babam bir bezirgandı. Ben burdan ele geçordum. Aman babamın şindik vahtı geldi,  deyi kız kağor eve koyup geleceyi zaman ayakkabısı yola düşor. Oğlan ayakkabısını bulor, alor gelor. Kapı kapı gezdirollar. Bu kızınkine, ötekininkine sokollar, bu ayakkabı girmor. Bunların evine gelor.             -Başka kız var mı?             -Yok! dollar.             -Yok, ne kızı, üç tene kızım var. Neyse bu da çıkor,             -Taman burakta da varmış, dolar. Bunun ayaklarına dakollar kine kilit kimi gelor. Padişah oğlu bunu alor, koyor gidor. Onlar da ele yaşor gidollar.                      
​​​​​​​Pamuk Prenses
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
                 Vaktiyle bir memlekette bir Keloğlan varmış. Bu Keloğlan’ın anası hangi dükkana çırak koyorsa bir türlü baş edemorlar. Sonra kağor bunu bir memlekette bir boyacının yanına koyor. Keloğlan’ın ustası kağor Keloğlan’a bir yumak ip veror. Buna 10 para da veror. dor  ki:             -Bak Keloğlan şu yumağı götürüp boyacıya boyattırıcın fakat bu 10 parayı geri getiricin. dor. Keloğlan gidor boyacıya adam boyor, çıkarıp veror Keloğlan’a. Keloğlan dor ki:             -Eyi boyanmamış. Adam bir daha boyor.             -Gene olmamış. Bir daha boyor gene boyor. Boyacı dor ki;             -Ben senin maksadını bilorum. Bu 10 parayı geri iston. Ben 10 parayı geri vermem, şunu ben akşama keder boyarım. Akşama keder boyaya batırıp batırıp çıkaror. Gene dor ki Keloğlan:             -Olmamış. Bu, bir ay devam edor. Boyacı da eynatlaşor. -10 parayı vermem, bunu boyarım. Bu boyacı nihayet tiksinor elinden heste düşor. Düyeni kitlor. Evde yatağa düşor heste olor. Şimdi bu Keloğlan ne yapor? Hemen kağor bir beyaz elbise geyor gelor. Bu boyacının kapısının öyünde -Doktorum, hastalara bakarım, şunu ederim, bunu ederim. deyerekten, -Hemen gel, dollar.             -Şurda hestemiz var, şuna bir bak. Keloğlan içeri giror, başucuna gelor dor kine:             -Bak heste oldun. Sen şu on parayı ver, bu dekke seni kurtarım. dor ki:             -Ben gene bu 10 parayı vermem. Kağor Keloğlan buna billakma bayıltıcı bir şey koklador, adam bayılor. Dor ki:             -Bu ölmüş. Kağollar bunu defnetmeye. O zaman haşhaşlar varmış. Ölüleri haşhaşlara yani geniş bir yere atarlarmış. Kağorlar bu boyacıyı o haşhaşa atollar.Gelor Keloğlan boyacının yanına akşam gelip yator. Keloğlan bunu uyaror, dor ki:             -Bak sen heste oldun öldün, 40 senelik ölülere karıştın. Şu 10 paramı ver, dor. Boyacı dor kine:             -Ben 100’er senelik ölülere de karışsam gene bu 10 paranı vermem.             -Nolucu? Eyle konuşurken akşamlığın böyük bir kervan basmışlar, o kervandan bir çuval dolusu altın gasp etmişler. dollar ki:             -Bunu nerde pölüşek, nerde pölüşek? Bütün bu Kırk Heremiler gelollar.             -Gelin şu ölülerin yattığı haşhaşta pölüşek. Keloğlan’dan boyacının yattığı yere gelollar. Kağollar birer altın ikişer altın, beşer altın, neyse pölüşollar, pölüşollar. İki kişiye bir altın kalor Kırk Heremilerden. O dor kine ben alırım, öbürü dor kine ben alırım. Kırk Hereminin başkanı dor kine:             -Şurda yeni yatan bir ölü var. Bunu kim bir kılıçta ikiye pölerse o altını o alsın. Kırk Heremi kağor kılıcı çekor, Keloğlan’ı şindi pölmek isteyip de kılıncını kaldırdığı kimi Keloğlan:             -Dur, ne bok dökon? Dediyi kimi Kırk Heremilerin 40’ı birden kaçollar, gidollar.  Keloğlan kağor bir çuval altın var,  boyacıyı da kaldıror.  Kağollar bunu pölüşollar. Keloğlan dor kine:             -Bak sene yarım torba altın, şu 10 paramı ver. Boyacı dor kine:             -Şu çuvalın hepsini versen o 10 paranı vermem. O zamana keder biz heberi kimden alak? Kırk Heremilerden. 40 Heremiler dollar kine:             -Biz bu keder gasp ettik. Bu keder şey getirdik, bu keder gözü açığık, biz ölünün hoop, demesinden kaçtık. Birisini gönderek hele, dollar,             -Bu ölü netti, noldu? Adamın birisi gelor Kırk Heremilerin. Başını uzador. Bakor haşhaş içinde ne var deyi. Bunlar da münakaşa edollar, -10 paramı ver, -Vermem, deyerekten. Hemen kağor bakor ki boyacı bir baş, bir fes, hemen Kırk Hereminin başından fesi kapor, Keloğlan’a dor ki:             -Aha 10 paranın yerine bir fes. Kırk Hereminin fesi. Kırk Heremi gelor başkanlarının yanına.             -Noldu? dor.             -O keder ölü kakmış, o keder ölü kakmış kinem, dor,             -Bir çuval altından ölünün bir tenesine 10 para düşmemiş, benim fesimi verdiler ona,          dor.  
Boyacı ile Keloğlan
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
              Deve tellallık ederken, eşşek hemballık ederken, o yalon bu yalan fili yuttu bir yılan. Bu da mı yalan? Ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallar iken bir varmış bir yokmuş, zamanında bir Keloğlan varmış.  Keloğlan’ın saçı yokmuş. Keloğlan birgün beş kuruşluk pakla almış, yimek bişirmeye getmiş. Bir suyun kenarında yirken paklanın biri suya düşmüş. O da son lokmasımış. Düşerken o ağlamaya başlamış.             -Paklacığım, son lokmacığım, demiş. Bir kız çıkmış sudan.             -Niye ağlon? demiş Keloğlan’a.             -Paklam düştü, onun uçun ağlorum.             -Yerine sene bir eşşek verim de bin get, demiş. Kakmış genne suyun içinden bir eşşek çıkmış, eşşeyi eve getirmiş. Geldiyi yerde gelmiş kapıyı döymüş. Anası:             -Kim o? demiş.             -Aç, ben geldim, demiş.             -Bu ne oğlum, bu eşşek nerden geldi? demiş.             -Valla, paklam suya düştü, ağladım, bir kız çıktı sudan, bu eşşeyi verdi bene demiş.             -Kapıyı aç içeri girek, demiş. Kapıyı açmış keri içeri dıkarken “çuu” falan deyi deynekten vurmuş. Eşşekten bu sefer dışkı yerine altın dökülmüş. İçeri dıktığı kimi             -Aman oğlum, mıkeyek ol bu eşşeye, demiş. Birgün kakmış Keloğlan hemama getmiş. Şimdi motorlardan gidolor, teksilerden gidilor. O zamanlar eşşekten giderlermiş hemama. Eşşeyi bağlamış hemamın öyüne. Başka insanlar gelmiş eşşeyin yanına. Evvel yıkanıp gelen adamın birisi eşşeyi öne yitmiş Keloğlan’ın eşşeyini. Genni eşşeyini öye çekmiş. “Çu” deyi yittiyi kimi adam, bakmış ki eşşeyin fışkı yerinden altın dökülor. Keloğlan’ın olduğunu da bilmor. Hemen genni eşşeyinden deyiştiror. Eve gelmiş Keloğlan.             -Kapıyı aç ani! açmış.  Neyse eşşeye “çu” dor,  fışkı dökülmüş.             -Eyvah çaldırdık eşşeyi! dor. Kakmış beş kuruşluk pakla almış getmiş suyun kenarına. Gene yirken bir tenesi suya düşmüş. Suya düştükten sonra gene ağlamaya başlamış Keloğlan. Gene o kız çıkmış.             -Niye ağlon? demiş.             -Paklacığım, son lokmacığım, suya düştü o da. demiş. Çirçir evvelden vardı. Pammık koyup kolunu çevirirdik. Şimdi tabi fabrikalar var. Tutmuş genne çirçir vermiş. Eve getiror, bir gözüne çiyit koyor, öbüründen altın çıkor. Pammığı öte yüze çıkor.             -Aman ani ha, bunu vermicin kimseye. Ben eşşeyi deyiştim. Komşular duymuş bunu.  Kakmışlar bir gün komşunun biri gelmiş:             -Deyza acı şu çirçiri ver de bizim pammığı çekim gelim. demiş. Çiyidi komuş çekmiş, altın çıkor. Hemen getirmişler bir çirçir almışlar. Keloğlan’ın evine gelmişler.             -Aha çirçirin, demişler. Bu sefer Keloğlan gelor çekirdek çıkor çirçirden. Gene getmiş ağlamış, 5 kuruşluk pakla almış ağlamış. Kız kovmuş genni.        
Keloğlan ile Su Kızı
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
            Bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş, çok demesi günahmış. Bir kadının iki tene kızı varmış. Bu kadın kakmış iki tene kızı varmış. Bu kadın kakmış birini külhancıya* vermiş. Birini padişaha vermiş. Bu padişah zengin, külhancı fıkaramış. Zaman geçmiş külhancının avradı yüklü olmuş.  Demiş kine:             — Evde berşi*yok doğuracak, ne yiycik ne içicik? Aş yeror* eksikceğiz*. Kağor bir gün göynü eşkili yehni istemiş,             — Kağım bacımgile gidim de bene bir eşkili yehni bişirsin, demiş. Kakmış eksikcağız bacısıgile getmiş.             — Göynüm bir eşkili yehni istor, demiş.             — Gel bacım, demiş. Kakmış bunlar eşkili yehniyi yimiş yimişler. Ne’ne* sini tavlamışlar, küftelerini yuvarlamışlar, akşamüstü olmuş, yimekler konucu. Tak tak kapı döyülmüş. — Kim o? — Beni bacın gönderdi. Enişten seni istormuş. — Be’ nedici beni enişten? — Neblim bacı, çağıror, demiş. Eksikceğiz kakmış getmiş.             — Kele herif, niye beni çağırdın?             — Ben çağırıp mağırmadım eksik, demiş. O gece yatmış eksik gözünün yaşı akarak. Aradan bir hefte geçmiş. Göynü bir yoğurtlu küfte istemiş.             — Kağım şu bacıma gidim de bene bir yoğurtlu küfte etsin. demiş. Kakmış gelmiş.             — Kele bacım, göynüm bir yoğurtlu küfte istor, demiş.             — Acık bene bir kaşşık bişir, demiş. Kakmış bişirmişler, etmişler, ne’nesini öfelemişler, tam yimek yiyici “tak tak” kapı çalınmış.             — Beni bacanağın gönderdi.  Be’ aman geçen seferki kimi oldu. Aha eniştem istor seni, demiş. Kakmış gözünün yaşı akarak eve gelmiş.             — Niye istedin beni? demiş.             — Ben isteyip mistemedim, bacın yalan söylor. demiş. Nese, gelmişler yatmışlar, sebeh olmuş. Kakmışlar Allah’ın rızk ettiğini yimişler, içmişler, gelor gidor bu eksiğin ancısı tutor.             — Herif, demiş.             — Ağrım tuttu. Ebe parası yok.  Anca bir ekmek alıp yiyollar.             — Şu hemamcıdan hemamın enehterini iste de gidim ben hemamda doğurum. Gelmiş:             — Acı şu enehteri ver de benim hanım içerde doğurucu.             — Eh, peki, demiş. Enehteri almış hemamcıdan getirmiş, hanıma vermiş. Kadın içeri tek başına girmiş. Eksik doğurucu. İçerden iki tene adam üç tene kadın çıktı. Geldiler bunu aktardılar, çevirdiler, doğurttular. Bir kız, arı sili.             — Kele aman bacım, ne güzel! demişler. Geydirmişler, kuşatmışlar, kucağına vermişler. Biri demiş ki:             — Ağladıkça inci mercan saçılsın. Güldükçe yanağında gül bitsin. Yürüdükçe çayır çimen bitsin. Biri de demiş ki:             — Çimdikçe altın olsun. Bunlar gözden def olmuşlar. Hemen eksikcağız uşağı bağrına basmış. Sebeh olmuş. Herif çakır çakır kapıyı açmış. Gelmiş:             — Al herif, demiş.             — Çimdir, Hemen çimdirmiş. Altınlar donmuş. Toplamış torbaya koymuşlar. Hemen :             — Herif, bunu sat getir. Parasına öteberi alak. demiş. Hemen herif kuyumcuya eletmiş bunu satmış. Gelirken yiyecek, geyecek almış. Çocuğa bezler almış. Getirmişler, çocuğu güzelce belemişler. Kağor hemen herife:             — Bir güzel ev al, demiş. Hemen güzel bir ev almışlar. Oraya daşınmışlar. Amma bu sefer bacısı bunları duyor kuduror.             — Ben gider sorarım bacıma, demiş. Gelmiş:             — Kele bacım size nerden bunca servet, demiş.             — Birden bire bele nasıl yüze çıkdınız? demiş.             — Aha, demiş,             — Niye saklıyım, aha bele bele oldu. demiş.             — Duvar yarıldı üç tene kadın çıktı, her biri berşi* söyledi. Çimdikçe altın çıkor, götüror satoruk. demiş.             — Getiror harcoruk. demiş.             — Ondan zengin olduk. demiş. Hemen getmiş eve bunları anlatmış.  9 ay 9 gün derken avrat yüklü olmuş.             — Karşı hemamdan enehteri al gel de gidip ben de hemamda doğurum. demiş. Getmiş hemamcıdan enehteri almış. Getmiş, bunlar da avradı hemen hemama komuş, kapının öyünde de padişah oğlu durmuş. İçerden duvar yarılmış, üç tene adam çıkmış. Gelmişler bu bir kız doğurmuş. Yumuşlar arıtmışlar, bunun kucağına vermişler. Biri demiş ki:             — Ağladıkça daşlar saçılsın. Biri de:             — Yeridikçe arkasından tiken bitsin. Öbürü de:             — Alnında bir eşşek kuyruğu bitsin, demiş.             — Kestikçe uzasın, demiş. Kakmışlar iki çocuk da böyümüş. Külhancının kızı ta gide gide Çin padişahının oğluna dayanmış. Günlerde geç, heketlerde er, padişah oğlu:             — İlle gider ben bu kızı alırım, demiş. Dolanı dolanı bunlar burağı bulmuşlar. Gelmiş kızı istemişler. Almışlar vermişler, aradan aylar geçmiş. Bu kız gelin gidici.             — Kele bacım ben gidemem, eyip, demiş.             — Acı sen get, birkaç gün de otur gel. demiş. İşte bunlar muafalara binmişler. Bacısı genni hep bilabar getmişler. Yarı yola geldiyinden:             — Bacı birez dolma ettim, al yi, demiş. İki tene yimiş.             — Kele deyza ne kedek duzlu yapmışsın, demiş.             — Acı su ver bir damla su. demiş.  Sonra iki tene daha dolma yimiş. Üçüncüyü de yimiş.             — Acı su ver. demiş. O da :             — Su ne gezer? demiş.             — Gözünü bene verirsen sene su veririm. demiş. Kız bakmış ki ölücü. İki gözünü deyzasının eline komuş. Bir tas su içmiş. Bakmış ki bir nehir. Hemen nehire yitmiş kızı, asbaplarını almış. Birkaç tenesini genni kızına geydirmiş. Süslemiş püslemiş genni* oturmuşlar.             — Yallah! demişler. Hemen padişah bunları karşılamış. Güzelcesine gelini yokarı çıkartmışlar. Padişah oğlu da çıkmış yokarı. Kız ağladığından gözünden ataşlar çıkmış.             — Aboo! demiş.             — Ben bunun yüzüne bakamam. Hemen aşşağı enmiş, anasına demiş ki:             — Alıp geldiyiniz gelin bu mu? demiş.             — He, demiş.             — Dünya ürbeti. demiş.             — Aman oğlum, senin gözünde eyle, bu kız dünya güzeli.             — Hayır ben bunun yanına getmem de bene hanım olmaz da. demiş.  Nese aradan aylar geçmiş, seneler geçmiş, oturollar bereber. Gelelim kör kıza. Bu mehsim gide gide bir erığa dayanmış. Bahçacı gelmiş kine bir kız oturor, dünya güzeli. Hemen bunu kaldırmış, eve getirmiş. Bunu yumuşlar, arıtmışlar.             — Aman kızım, noldu sene?             — Heç, nehire düştüm, gözüm görmedi deyi. Hemen bunu çimdirmişler, bakmışlar kine altın doldu.             — Aman kızım, demişler. Hemen altınları bir kuyumcuya götürüp satmışlar. Kız evde oturor. Aradan seneler geçmiş. Anasından öteki kız padişahın yanında oturollar. Padişahın oğlunu beklollar. Padişahın oğlu çıkmor. Nese bir gün kıtlık olmuş, kimselerin elnde artık yiyecek kalmamış. Padişahın hazinesinde atlara yiyecek kalmamış. Demiş kine:             — Atları dağıdım da herkes beslesin, demiş. Bahçacıya kız demiş kine:             — Baba get bir tene de sen al gel. demiş. Bahçacı getmiş:             — Bir tene de bize ver padişahım. demiş.             — Sen nasıl besliycin?             — Bir kızım var evde o besliyci. demiş. Getmiş kine iki dizi kırılmış bir at yator ahırda. Neyse bunu sürüyü sürüyü alıp eve getirmişler. Alıp getirdikleri kimi hemen kız bunun başını sığamış güzelcesine. Hemen yerimiş. Arkasından çayır çimen bitmiş. At yimiş genni dolanmış, at yimiş genni dolanmış. Bir yaz bunun arkası sıra dolanmış. Kış da geçmiş. Yaz da geldiyinden bahar gelmiş. Padişah:             — Şu atları bir toplıyak. demiş. Atları toplamışlar, ala güzelcesine.             — Baba! demiş.             — Gülüm de yanağımda güller bitsin, bu gülleri “Göz deymesi için eyi gelir.” deyi çığır, sat, demiş.             — Belki, demiş,             — Gözümü bulun da biz de onu yerine koruk.             — Ha ha, demiş kız. Gül açmış, bekkeden kesmiş, halbıra komuşlar. Bahçacının eline vermişler. Padişahın köşkünün altında:             — Gül var, gül var! deyi satmış. Eyilmiş anası demiş kine:             — Neçiye saton?             — Gözden satorum anam. demiş.             — Ee, gözü nerden bulak babam? demiş.             — Hanı taman teyzenin kızının gözü vardı nettin onu?             — Çentemde duror. demiş. Hemen çıkartmışlar bir çift gözü:             — Ala babam. demişler. Halbırdan gülleri komuş, gözü alıp yallah olmuş bahçacı. Hemen getmiş:             — Aha kızım. demiş.             — Peki baba, getir ver. demiş kız. Kız bahçada ağacın altına getmiş, yatmış, bir küççük kuş gelmiş başı ucuna.             — Kele bacım şu kız ne etti de deyzasına bu bele oldu? demiş.             — Sağ gözünü sağ gözüne; sol gözünü sol gözüne ko. Elinde gözü duror.             — Biz kaktığımızdan bir yaprak düşer, bu yaprağı gözüne sıkıp kosa biiznillah şifa bulur. Amma bu kız dilimizden anlamaz ki! Bu kız bunu anlamış. Hemen yaprağı almış sağ gözü sağ göze sol gözü sol göze komuş. — Bismillahirrahmanirrahim demiş sığamış yaprakları üstüne komuş. Üç dekke sonra gözünü aça ki ne aça! Her pancar kimi göz şele olmuş bu sefer. Güzelliğinin üstüne bir güzellik daha katılmış. Kakmış atını yularından tutmuş,yeri ha yeri. Çimenler çıkor efil efil*, at yiyor. Gelormuş gidormuş bahar gelmiş. Padişah:             — Herkeşin atını topluycum ben, demiş. Dellallar çığırmış. Herkeş atını toplamış, saymışlar bir tene eksik.             — Bir tene de bahçacıya verdikti padişahım,             — Hele noldu, öldü mü kaldı mı?             — Ölücüdü zatan. demişler. Getmişler bahçacının kapısını döymüşler.             — Yok, demiş,             — Ölmedi, beslendi. Aha biz besloruk, demiş. Getmişler padişaha bele demişler. Kız ata demiş ki:             — Eyer seni almıya geldikleri vakıt padişah oğlu gelmeden kağıp gidersen elimden yidiğin gözüne dizine dura. demiş. At başını sallamış. Gelmiş demiş ki:             — Aha atı çıkarın. At yator. Kılbeçten vurmuşlar,             — Kak, demişler, imkanı yok kakmor. Padişah:             — Niye kakmor? demiş. Padişah oğlu gelip ahıra bakmış kine her tüyünden bir yağ damlor.             — Kak heyvan, demiş. Ne keder demişse kakmamış. Padişahın oğlu:             — Bunu kim besledi? demiş.             — Hele gelsin o kaldırsın, belki kağar, demiş.             — Kızım padişahın oğlu geldi seni çağıror, gelip atı kaldırmealımışsın. demiş. Hemen gelmiş, güzelcesine geyinmiş, saçlarına süsler komuş, artık pırıl pırıl. Ordan salınıp geldiyinden kız depikden bir tene ata vurmuş.             — Kak, demiş.             — Sehebinden ne heyir gördüm ki senden görüm? demiş. Heyvan hemen silkinip ayağa kakmış. Padişah bundan bir hesse kapmış.             — Bu ney? demiş. Alıp atı getirmişler. Oğlan bunu anasına sölemiş. Anası da: —  Hele bahçacıyı çığır da sor, ney bunun ma’nası? demiş.             — Hemen gelsin bahçacı, demiş. Bahçacı gelmiş.             — Kızın bele bele dedi, hele bunun manası ney? Beni bu kızın yanına bir daha götür. demiş. Kakmış padişah oğlundan bahçacı doru kızın yanına gelmişler.             — Ne bu mana, söle bakım bene? demiş.             — Sen beni aldın, geldin, istedin, benim başıma ne iş geldi, daha sen teyzemin kızından oturon.             — Daha da yanına çıkmadım, demiş padişah oğlu.             — Ya onlar bele bele yaptılar. demiş. Padişah oğlu hemen elinden tutmuş, erabıya bindirmiş genni. Anasının yanına eletmiş. Padişah oğlu kızın deyzasına demiş kine:             — Çamış katıra mı razısın? demiş,             — Keskin kılınca mı? demiş.             — Keskin kılıç sevdiyinin başına. demiş anası.             — Biz çamış katıra binip de estiri estiri memleketimize gidemor muyuk? demiş. Kakmış bunların ikisini birden bir ata bindirmiş. Kuyruğuna atın teneke kırığı, cam kırığı, birez atın ürkeceyi şeyleri bağlamış.             — Bunları götürün. demiş. Şu dağ senin bu dağ benim, at ikisini birden yüz bin parça etmiş.             Bunlar da 40 gün 40 gece düyün etmişler, yiyip içmişler.  Ekbili cemi gençlere.   * külhancı: hamamlarda kül döken kişi * berşi: bir şey * aş yeror: aş erme * eksikceğiz: kızcağız * ne’ne: nane * berşi: bir şey * genni: kendisini * efil efil: yeşil yeşil, gür bir şekilde * Ekbili: darısı * kakmış: kalkmış    
Muradına Nail Olmayan Dilber
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
  Zamanla bir Nuşirevan padişahı varmış. Padişah da çok zalımmış. Herkeşe karşı zalımlık eder, zulumuğ eder, işte gözünün gördüyünü falan yerde altın var, filan yerde altın var, deyenin elinden onu alırmış. Çok zalımmış. Birgün vezire demişler ki:             -Bu padişah niye bele zalımlığ edor? Ne zaman daha bizim omuzumuzdan enici? Gennin korkusundan yokarda otururmuş, aşşağıda ip sallı. Karşısına geçip de konuşamazlarmış. Aşşağıdan ipi sallar ne dertleri varsa anlatırlarmış vezire. Bu keder ki zalımmış. Birgün vezirin eklına berşi gelmiş. Demiş ki:             -Padişah altına çok merekli. Bir küp götürmüş, ceviz ağacının altına gömmüş. Üstüne de belirlik etmiş padişaha demiş:             -Padişahım hele gel, senden gezek, has bahçayı gezek, dolanak, demiş.             -Gideek.             -Şuralıkda bu var, şuralıkda bu var, ağacın altına gelip oturollar. İki kuş gelor. ötollar,             -Aman hüs hele padişahım, dor.             -Kuş dili de mi bilin? dor. Dor:             -Bilirim, hüs. Padişah hüsor.             -Ne dediler bunlar? (Kuşlar kağıp gettikden sonra)             -Padişahım, dor. Ayaklarından bir yaprak düşor altının üstüne.             -Bu ağacın altında altın küpü varmış, bir küp altın varmış.             -Ne bilon? dor.             -Aha bele bele dedi. dor. Eşollar oralıkda mı buralıkda mı, deyi. Adam bilor eşdiyi yeri, gömdüyü yeri. Şurda mı burda mı deyi gömdüyü yeri açor. Bir küp altın.             -Peh peh, dollar, hazineye ahtarorlar. Dor:             -Sen ne güzel kuş dili bilormuşsun. İşte aradan eppeyi geçor. Birgün padişah gene eklına gelor:             -Vezir, hele senden bir has bahçayı gezek, dolanak, dor. O da:             -Gezeek, padişahım, dor. Gene gidollar, gene oturollar. Şunu bunu derken iki tene kuş konor.             -Ne dollar bunlar? Dor bu sefer genni.             -Dinliyim padişahım, dor. Padişah hüsor. O ötor, o ötor. Kuşlar durur mu?             -Padişahım, şu kuşun bir oğlu varmış,             -Allah’ın emrinden bene kızını vermen mi? O da dor kine dor:             -Allah’ın emrinden dedikten sonra kurban olsun sene, dor.             -Eee, ne iston bu kızına kalın? dor. O da:             -İşte 40 tene haraba isterim, 40 tene delik yuva isterim, 10 tene de çöplük yerler isterim, dor. O zaman:             -Ooo! dor.             -Madem Nuşirevan Tahtı              Al mille yüz bin haraba, dedi, o da, dor. O zaman :             -Ben bu keder zalımmıyım vezir? dor.             -Valla ben bilmem, aha kuş dedi, dor.              Madem Nuşirevan Tahtı              Al mille yüz bin haraba Herkeşin evi haraba kalor. Sen ne keder kötümüşsün. O zaman ondan sonra padişah dor kine:             -Yook, bitti artık, dor.             -Ben adil olucum, ben eyi olucum, herkes bene eyi desin. O günden sonra padişah eyiliye kerar kılor. Herkesten eyi olor. Çocuklara keder yürek özedor.  
Nuşirevan Tahtı
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
            Bir hikaye de şöyle dinleyelim. Zemanında bir bezirgan varmış. Tüccar da denilir bezirgan da denilir. Bu adam tüccar imiş. Gidermiş, Şam, Beyrut, şurak burakdan mal götürür, mal toplar, 40 katır yükü varmış. Katırlardan götürürlermiş. Gelirken yolda durur konaklarlarmış. Geceleyin yatarken bekçiler olurmuş, beklerlermiş. Sebeh olur, kağallar, yüklerini yükler gelirlermiş. Memlekette gelmiş bu adam. Kadının da evinde su yokmuş, konşuda varmış. Kuyudan su getirmelimiş. Örtü örtünürlerdi o zaman. Örtülerini geyinmiş getmiş. Bunlar da ufak bir köpeyi varmış. Fino derlermiş. Fino denilirdi eskiden. Bele şindi köpek, denilor, bilmem ne denilor. O da bereber gidermiş. Ufak bir köpekmiş. Gettiyi yerde tesadüfen kadının eteyine pislemiş. Daha doğruşu işek, südük, işemiş. Kadın bunu görmüş:             — Aman örtüm battı, aman! demiş. Suyu getirmiş. Havlıyı almış. O sidiyi silmiş. Sildiyi kimi yerine komuş havlıyı. Kocası da gelmiş ya tüccarlıkdan,             — Suyu getir! demiş. Adamcağız da almış yüzünü silmiş. Sildiyi kimi iki gözü de kör olmuş. Adamın gözü kör olmuş.             — Aman nettik? demiş. Ettiyine pişman olmuş amma ne bilsin avrat kör olacağını? Köpeyin sidiyini gözüne verdiyinden kör olurmuş. Evde kalmış adamcağız, ne tüccarlığa gidebilor ne kervancılık edebilor, netsin kör oldu, oturdu. Fakat bu kervancılık ederken bunun çocuğu yokmuş. Zengin adam. Kervancı, tüccar. Demiş:             — Ya Rabbi, bene bir oğlan çocuğu  verirsen her gün bir altın korum cebine, demiş. Adamın çıcuğu olmuş. Bunun cebinde parayı gördükleri kimi alışmış ya çocuklar hemen parasını alırlarmış. Kapının öyüne şu çıkadı da, adı ney mesela Ahmet veya Mustafa, hemen alırlarmış cebinden altını. Birgün gene çocuğun cebine komuş altını babası. Dışarı çıkmış. Bakmış kine birisi balığa gidor. Bu çocuk olduğu uçun.              — Emmi nere gidon?             — Balık tutmaya gidorum, demiş. Balıkçı da bilor cebinde para olduğunu, duyulmuş memlekette, hergün bir altın oyor, deyi. Mesela İskenderun kimi bir deniz kenarına getmiş. Oturmuş balıkçı, balık tutmuş. Çocuk da seyredor. Tutmuş bir tene.             — Amca bunu bene sat yav, demiş. Daha ölmemiş.             — Satarım oğlum, demiş.             — Aha cebimde bir altın var, ver bene balığı, demiş. Altını almış, balık tutmakdan vazgeçmiş, yeter, bir altın aldı bir balığa. Balık da oynamış daha diri. Tutmuş geri suya bırakmış. İşte zeman olmuş, bu adamın gözü kör olduğu kimi avradı da ölmüş. Ac kalmış. Ac deyilse bile iş bulamor. Şindi kapı döyülmüş,             — Hele çık bak oğlum, demiş. Çıkmış dışarı bakmış ki bir genc adam.             — Oğlum, demiş bir genc adam.             — Baban var mı evde? demiş.             — Hele yanına giricim, demiş.             — Babi, demiş,             — Bir genc adam geldi, senin yanına giricimiş, izin verirsen gelicim.             — Kimmiş o?             — Tanımadım, dor çocuk.             — Gelsin, dor.             — Gel, demiş,             — Babam seni istor. demiş.             — Selâmünaleyküm, demiş.             — Amca, benim işim yok, işsiz çocuğuma yanınızda iş var mı ecep? demiş.             — Çalışsa ne var!             — Ben yabancıyım aha ele kaldım. Kalacak yerim de yok. Eyer beni bir azap⃰, bir işçi alırsan eyi olur, demiş.             — Oğlum gel, tamam evimiz de var, barkımız da var, zatan ben kör oldum, aha sene de bir kardaş. Düşün kağın bilabar, demiş. Almış yanına. Kakmış heyvanlarına eşyalarını yüklemiş. Kervancılığa iki oğlan çıkmışlar. Heleb’i geçmiş, Şam’a ulaşmışlar. Şam’ın orda bir gece bu çocuğa dor ki:             — Kardaşım, sen uyu, ben beklerim heyvanları, eşşekleri. Sen uyu. Çocuk uyor, gendi de uyumor, beklor. O köpek de yanlarında beraber. Bu uyumor  Azap. Bir gelen var. Köpek hevlor, köpek kağor, köpeyin gettiyi yeri tekip edor. Ondan sonra getti bir kayanın dibine kaçtı. Bu da geriden tekip etti. Orda bir evran, bir böyük yılan.             — Nedon sen? dor köpeye amma insanların deyil heyvan diliyle. O da:             — Ne yapdın, nerdesin, keyipsin, dor yılan.             — Ben ağamın hevlısına işedim. Ondan da benim ağam yüzünü gözünü sildi. Gözü kör oldu, dedi. Yılana, evrana bele, dedi. Evran da dedi ki:             — Valla ben de Şam Padişahı’nın kızını sokdum, zehirledim, bir top oldu. Doktorlar çare bulamollar.             — Eyni benimki de bele.             — Gözüne heç çere yok, dedi. Yılan köpeye:             — Sizin ağanın gözünün eyi olması uçun ne lazım? Güldü o zaman köpek.             — Birisi beni bilmeli de benim boğazımı kesmeli, yüreyimi alıp onun gözüne sürerse onun gözleri eyi olur.             — Ya senin bu bir yumak etdiyin kızın çeresi ney?             — Benim de, burda beni bulucu da başımı kesiciler, orta etimden bir parça alıcılar.             — Eee!             — Onu eleticiler, kaynar su, sıcak su ile bunu bir süzgecin içine koyucular. Üstüne sıcak su ahtarıcılar, başına tutucular o et suyunu. O zaman kız olarak o meydana çıkar. Çeresi bu. Burda dağda beni kim bulucu, kim öldürücü de kim su dökücü, bele biri var mı?             — Yok, dor köpek. O zaman oğlan bunu duyduğu kimi kılınçtan –köpek bunu gördüyü kimi kaçtı—  kesti yılanı, kafasını, kuyruğunu da kesti. Ortasından o bir parça eti aldı. Gemikli memikli aldı, çentesine kodu getirdi. Geldi ki köpek yerine yatmış. Heç seslenmedi. Geldi yattı. Kakdı mı Şam’a gettiler. Şam’da satacaklarını sattılar, eşyalarını hezırladılar. Bu çantayı boynuna  dakdı. O yılanın etini boynuna çenteye dakdı. Mehelleye düşdü Şam’ın içinde.             — Ben dokdorum, dertlere devayım, hestelere şifayım, deyi başladı bağırmaya. Gezerken bu padişah dedi ki:             — Hele çağırın şu adamı, yabancıyı, dışardan gelmiş. Çağırdılar, sonra dediler:             — Seni padişah istor. Dedi:             — Benim bir kızım var, bele bele oldu. can da var ya gende, fekat konuşma yok. Ağız kapalı, burun kapalı. Ecebe bulabilin mi buna çere?             — Bakım hele şuna. Ben bulurum buna çere inşallah.             — Nasıl?             — Bulursan daha ne iston? Kakdı:             — Bir hemam tutun. Gettiler bir hemam tuttular, kimse görmücü. İçeri girdi bir süzgeç istedi. Getirdi bunun üstüne koydu. Suları aldı aldı, tasdan kızın üstüne ahtardı. Ahtardıkça gözleri açılor, kulağı çıkor meydana, kafası çıktı. Göbeyine keder çıkdı. Kadına dedi:             — Bunu sen kız çıkana keder ahtarıcın. Ötesi heram beye. dedi. Ahtardı çıktı. Hemen elbise istediler. Kızı çıkarttılar. Şindi başladı.             — Ben sizi bırakmam, kızımı eyi ettiniz. Kızın babası:             — Ne isterseniz vericim, dedi.             — Valla biz berşi* istemezik. Eyer kızı çıkarırsan şu ağanın oğluna kızını verin mi demişti adam, o da:             — Verim, deyi söz vermişti. Dedi:             — Ben bu kardaşıma bu kızı istorum, dedi. Kız da güzelleşmiş tabi. Verdi. Kızı da geydirdiler, kuşattılar, 40 katır yükü de eşya yüklediler, oğurladılar genni*. Eskerleden geldiler. Eve girdiler bakdılar.             — Ağa geldik, dedi işçi. Aman sevindiler. Görmor amma. O zaman dedi ki.             — Benim işim bitti artık, ben gidicim, dedi. Gözüm görmor amma bu gelini getirdin bize.             — O zaman ben durum burda, dedi.             — Ne istorsan verim sene, dedi ağa.             — Gidici, emeyi çok, bizi gelin, eşya sehebi etti.             — Yalınız şu köpeyi bene verin, dedi.             — Köpek sene kurban olsun, köpek nemiş.             — Yok, ben başka berşi istemorum. Köpeyi verin.             — Peki, dor oğla. Yolcu edor. Genni gidor. Oğlan da evine döndü. Köpeyi orda boğazladı. Yüreyini çıkarttı. Aldı geldi. Kapıyı döydü.             — Kim o?             — Ben geldim,             — Gel oğlum, geri mi geldin? Yanımızda kalıcın mı inşallah?             — Yok baba, ben şeye berşi sölemeye geldim.             — Ney?             — Şu dizime yat acı,             — Heyir işallah, aha yatım, ne var? Dizine yatırdı, yüreyi çıkartı. Gözüne çaldı köpeyin yüreyini. İki gözü birden açılmasın mı!             — Amman gözüm gördü, gözümü de eyi ettin, kal burda.             — Duramam,             — Şu kardaşım benden bilabar gelsin. Gelor gidolar, denizin kenarına keder geldiler. Oğlan dedi:              — Et bir eyilik at suya              — Balık bilmezse Hâlık bilir. O balık, taman oynadı, suya bırakdı ya o, insanoğlu olor. Cenâb— ı Allah ona bu eyilikleri yaptıror. O balıkçımış bu adam. Köpeyin dilinden ne anlıyıcıdı? Gendi heyvan olduğu uçun heyvanların dilini bilmiş. Kızı eyi etti. Köpeyi de boğazladı. Adamın da gözünü eyi etti. Lıp etti, balık oldu suya atladı.             — Abooo! dedi oğlan, heyret etti.             — Ben küççükken bir altını balıkçıya vermiştim. Onu da suya bırakmıştı.             — Et bir eyilik at denize demiş,             — Balık bilmezse Hâlık bilir.             — Hâlık, Cenâb- ı Allah demekdir.  O adamın gözü eyi oldu.  Bu hekeya da tamam oldu.     ---------------------------------------------------------------------- *azap: Köle. *berşi: Bir şey. *genni: Kendisi / kendisini.           
Balık Bilmezse Halık Bilir
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
  Zamanında bir eski ayakkabıcı varmış. Temir edermiş ayakkabıları. Dükkanı varmış. Birgün hanımı para istor. Veror, hemama gidici. Bu kadıncağız hemama gidor. Eskiden leyen varmış, su kollarmış içine. Herkes o leyenden akan sudan su doldururlarmış. Leyenini hemama komuş, heymeler gelmiş. -Kaldır şunu burdan, demişler. Eski ayakkabıcının avradına: -Bura koma leyenini, dollar.             -Niye?             -Müneccimbaşının hanımı gelici burağa oturucu. Leyeni alor kadıncağız şele öteye eletor koyor. Öteki heyme gelor:             -Kaldır bunu burdan.             -Niye?             -Müneccimbaşının kardaşı avradı gelor. ordan kaldıror,             -Müneccimbaşının deyzası gelici, Nere kosun? Hemamı gezor kadıncağız. Ordan ora derken kadıncağızın canı sıkılor.             -Müneccimbaşı kimmiş, dor. Neyse yıkanor çıkor bir yerde. Gelor eve kapıyı kitlor. Adamcağız ayakkabı temircisi ya gelor bakor ki kapı kitli.             -Bizim avrat kapıyı kitlemez amma niye kitli ecep? dor. Kapıyı döyor bu sefer. Kapıya vuror vuror, pencereden eyilor kadın dor ki:             -Açsene yoo, kapıyı niye kitlemişsin bele? dor.             -Açmıcım, dor.             -Niye nettim ki seye?             -Valla ben hemam gettim, benim leyenimi şura koma, bura koma, beni deli ettiler. Get müneccimbaşı ol da gel, dor. Müneccimbaşının ne olduğunu da bilmor.             -Müneccimbaşı da ney? dor.             -Ben bilmem, müneccimbaşı ol da gel, dor. Herif gelor geri dükkanını açor, dükkanda yator. Sebeh olor gene kapıyı açmor. Üç gün dükkanda yator. O zaman:             -Münecimbaşı da neymiş? deyi gidor bir memlekete ulaşor, varor.             -Müneccimbaşı geldi, müneccimbaşı geldi, deyi çağıror. Bunu padişah duyor. Padişahın da bir yüzzüyü keyibolmuş. Ne keder müneccimbaşı varsa toplamış padişah, gene de yüzzüyü bulamamış. Kimde olduğunu bilmollar, çalmışlar. Bunu çağırollar.             -Yeni geldim, müneccimbaşıyım, dor. Adamcağız da bilmor müneccimbaşının ney olduğunu bilmor. Padişah çağırttıror:             -Gel bakım, dor.             -Sen müneccimbaşımışsın, dışardan gelmişsin, yabancımışsın, dor.             -Evet, dor.             -Peki benim bir yüzzüyüm keyiboldu, dor.             -Bunu bulucun, dor,             -Bulursan ne istersen vericim, bulamazsan bak başını keserim ha, dor. Padişahlar belemiş eskiden. Dor:             -Bene bir oda ver, Çalışor.             -İnşallah bulurum, dor.             -Aha sene bir oda. Her gün de sene yimek verirler, ele kaçma yok, kapı üstüne kitli. Neyse her gün bir yimek gelor, bir tabak. Şindi bunun yüzzüyünü çalan da 40 Heremilermiş. Hırhız yani. 40 tenelermiş bunlar. Bu adamın bir yabancı olduğunu duymuşlar. Padişahın da bir oda verip hepsedip de bunun bunun yüzzüyünü bulmak uçun çalıştığını şehrin hepsi duyor. Şindi bu 40 Heremiler gelmişler. Bir gece enmişler padişahın bahçasına. Gelmişler kapıdan dinlemişler.             -Bu adam nasıl çalışor? Bizi bulursa nederik? Padişah 40’ımızın da kafasını keser, felan, dollar. Bu da tabakları sayormuş, almazlarmış geri boşları. Bir, iki, üç, dört, beş...sayor.             -On, dor. Bunlar kaçor gidor, bu tabağı sayor. Onlar da bellor ki:             -Aha onumuzu buldu. Sonra gene gelollar. Bu gene tabağı sayor, ne keder ömrüm kaldı, deyi sayor o. Ne bilsin onlar da:             -Bizi buldu, dollar.             -Bir, iki, üç, dört, beş, .....yirmi. Bir gece gelollar otuz dokuza çıkor. Kırk Heremiler:             -Sebehe bizi padişah toplar 40’ımızın da başını keser, dollar. Bu yüzzüyü çalanlar bele dor. O tabağı saydı otuz dokuz oldu. onlar da dor kine:             -Aha bizi buldu. Geceleyin kapıyı döyollar.             -Kim o? dor.             -Sen otuz dokuzumuzu buldun, bir tene kaldı. Biz 40 kişiyik.             -Yüzzük bizde söleme ha padişaha, Hem genni kafasından korkor.             -E, nedek?             -Yüzzük bizde.             -Gidin, dor.             -Bir culluğa yüzzüyü yidirin, onu topal edin, onu yutsun. Onun tüyünü de kesin, o zaman sizi padişaha sölemem, dor. Bahçaya çıkollar.             -Kimde? dor padişah.             -Hele padişahım, dor,             -Bu bir heyvanda amma, dor,             -Hele bir koyun sürüsü geçsin öyümden, dor.             -Geçsin, dor. Koyunlar geçor, bakor. Geçileri develeri varmış padişahın. Hepsi geçor. Tavıklar geçor, çobanları var.             -Culluklar geçsin, dor. Culluklar geçerken -Bu tüyü hefif kırık olan şu hindiyi getirin bene, dor.             -Kesin bunu, dor.             -Kes! dor padişah.             -Yarın bakım, Yarollar, karnını boşaldollar. Bakollar ki yüzzük duror. Padişah ele bir sevinor ki:             -Sen nasıl müneccimbaşısın, deyi sevinor.             -Benim müneccimbaşım ol, dor.             -Olamam, dor.             -Padişahım yeri birez dolaşak, dor. Gidollar. O sırada padişah eyilor yerden berşi alor, kimse görmor. Müneccimbaşı da yanında ya.             -Ney bu müneccimbaşı, bil bakalım? dor.  Müneccimbaşı genne şele dor:              Bir sıçra bir dinle              İki sıçrar bir çekirge              Üçüncüsünde de ıçramaz bir çekirge O genni gennine sölor. Çekirge bir sıçrar iki sıçrar, üçüncüsünde sıçrayamaz, deyi. Padişahın elindeki de çekirgemiş. Padişah daha beter ısrar edor genne             -Yanımda kal, deyi.             -Kalmam padişahım, dor. Bunu tesadüfen söyledi. Aha sonra genne başka berşi sorarsa netsin? Onun uçun             -Kalamam, dor. Neyse genne hediyeler veror. Evine gelor. kapıyı çalor.             -Kim o? dor,             -Aç aç kadın, dor.             -Müneccimbaşı oldum geldim, dor.             -Şu katırlardan yüklere bak, dor.             -0Tamam, dor. Kapıyı açor, katırlardan yükleri içeri dıkollar.             -Müneccimbaşı oldum, dor.             -Neymiş bu müneccimbaşı? dor avrat.             -Bu seherbazlık kimi berşimiş.             -Ben de bilmorum. dor.             -İşte müneccimbaşı olduk, dor. Bu da bele bitti.  
Müneccimbaşı
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
              Zamanında bir kadının çocuğu olmazmış. Kapısında da bir köpek varmış. Adı da “Güro”muş. Güro da anlayışlı bir köpekmiş.             -Güro, Güro! Yüzüne bakmış köpeyin.             -Allah bene bir kız verirse seye veririm genni, demiş.             -Mmmm! Etmiş Güro. Doğura doğura kadın, bir kız doğurmuş. Bu Güro ondan vazgeçmor. Salıncağını sallor, beşiyini sallor. Yanında yöresinde kuyruğunu sallayıp gezmiş. Çocuğu avıdor. 15-16 yaşamış artı kız. Genne düyürcüler gelor. Güro:             -Mmmm! edor.             -Güro noldu sene? Güro avradın eteyine yapışır.             -Hee! Sene vericidim bu kızı, der. Güro’nun eline kızı verir gideller. Kız baktı ki kıza saldırdı, kız korktu mehsimcağız.             -Güro aği, ben tuvalete giricim, sen beni beklen mi?             -Mmmm! etti, ağaca bağladı Güro’yu kaçamayacak keder. Genni gennini de aşşağıya attı. Getti, getti, getti, baktı kine bir derenin içinde amma çok uzaklara getti. Bir derenin içinde bir kapı. Kapıyı açtı. Arkasına bir direk dayadı. İçeriye girdi baktı kine halbırdan kuş vurmuş getirmişler, dünya pislik, berbat, herşe çoğ amma, temizlik yok. Oraları tertiplemiş, oraları süpürmüş güzel, süpürmüş yıkamış. O kuşların alayını yolmuş. Bakmış ki pirinç var, pirinci içine doldurmuş onları bişirmiş bir kazan. Ala güzel bakmış zeytinyağı, herşe çok. Billakma zeyt komuş kavırmış, çevirmiş, meydana koymuş. Un çok, ekmek filan yok, kakmış bir leyen hamır yoğurmuş, ekmeyi tandırda bişirmiş. Meydana koymuş. Bir iki tene genni yimiş. Genni dolaba saklanmış. Kapıyı açan içeri girmiş, kapıyı açan içeri girmiş. 7 tenelermiş. Dünyalar mis kimi. Yimeye bakmışlar, daha güzel kokor. -Aman eline sağlık, bunu kim etti ecep?             -Sensin amma, eyer erkeksen çık 8 kardaş olak, eyer kızsan 7 kardaş bir bacı olak. Sen dünya ehret bizim bacımız ol, Kız o zaman çıkmış.             -Aha bele bele, benim bir düşmanım var, demiş.             -Öldürük onu, demişler.             -Sen heç korkma. Bunlar yiyecek, içecek getirollar, bu bişiror, kurtaror, bilabar yiyollar.             -Aman, dor kız,             -Korkorum ben kardaşım,             -Heç korkma bacım, onu gördüyümüz yerde öldürük. Onlar koyup gettiyinden kız bir halbır un getiror. Hamır yoğurmuş.             -Hımmm! deyi dırmalor, kapının üstünden atlıyıcı.             -Aman Güro, aği, yolu şaşırdım ben. Aman sen nerdesin? Hoş geldin. Kız karşılor genni amma, ödü kopor.             -Hımmm, edip oturor. Oturor karşısına:             -Aman kele sen acsın,             -Hele şunları yi. Ator kuşları öyüne. Çatır çatır yiyor. Kız:             -Kağım ekmek bişirim aği, dor.             -Senden yirik, dor. Ekmeyi açmış, tandıra da odunları sokmuş, tandır yanor.             -Hele Güro, ağarmış mı hele şu tandıra bak, demiş. Güro iki elini tandırın öyüne komuş, kız iki ayağından tutmuş genni hemen içine depmiş. Güro çatır çatır tandırın içinde yanmış. Dişinin biri yere düşmüş Güro’nun. Kız ekmeyi bişirim derken dişi ayağına bator, kan gide gide kız oralıkda ölor. Kardaşları gelor, buna bakollar kine her şey meydanda, ekmek yanmış, ağlollar, bakollar ki bacıları yok olmuş.             -Nedek biz bunu, nasıl yıkıyak?             -E, kağak bunu eşşeyin üstüne koyak. Kızı eşşeyin üstüne koyup dağın başına sürmüşler. Nese padişahın oğlundan vezirin oğlu da geçollarmış. Bakmışlar ki bir karaltı. Berşi var amma,             -Malsa senin, cansa benim, demiş. Gelor bakollar kine bir eşşek, eşşeyin üstünde bir ölü yator, amma çok güzel bir kız. Eve getirollar bunu yıkollar, hocayı bulollar, yıkadığı yerde bakor kine ayağının altında bir diş. Dişi çekdiyinden bir köpüklü kan akor. Ondan sonra kız seyirmeye başlor, ölmemiş. Öldürmeyen Allah öldürmez. Kız hepşiror ayağa kağor.             -Aman noldu kızım sene, aman noldu?             -Neblim, aha bele bele oldu. dor. Birkaç gün oturduktan sonra padişahın oğlu dor ki:             -Bunu ille bene alın, dor. Kağor 40 gün 40 gece düyün edor. Bu kızı alollar. Bunun üç tene kızı olor kızın. Uşaklar dor kine(Aşşık gülle oynallar)             -Dayınızı görürseniz aha dayınız var, onu bene getirin ne var? dor. Sağı solu dünyayı arollar, bulamolar. Çok uzağa gelmiş bir gün günlerin birinde çeşmeden su içdikleri yerde 7 kardaş avdan gelollar, uşaklar oynor:              Kon eşşığım kon              Yedi yedi yeğenin              Çamo kadının bebeyi. O zaman dollar kine:             -Sen Çamo Kadın’ın çocuğu musun?             -He, dor.             -Gel sizi anama eletim, anam da sizi istor, dor uşaklar. Uşaklar getirollar.             -Aman kardaşım siz misiniz? Boyun boyuna sarılollar oralıkda birbirlerine. Kağor padişah genleri everor. Her birine birer avrat alor. Oturollar, güzel yaşollar, itin elinden kurtulollar.
GÜRO
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
              Zemanında bir işadamı denizci varmış ticaret eden. Bir yerde bir padişah var. O da bizim padişahın arkadaşı, demişler.             -Ondan bir mektup ayırsan daha eyi satan, demişler. Gidor adam:             -Padişahım, dor.             -Ben felan yere gidicim. O da senin arkadaşınmış. Bene bir mektup verebilin mi? Adamcağız bir mektup yazor,             -Arkadaşım, bunu karşılarsan memnun olurum, alıp gidor. Orıya yetişor, oraya yetişdikden sonra padişahın yanına gidor, orda karşılor. Bu adamın malını bahalıya sator, genni ucuzlarından alor. Eppeyi genni ağırlor. Padişahın mektubunun karşılığında bir mektup yazor yollor. Gelor adam geri oh, çok memnun geldi. Aradan seneler geçor, yıllar geçor. Gene padişahtan bir mektup alor. Padişahın yanına gene koyup gidor. Orda gene eyi karşılanor. Gene gelor, gene aradan seneler geçor,             -Padişahım, dor,             -Ben oraya gene gidorum, dor. O zaman o padişah da dor ki:             -Sen oralığa gidorsan bene bir köle al gel.             -Peki, dor. Gidor mektubu veror, yüklerini alor, ucuz alor, bahalı sator, doldurup tam geleceyi zaman,             -Padişahım, dor,             -Hele gel, sen de bizim gemilere uğra, gemilerimizi gez, hele beyenicin mi? Padişah adamcağız kağor gelor, gemiye binor. Gemiye bindikten sonra, gemicilere dor ki:             -Hereket edin. Alor gelor, o padişahı bu padişaha getiror, dor ki:             -Aha ben sene bir köle getirdim. Padişah oralıkda yeddi sene kölelik edor arkadaşı olan padişah. Yeddi seneden sonra bu padişah bundan çok memnun olor. Herşesi tamam. Azat edor artı genni. Adam koyup gidor. Gene gidor memleketine. Genni karşılollar.             -Nerededin padişahım aman? dollar. Dor:             -Bir ecil işim vardı, ona gettim. Kusuruma bakmayın. O memlekette eyni padişahlık edor. Bu gemicinin gene yolu oraya düşor. Dor kine:             -Hele gidim bakım şu padişaha, bu nasıl, eyi mi? Bu da öteki kimi beni karşılar mı? Gidor bakor kine eyni padişah orda. Bunu gördüyünden yüzü kızaror, utanor.             -Gel utanma, dor. Gene eyni genni karşılor, ezzetlor, hörmetlor, evine getiror. Annesine dor ki:             -Anne, Bir helle, böyük kazan su kızdıror. Kaynor su. Üzerine bir seccade ator.             -Anne kak gel, gel şunun üstünde namazını kıl, dor. Anası kağor gelor, onun üstünde namazını kılor, enor.             -Kardaşım, dor.             -Bak benim anam bu, ben bunun südünü emmişim. Ben kötülük yapamam, dor. Gelor adam utandığından eve gelor. anasına dor ki:             -Anam senin ne şeyin varsa bene söylüycün, dor.             -Yook, dor,             -Benim berşim yok. Şele bele derken             -Heç ben bilmem, dor.             -Şimdiden soyna seni öldürücü deyilim, asıcı kesici deyilim. Söle nettinse. dor.             -Amaan, dor,             -benim herifim çok zengindi, dor.             -Malının mülkünün tükeneceyi yokdu, dor.             -Kaktım bir gün o adamın da uşağı olmordu, dor,             -kapıda bir zenci Arap vardı, dor,             -seni ondan aldım oğlum, dor.             -Eh! Bildi ki anasının eyle şey olduğunu gelir utancından bir daha o zeneeti de bıraktı. İşte yidik içtik hocaya gettik.        
TÜCCARLA PADİŞAH
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Zemanla iki kardaş varmış. Her birinin, birinin 7 kızı, birinin 7 oğlu varmış. 7 kızı olanın devamlı öteki başına kağarmış. Nereye getse: — Senin sebeh* yeddi kızın var, başına iş getirirler, yüklü olur, şele olur, bele olur. Adamcağızı yeritmez*. Günlerin birinde küççük kız demiş ki: — Baba gennin böyük oğlundan ben, bir de küççüğüm kazanca gidek, ne kazanıcık görek. Bunların ikisi böyük kız, böyük oğlan, bir de küççük kız. — Eee! Senin kız ne iş yapabilir? Benim oğlan kazanır gelir. Adamın beli oğlu olanın berk. Gidollar bunlar bakollar ki çok uzaklara gidollar. Yol ayrılor. Biri sola gidor, biri sağa gidor. — Emmioğlu gel, her birimiz bir yola gidek. Nasıl bilek geçtiğimizi? Aha birer yüzzük koyollar daşın altına. — Hangimiz gelmedikse bu yola gelek, birbirimizi bulak. — Oldu, dollar. Yüzzükleri bir böyük daşın altına koyollar. Biri sağa gidor, biri sola. Kız gidor bakor ki bir bahçacı çalışor orda. Duror bunların yanında. — Yardım etmek isten mi? Bunlar: — Gel yanımızda azzap durun* mu? — Dururum, dor. Oğlan kılığında. Arkasında peçe, ayağında şalvarı gidor. Bir gün, beş gün, on gün. Orda çalışor, günlüyünü alor. Seneler geçor. Dor kine: — Artı ben memleketime gidicim. Oğlanın babası da dor ki: — Adın ne? — Ali, — Alinin gözü kız gözü, kolu bilezik yeri, barmağı kınalı yüzzük yeri, ben Ali’yi bilorum. Ali, kız. dor. — Yoğ oğlum, yoğ, Ali nerden kız? Nese, inci, altına gidollar. İnci dağları varmış orda. Kızdan birbirlerinden güreşollar. Güreştikleri yerde oğlan kaldıror yere çalor. Yere çalor, dişinden bir diş düşor. Oğlan getiror bir inci dakor kızın dişine. Artı zeman gelor aylığını, yıllığını verollar,bir torba da genne inci verollar. Bir de at verollar. Kız ata binip gelor. gelor bakor ki daha yüzzükler yerinde duror. — Amaan, dor, — Şu emmimoğlu gelmemiş, hele gidim bakım nerde kaldı? dor. Emmisioğluna gidor, gidor, gidor, bakor kine: — Ay kiş, ay kiş* Emmisioğlu ne yayor? Kurbağı, tusbağı. — Amman emmioğlu, nedon? dor. — Nedim? — Daha bitmedi mi yıllığın? — Yeri gidek. — Gidek. Ağaya gelollar, ağa dor kine: — Benim yıllığımı ver de artı ben gidicim. dor. — Yeri oğlum, dor, — Yaydığının yarısını al get, dor. Yarısını gelor, kurbağı, tusbağı öyüne kator, deynekten — Ay kiş, ay kiş deyi deyi getiror. Gelor bakor ki babasıgil beklor. — Aha geldi benim oğlum, atın üstünde gelor. senin kızın yerde gelor. — Neblim, dor kızın babası.  Gelor bakor kine gennin oğlu kurbağı, tusbağı getiror, kız artı dünyanın parasını, eşyaları, incileri getiror. Seneler geçor, adamın omzundan birez enor. Oralıkdaki azzap durduğu yerdeki oğlan dor kine: — İlle baba, ben gidip Ali’yi bulucum. — Yeri oğlum get, dor. — İnci mercan satarım, inci mercan satarım. Torbasına koyor getiror köy köy, memleket memleket. O kız da — Kele aman, dor. — Bu çalıştığım yerde vardı inci, mercan. Hele çıkım pencereden bakım. Bakar kine oğlan — Amman sen kızmışsın. Ben seni niye bilmedim? Ben de bildim senin kız olduğunu. Gidor babasıgile söylor. Babası kızı davıldan, düyünden alor. Alıp gidollar. Oğlanın babası da yüzünün karasından kalor. Bu da bele bitti.   ------------------------------------------------------------- *sebeh: İlerideki bir zamanda *yeritmez: Yürütmez *azzap dur-: Köle olarak çalışmak *ay kiş: Hayvanlara söylenen dur kalk, sözleri *yeri: Yürü, haydi  
Yedi Kız Yedi Oğlan
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
              Bir varmış, bir yokmuş. Bir tek nazlı bir kız varmış. Anası babasının anında çok kıymetlimiş. Her gün yolda bir kuş ona şeyle dermiş:             -Kırk gün ölü başı bekliycin, kırk gün hızmetçilik edicin. Kız üzülürmüş. Anasına anladırmış. Anası da:             -Yeri kızım seni başka memlekete eletek, demiş. Nere getse kuş bunu sölormuş. Günün birinde kızın anası babası ölmüş. Kız yalınız kalmış kız yalınız giderken bakor kine bir bahça. Bahçada bir adam yator. Ölü mü diri mi bilmor. Eline bir peşkir alıp sinekleri kişlor. Kırk gün sonra bir de bakor ki kapıdan bir kervan geçor. Canı sıkılmış kervancıya:             -Yanınızda bir hızmetçi kız yok mu, bene verin, dor. Onlar da:             -Var, dollar. Kara, çirkin birini verollar. O da parasını veror.             -Kırk gündür uyku uyumadım, ne var sen şunun sineyini kişle, ben de birez uyuyum, dor. Oğlan:             -Hapşuuu! deyi uyanor.             -Kırk gündür sen mi beklordun? dor. O da:             -He, dor.             -Ben beklordum, dor. Oğlan alor kızı bahçaları gezdiror. Kız uyandığında bakor ki kızdan oğlan gezollar. Heç seslenmor. Kara kız dayman dor ki:             -Kırk gündür seni ben bekledim. Bu kız da “Ben bekledim.” deyemor. Oğlan:             -Düyün kurulsun, dor. Kara kızla evlenor. Seneler geçor oğlan:             -Ben hacca gidicim, dor. Hanımına:             -Sene ne getirim? dor.             -Bene cıncık getir, boncuk getir, zubun getir, dor. Kıza             -Ne getirim? deyi soror. Kız da:             -Bene bir sabır daşından bir kelemtıraş getir ağa. Eyer getirmezsen yoluna bir kara duman çöke, katırların kan işeye. Bene getir bunu, dor. Adam, hanımının dediklerini alor, bunu unudor. Yola çıkor. Tam geleceyi zaman yoluna bir kara duman çökor. Katırlar bütün kan işor.             -Aman! dor. Ben evdeki hızmetçinin dediklerini unuttum, dor. Adam geri dönüp gelor. sabır daşını aror.             -Falan adamda var amma o da her adama vermez, dollar.             -Bene bir sabır daşından bir kelemtıraş ver, dor. O da:             -Sen bunu ne yapıcın? dor. Ağa da:             -Bizim evde bir hızmetçi var, o istedi, dor. Adam da:             -Kadıncağız ne keder de darda kalmış ki senden bunu istemiş, dor.             -Bunu sen genne ver, kapıdan da dinle. Bu genni gennini öldürücü, dor. Alıp gelor, yolları açılor. Gelor memleketine. Hanımına getirdiyi elbiseleri veror. Hızmetçi:             -Benimkini de getirdin mi ağam? dor.             -Getirdim, dor ağa. Daşdan çakıyı ona veror. Kız evine giror ağlamaya başlor:             -Ben zamanla anamla babamın bir tek kızıdım. Nereye getsem herkes hetırımı sayardı. Çok ekıllıdım, dor.             -Her gün bir kuş gelip “Kırk gün ölü başı bekliycin, sonra hızmetçilik edicin.”  deyi bene söyledi. Buraya geldim, kırk gün ölü başı bekledim. Sen mi sabır ben mi sabır, sabır daşı? dor. Sabır daşı da:             -Sen sabır, dor. Sabır daşı şişmeye başlor.             -İşte şele oldu sabır daşı, birgün kapının öyünden kervan geçordu. Sen mi sabır ben mi sabır, sabır daşı? dor. Sabır daşı şişor. Sonra da aldım onu yanıma koydum, birez yattım sonra kakdım ki adam kakmış. Ondan enip ondan kağor. Benim kimse yüzüme bakmor. Dalım kolum yok. Ben mi sabır sen mi sabır sabır daşı? dor. Sabır daşı da :             -Sen sabır, dor. Güm deyi patlor. Patladığı zaman :             -Sabır daşı bile patladı benim çektiklerime, dor. Kalemtıraşı eline alor gennini öldüreceyi zaman hemen heci içeriye giror.             -Sen midin benim başımda bekleyen? dor. Kızı elinden tutup evi gezdiror. Oğlan:             -Çamış katırın kuyruğuna mı razısın, yoksa keskin pıçağa mı razısın? dor. Kız da:             -Keskin pıçak çok sevdiyinin boynuna uğrasın, dor.             -Çamış katıra binip de estiri esiri getmem mi? dor. Çamış katırın kuyruğuna onu bağlollar. Çamış katırı da onu sağa sola çarpıp parçalor. Bu kızcağıza da kırk gün kırk gece düyün olor, heciden evlenor. Ondan sonra çok mutlu yaşollar.  
Sabır Taşı
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
   İki samimi arkadaş varmış. Bunlar memlekette yoksulluktan bezmişler. — Yeri arkadaş, şu memleketi terk edek, İstanbul’a gidek. Orda belkim bize bir iş buluruk, işimiz eyi olur, geçinip giderik, demişler.  — Ya maraz kapısı İstanbul, ya meres kapısı. Neyse bunlar yola çıkmışlar. Doğru getmişler İstanbul’a. Bir gün, iki gün, üç gün, daha iş bulamamışlar. Ceplerindeki para da suyunu çekmiş. Paraları kalmamış. Netsinler? Arkadaşının biri demiş, eklına bir fikir gelmiş:  Kardaşım, paramız kalmadı. Biz dilenemezik. Ac da kalamazık. — Eee! — Nedek ya? — Sen şurda yalan yere öl. Ben de başında durum, “ Heyir sehebinden.” deyi para topluyum. O parayı helbet Allah kerim, demiş. Neyse getirmiş camının içine arkadaşını ölü kimi sermiş yere. Üstüne de örtü örtmüş beyaz bir örtüden. Demiş: — Allah yoluna, ölümüz yerde kaldı. Kaldıracak paramız yok. Heyir sehepleri gelmiş üç-beş kuruş atmış getmiş. Ölen olmuş, ikindin olmuş. Gene bunlar dilenollar. Bu, müezzinin dikketini çekmiş. Gelmiş: — Yoo akşam oldu, bissürü para topladınız, şu niye kaldırmadınız ölüyü? demiş. — Daha ne beklon burda? demiş.  — Heee, heç ferkına varmadık, demiş.  — Böyün akşam oldu, inşallah yarine kaldırırık, demiş.  — Acak şu ölüyü höcrene koyak, böyce höcrende yatsın, demiş.  — Olur, demiş müezzin.  — Bunu yıkarık, kefinlerik, ölen namazına da kaldırık. demiş. Nese getirmişler höcreye komuş arkadaşını, müezzin de kapıyı kitlemiş, getmiş evine. Kakmış yalan yere ölmüştü. Acından gevremiş* meazallah.  — Lan aman nedim nedim? demiş. Sağa sola bakmış höcrenin içinde. Müezzinin avradı da kehke* komuş müezzin yisin deyi. Müezzin de onu höcrede unutmuş. Adam:  — Aha bulduk, deyi o kehkeleri yimiş. Üç- dört tene kalmış. Müezzin sebehleyin gelmiş, kapıyı açmış, — Nedor ecep? deyi, — Hele şu kehkeyi* alım evel, demiş. Bakmış kehke yok.  — Kim aldı bunu? demiş. Şüpelenmiş. Ölünün üstünü açmış, ağzını koklamış. — Bunu sen aldın gevvat*, demiş.  — Beye yutturaman, bunu aldın amma bunu çıkardırım ben, demiş. Neyse arkadaşı da gelmiş.  — Suyu kızdırım aha, demiş. — Suyu kaynadım da ahtardığımız kimi sıcak suyu bu uyanır, ben de paramı alırım, demiş. Tam gelmiş,  — Lan aman netmişsin? Bu keder su kaynadılır mı? demiş. Katmış, ılık sudan yumuşlar, kefinlemişler. Doğru mezarlığa. Bu arkadaşı dormuş kine usullanadak:   — Korkma ben seni kurtarım, Neyse götürmüşler bunu mezarlığa. — Akşam ezanına bunu gömerik, demişler. Akşam ezanına ölüyü defnetmişler. Cemeet dağılmış. Yalnız bu meezzin:  — Şu daşın arkasına saklanırım, bu uyanık, ölmedi, demiş. Genni de arkadaşının yanında beklemeye başlamış. O sırada hemen toprağı eşmiş arkadaşı. O sırada da Kırk Heremiler eyi vurgun yapmışlar. Böyük, altın dolu bir yer soymuşlar. Gelmişler, ordan geçollarmış. Bu, birdenbire:  — Nefesim kesildi, daha beni mezardan çıkarmon mu, deyi kakdığı kimi Kırk Heremiler’in ödü kopmuş.  — Aboo! Ölü dirildi, ölüden korkarmış onlar da. Altını, maltını, çaldıkları eşyaları bırakmış kaçmışlar. Bunlar da zatan eppeyi altın da kaldı, parayı pölüşürken müezzin çıkmış:  — Zatan şüpelendimdi sizden, demiş. — Bunu paylaşıcım ben sizden, demiş.      Gelelim Kırk Heremiler’e. Bunlar getmişler:  — Lan kardaşım, niye kaçdık biz? Soygun yapdık, para aldık, niye kaçdık biz? Noldu ki hele bir tenemiz gidek bakak şu mezarlığın arkasından hele, demiş. Gözü açık olana: — Hele get anla, demiş. Gelelim bunlara, ölü seheplerine. Bunlar birbirlerine girmişler.  — Şu senin, bu benim, derken müezzin demiş:  — Beye az verdiniz. Siz çoğ aldınız. Bu gelen adam da bunu duyormuş. Duvarın arkasındamış. Ölü sehebi:  — Al ne iston? Al seye bir küleh, demiş.  — Aha bu da senin. Müezzin külehi kapmış. O adam: — Aboo! demiş. Kaçmış getmiş. Durumu arkadaşlarına anlatmış.  — Lan arkadaşlar, demiş, — Paradan puldan vazgeçek. — Niye yav? — Lan arkadaşım, bütün mezardaki ölüler kakmış, bunlar paylaşamollar, meres pölüşollar, benim külehimi de arada aldılar, demiş.  — Nederse etsinler, demiş. Bunlar da İstanbul’da zengin olmuşlar.     -------------------------------------------------------------- kehke: simit gevremiş: siyahlaşmış gevvat: seni yaramaz, hain  
İKİ ARKADAŞ
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
        Bir kadının bir kızı varmış. Ayağı topal, eli çolak. Mehsimcağız, örbet⃰ bir kız. Yirmi- yirmi beş yaşamış kapıyı çalan yok. Kim nedici mehsimi? Anası birgün çarşıya getmiş bakmış kine bir tüccar gelmiş. Görsen artık bir başından alor, bir başından sator. Kiminin parasını alor, kimini borca alor. Adam dünyayı kazandı. Bu keri⃰ şele⃰ duror. Bu adam dor kine keriye: — Anam, sen sebehden belli ne berşi⃰ aldın, ne verdin, ne sattın, sen ne bene bakon? dor. — Amaan oğlum, dor. — Sene ilayık bir kızım var. Eynen senin kimi. Tuttuğunu kimse tutamaz. İşlediyi işi kimse işleyemez, dor. Amma yapdığı işleri öyor oğlana. — Eynen seye ilayığ oğlum, dor. — E, deyza, bene ilayıksa ben de bekarım, getir beye ver, dor. — Verim oğlum, dor. —  Birez elbisem var, onları yıkasın, ondan sonra gel bak, dor. Kağor elbiselerini koyor. Beyaz, pantorlar, gömlekler hepsi kar kimi beyaz. Keri gelor Sekke Mustafa’ya dor ki: — Acı Mustafa, bizim eve iki— üç teneke su elet⃰. Dört teneke su elet, dor. Eletor, kapıyı çalor. — Bacı, suyu getirdim, dor. — Ne suyu? dor. — Anan çamaşır yıkıyıcımış, su istedi, dor. — Ahtar da get şu ekinliye, dor. Hevızlı mevızlı⃰ bir ekinlikleri varmış. Felhen⃰in üstüne ahtaror Sekke Mustafa. — Daha getiri mi? dor. — Getir, dor. — Dört teneke daha getir,dor. Kipkirmizi felhenler çıkor, getiror. Elinden basor ekinliye. Çıkaror: — Şaaak! Kerpiç duvarın üstüne seror. Avrat gelor bakor ki amaaan, felhenlere⃰ belenmiş. — Allah gözünü dizini ala, nettin? dor. — Başını bağrını yisin sehebisinin, dor. — Bunu ne getirdin başıma,dor. Bu keriye bele sayor. Keri gidor su kızdıror. Kaynador, yuyor, arıdor, ne kedek uğraşsa bunun arınacağı yok. hipolor⃰, koyor, ağardor. konşuda da bir gelin varmış. geline de dor: — Amaaan, ütüle acı şunları, dor. Gelin ütülor: — Al aha oğlum, dor. — Güle güle gey, kızım yıkadı, dor. — E, eline sağlık deyza, dor. — Hezırla kızını heftıya gelip götürücüm, dor. — Amaaan, oğlum, dor. — Benim kızım erkek yüzü görmemiş, dor. — Çok utangaç, çok terbiyeli, dor. — Aman genni korkutma, aman genni ürkütme. Ne zaman beni çağırırsa o zaman giderim, dor adam. Herifin bir de kapıcısı varmış adamcağız. Bu bir eve kağor, adam gidor. İşine gidor. Aydan gidellermiş. Evde herşe çok. Şindi bu eksikceğez netsin? Neyse o kapıdaki adamın buna yüreyi acor. Buna yiyecek edor getiror. — Aman, bunu bu adam nasıl aldı ya Rabbi ya Resulallah? dor. — Nerden başına bela etmiş? Kağor avrat: — Mıstooo! Gel şunu getir. — Mıstooo! Gel şunu et. Bu başka berşi bilmor. Topal, sürünü sürünü gidor. — Amaan, dor, kağım billakma et döyüm, dor. Gelor tuvalet daşının üstünde, "nerek temiz, nerek temiz?" Tuvalete getiror. Küfteliyi⃰ koyor. Şarp şurp deyi vurduğu yerde içine düşor. Ayağını kaldırıp delikden alacağı yerde başı da gidor, kolu da gidor. Karşıda da bir peri padişahının kızı varmış. Seneler boyu hestemiş. Ağzını açıp da ne güler, ne söyler, ne de konuşurmuş. Bunun bele yapdığını gördüyü kimi gülor ordan. İçerisinde de artı boğazında mı artı bir yerinde mi bir hestelik varmış. O deşilmiş. Kız rehet etmiş. — Amaan, anadan doğma kimi olmuş. Bunun da kırk tene bacısı varmış. Hepsi gelmişler. Peri padişahının kızı: — Amaan, demiş. — Aman bacım noldu sene bele eyi oldun? Demiş ki: — Beni karşıdaki eyi etti. — Nasıl oldu? — Buna ne verorsanız verin benden yanı, demiş. Biri demiş ki: — Ellerimin güzelliyi gennin olsun. Elleri düzelmiş. Öteki demiş: — Şu yeşil gözlerim gennin olsun. Öteki demiş: — Burnum gennin olsun. Biri de demiş ki: — Eklımın durumu gennin olsun. Kız deyişmiş. Kıymon ki yüzüne bakmaya. — Amaan, demiş, — Buralar ne pislik? demiş. Yokarıya da çıkmış, bir köme altın, bir köme gümüş bele yığılmış. — Allah ekıl vere, bunları nile bele komuşlar? Alayını birbirine karıştıror. Kızcağız da güldüyünden eyi olor. — Amaan, dor, — Bunu kim bele etmiş? dor. Hepsini temizlor, pırıl pırıl.  Adam gelor bakor kine heç inanılacak berşi deyil. İçeriye giror. — Fatma bacı nerdesin? dor. — Ne var beyefendi? Buyrun. — Ne yimek yapan? — Şunu yaparım, bunu yaparım, her türlü yimek elimden gelor. etler, yimekler herşe çok. Akşam olor, dor ki: — Böyün seni hanım istedi, dor. O adam da ne keder eyi bir adammış ki “Bunu niye aldın, geldin?” deyi söylemor. Kapıcı demor ki bu deliyi niye aldın? Adam eve gelor bakor ki kerinin dediyinden yüz kat beter eyi, daha güzel. İçeriye giror adam hemen hocayı çağıror. Nikehlerini kıydıror. O gece gelin olor eksikcağız. Darısı herkesin başına olsun. O, avrat oldu oturdu. Herif dedi ki: — Eksik, ben anayın memleketine gidorum. Ananı getirim. — Gül anamı getirirsen daha eyi olur. anamın kimsesi yok. Anası da yanına geldi bakdı ki Fatma getmiş, bir başka Fatma gelmiş. Anası da orda oturor. Senesine kalmor bir oğlan doğuror, bir kız doğuror. Güzel yaşollar.     --------------------------------------------- *örbet: çok çirkin *keri: yaşlı nine *şele: şöyle *berşi: bir şey *sekke: su taşıyan, su satan *elet: götür *hevızlı mevızlı: havuzlu mavuzlu *felhen: bir tür kırmızı toprak *hipolor: çamaşır suyu ile temizliyor *küfteliyi: kırmızı yağsız eti              
Gül Ananın Kızı
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
            Bir kardaş fıkara, bir kardaş da çok zenginmiş. Seneden seneye bunlar kurban bayramı gelirse bir ciyeri, böyreyi kebap eder yillermiş. Gene kurban bayramı gelmiş. Zengin kardaş unutmuş bu sefer. Beklemişler, beklemişler. Gelen giden yok. Billakma çıbık mıbık hezırlamışlar belki kardaşım gelir de kebap mebap ederik, deyi. İkindinden sonra çoluk çocuk sır sır sızlor. Evvelden bele dağıdırlar mıdı anam? Kimse kimseye berşi vermezdi. İkindinden sonra hızmetçinin eline vermişler.             —  Yeri elet şunu da kebap edip yisinler. Hemen eksik oturmuş, ciyeri doğrarken herifinin yanında kafıllanadak avrat yellenmiş. Yellendiyinden             —  Amaan, demiş,             —  Bunu herifim duyacağına yer yarıladı, yerin içine giredim. Utanmış eksik, çok üzülmüş. O sırada yer yarılmış yerin içine girmiş eksik. Kimi tahtanın üstünde, kimi ataş kayor.             —  Aman anamız nere getti? Uşaklar ağlamış, herif ağlamış. Kalmış, ciyer de kalmış. Avrat da komuş getmiş. Avrat bir yere enmiş, bir karanlık yer. Bakmış ki sıçanlar ev silkelor.             —  Amaan, kurbanım sizi veren Allah’a, ne güzel de yakışor ev silkelemek,  demiş. Kuyruklarını sallamışlar.             —  Aman ne şirin söylon, demişler.             —  Gel, şura get, demişler. Şurdan enmiş bakmış ki kediler ha babam ha ev yuyollar, hevış yuyollar, çamaşır yıkollar.             —  Amaan, kurbanım veren Allah’a, ne güzel iş yakışor elinize, Aman size yardım edim, demiş.             —  Meeev, demişler.             —  Şora get. Şora getmiş bakmış kine bir böyük kedi. Karyolalar kuş tüyü yataklar kurulmuş, bu yator. Bunu gördüyünden             —  Mır mır mır mır, sölemiş. Bunun altına bir kürsü komuşlar.             —  Maşallah, sübhanallah, Allah ü Teala Hazretleri neler yaratmış, demiş.             —  Kurbanım verene, demiş. Oturmuş eksik. Buna öteberi vermişler. Yimeyi göynü istor mu kine, uşaklarını düşünor, ağlor. Lisana gelmiş kedi.              —  Noldu anam,  demiş.             —  Aman Allah ü Teala Hazretlerine herşe ayan, demiş.             —  Vallh istemeyerek aha bele bele oldu, demiş. Çağırmış:             —  Bu zornan mı yellendi, yoksa keza mı oldu, deyi.             —  Kezadan çıktı, demiş.             —  Eh,             —  Yeri anam, çoluğun çocuğun şindi ağlollar, sızlollar, yeri evine get, demiş. Önüne katmışlar, bir eline de çuval vermişler, boş çuval. Çuvalı almış hevış yarılmış, hevıştan çıktığı yerde demişler ki:             —  Bunu bir güzel yerde ahtar. Bellor ki eksik, içinde berşi yok, bellor. Ne bilsin? Evinin içine girmiş. Çuval dolmuş zırhazırh altın dolu. Artı içeriye ahtarmışlar. Bir koyun almış kesmişler. Evde kebap etmişler. Uşak devşek yimişler. Evleri yıktırmış yaptırmışlar. Biri demiş ki:             —  Kele eltingil ev yaptırorlar. Bu para nerelikden bunlara gelmiş?             —  Kele aman nettin? Siz ekmeyi bulamordunuz. Nerden bu evleri yaptırorsunuz?             —  Aman anam, aha bele bele oldu, demiş.             —  Eh, demiş. Hemen herife demiş ki:             —  Tez bir ciyer al gel, demiş zengin avrat.  Herif getmiş bir ciyer almış.             —  Eksik, ciyeri nedicin?             —  İstorum, demiş. Ciyer gelmiş, kebabı ederken avrat sıkınmış, sıkınmış, zordan yellenmiş.             —  Aman herifin yanında bunu edeceyime yerler yarıla da yerlere giredim, demiş. Hemen şakırranadak yerler yarılmış. Aşşağı enmiş. Bakmış kine sıçanlar ev silkelor fareler.              —  Kıran gire içinize, dünyayı pislorsunuz. Kimini depelemiş, kimini yitmiş. Ordan ele getmiş bakmış kine kediler ha babam ha ev yıkollar.             —  Aboo, Kıran gire içinize, demiş.             —  Dünyaya tüyleri saçılmış. Ona bir depik çekmiş, ona bir depik çekmiş. Nese, ordan içeriye girmiş.             —  Mır mır mır mır, etmiş. Ordan içeriye girmiş.             —  Bi’ dert tuta seni, şişe dona kalasan. Oralıkta ne işin var, karyolanın üstünde? Kakmış yator. Pissiye bir depik vurmuş.             —  Otur, demişler,             —  Otur.             —  Nettin de geldin sen bura?             —  Aha bele bele,             —  Çoluk çocuk seni beklor, kak anam, eline bir torba vermişler.             —  Bunu güzel şele çimentolu, deliksiz deşiksiz yere ahtar,             —  Eee, demiş. Yokarıya çıkmış, sürüyü sürüyü çıkartmış.             —  Aman, demiş,             —  Şunu güzel bir eve dıkadık. Evler, her yer çingo kimi, her şey güzel. Çoluğu çocuğu, herkes başına toplanmışlar. Eve ahtarmışlar altın ahtarıcık deyi. Haşşanadak ahtardığından kimi yılan, kimi ekrep. Bunların herbiri yapışmış, davıl kimi etmiş genleri. Kele aman bu da bele. Onlar oralıkda ölor, bunların malı da onlara kalor. Güzel güzel yaşollar. Yidik içdik hocaya gettik.        
KEDİLER PADİŞAHININ HEDİYESİ
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
         Zemanında Kurban Bayramı gelor, ne uşağa asbap edecek para var, ne davar kesecek bir yiyeceyi var, uşak da çok, kimisinin gömleyi yok, kimisinin miltanı yok. Kağollar bunlar, adamcağızın bir tek geçisi varmış, geçiyi alollar bayrama yakın. Birkaç gün kalmış bayrama. Neyse, bakor ki bir kassap. Kassabın öyünden geçtiyi yerde dor ki kassap: — Aği, bunu neçiye⃰* verin? dor. — Amaan! dor. — Karnım doysun yeter, bir kebap yidir, ondan sonra sene kurban olsun bu teke, dor. İçeriye giror. Bu adam kağor kebabı edor veror. — Yiye yiye üç şiş yiyici, beş şiş yiyici, ben bu tekeyi alırım, dor. Ne üçü ne beşi, bir koyunun eti, şakkanın* biri gelor biri gidor. Şakkanın ötekine de yanaşor. Onu da kebap edor, bu adama veror. Adam: — Doydun mu? dor. — Valla daha doymadım amma, doydun, dorsan doydum, dor. — Kak kak, dor. — Tekeni de al get, sen de get, dor. Kağor tekeyi alor gene öyüne kator. Gelor bakor kine bir künefeci dükkanı. — Ağo, onu saton mu tekeyi? dor. — Bayram ortalık, dor. — Hee, — Ne iston? dor. — Karnım doyusuna bir künefe yidir yeter, dor. — Kurban ossun* sene teke, dor. — Yise yise ne yiyici? Bir kilo künefe yisin en fazla bir kilo künefe yisin bilemedin, dor. Siniyi öyüne yitor herif. İsmariç⃰* çokmuş o gece de. 5- 10 sini şele duror. Sininin birini öyüne çekmiş, onu yalamış, ötekini çekmiş yalamış. 10- 12 sini yidi. — Nedon? demiş. — Taman künefe yiyorum. — Aman al get, teke senin olsun. O da kovmuş genni. Ortalık akşam, memlekette genni kim alır? Genni, koyun, yolu tutmuş, gelmiş bakmış kine köyde bir çeşmenin yanında su dolduror herkes. Dor ki: — Buralıkda muhtar yok mu? Kehya yok mu? Ben böyce onlara mısafır kalıcım. Avradın biri dor: — Gel, ben Kahya’nın avradıyım, dor. — Gel yanımda otur, dor. — Gel, dor, — Gel bizde mısafır ol, dor. Dor kine: — Benim tekem var ha! — Teken de ossun, nolucu? dor. Avrat genni alor: — Pır pır pır, dor. Derece çıkor. Merdiven çıkor. Yokarda tabakası varmış. Tabakaya çıkor. Tekiyi de yanına oturtturor, döşeyin en ucuna. — Be* dor avrat. — Acak*, dor, — Bene bir heket söyle, dor. — Ne hekedi söylüyüm seye? dor. Şele derken, bele* derken avrat genne* birez yiyecek getiror. Birez geyecek getiror. Birez kavın karpız kesor. — Eyer uykun geldise yat, aha döşeyin, dor. — Aha herif geldi. — Keeeez! Ben böyün, Kehya’nın kapısı açık olmaz mı? Sen niye kapıyı basırdın? deyi  bir bağlık, bir kıyamat, — Aman herifim geldi, nettik? dor. — Seni görürse şindik öldürür. dor. — Nedim? dor. — Kağ içeriye gir, dor. Herif giror bakor kine tooo! Kassab içerde, künefeci içerde, avradın dostumuş. Genni giror, bir tene daha. Dor kine: — Ey arkadaşlar! dor. — Ne gezorsunuz burda? dollar ki: — Senin kimi biz de geldik. Herif dor kine: — Bu döşek kime serilmiş? — Amaaan herif, dor. — Heç kimseye serilmemiş. Herif içine giror yatağın. Bunlar başlor vır vır vır konuşmaya başlollar. — İçerden ne sesi gelor? dor. — Amaaan herif, taman buralık benim babam evim. Sene dayman demem mi “Burda ziyarat var.” derim. dor. — Valla ben ziyaratı miyaratı dinlemem, dor herif. — Ben kağıp bakıcım, dor. Bunlara dor kine: — Hele şu cebinizdekileri çıkarın. Yoksa ben sizi bu adamın eline veririm, dor. — Yoksa kurtarım, dor. O da dor ki: — Aha benim cebimde 100 kağıt var. Öbürü dor ki: — Aha 100 kağıt var, ceblerini sıyıror. Bu dor ki: — Valla arkadaşlar, benim ehtiyacım asbaba var. — Hele şu asbaplarınızı da çıkarın. Adamlar asbaplarını da çıkarorlar. Herif kağor Kehya bir kelle⃰* kapıyı açor. Bu da kağor tekenin üstüne binor, boynundan da poşusunu çıkaror tekenin ağzına veror. Teke: — Veee! dediyinden o zaman adam korkor oraya yıkılor bayılor. O herif yıkıldımı: — Kaçın, dor. — Yoook, durun, dor. — Ne kaçması? Avrada dor kine: — Hele şu boynundakileri ver. Avradın boynunda 10 altın, üç beşli, kolunda bilezik, kulağında küpe. — Sıyır, dollar. — Yoksa herifini uyarır sene gösterim, dor. Altınları sıyıror eline veror. Onları pölüşollar*, — Yeri* arkadaşlar, işiniz rast gelsin, dor. Genni⃰ de koyup gidor. Herif uyanor. — Aman noldu eksik? — Evi sıyırdı gettiler*.⃰ Bu da evine gelor, uşağına devşeyine* kağor bayramlık alor. Tekeyi de bayrama kesor. Teke genne bunları kazandıror. Aha bu da bele. Yidik içdik hoşa geçdik.   --------------------------------------------------------------------- *neçiye: kaça *şakka: kesilmiş koyun etinin ortadan ikiye kesilmiş bütün parçası, yarısı *şele: şöyle *ismariç: sipariş *bir kelle: bir kere *be: Allah Allah, şaşırma *bele: böyle *ossun: olsun *genne: kendisine *acak: lütfen *sıyırdı gettiler: soyup kaçtılar *yeri: haydi yürü *uşağına devşeyine: çoluk çocuğuna *pölüşollar: paylaşıyorlar        
TEKENİN SAHİBİ
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
              Zemanında adamın biri kağor kazanca gidor. Üç arkadaşlar. Gidollar, gidollar, az gidor, dere depe düz gidor, altı ay gündüz gidor. Bir memlekette çalışor kazanor, bir sene geçor. Sene geçdikden sonra kağor oralıkda üç tene nar verollar. Üç narı alor, gene bir sene çalışor. Üç yüz lera. Senesi  yüz leraya üç sene çalışor. Onu da alor. Gelor, geldiyi yerde osanor, artı evine gelici. Yolda adamın biri dor kine:             -Ben henek satarım, dor.             -Neçiye?             -Her biri yüz altına, dor.             -Ecep alı mı, almıyı mı? dor.             -Alım. Yüz altın veror, dor ki.             -Üstüne olmadığın işe karışma, dor.             -Zatı ben bunu bilirdim, dor.             -Gene alıcın mı? dor.             -Ecebe alı mı almıyı mı?             -Neçiye?             -Yüz altına.             -Dibi görünmedik kuyuya enme. Eh, bir tene daha söylor. Alor nese gelor. Gele gele bir kuyunun başına gelor. dollar kine:             -Bu kuyunun içine, dollar, herkesin davarı duror. Dilleri bir karış sallanmış. İp yok berşi yok. Dibi görünmedik kuyu. Su var amma, çekecek adam yok.             -Bunu kim ener çıkarırsa 500 altına ensin. Şu davarları sulasın. O yüz veror, öteki yüz veror. Altınları alor. Biri gidormuş ecele. O ecele gidenden altınları gönderor. Gelor bu eksikcağız,             -Aha, dor,             -Kocan sene şunu gönderdi.             -Aman, dor kadıncağız.             -Ben bunu kessem yidirsem uşağıma, satım da yerine üç-beş kuruşa öteberi alak. dor.             -Yoook! dor.             -Ani bize kes. Öteki dor ki:             -Ani bize kes. Kesor ki sada cevher daşı düzülmüş nar tenelerinin yerine. Bir tenesini götüror sator. Artı tükenmez para. Avrat, herif gelmeden evini yaptıror, suvardor, temizlor. Katlar, dayreler herşe çok. Yiyip içip oturollar. Biz gelelim herife. Herif enor kuyuya. Kuyudan suyu veror veror veror. Herkes suyunu suladıkdan sonra çıkıcı. Çıkdığı yerde bakor kine bir adam oturor. Bir dizinde kurbağı, bir dizinde de bir dünya güzeli. Dor kine:             -Gel hele arkadaş gel, dor. Gelor.             -Ben sene bir soru sorucum, eyer bildinse bildin, bilemedinse aha şu adamlar kimi kellen uçar, dor. Kelleler kule olmuş. Bir kule yapmış. Üstte bir tek tene eksik. Dor:             -Şu mu güzel, yoksa şu mu güzel? Kurbağı mı güzel yoksa şu dünya güzeli mi? Düşünor dor kine:             -Sağındaki dünya güzeli, güzel. Ona güzel demenin ne şeyi var? Kurbağı da kurbağı. Ona ne deyim? Çirkin, bir kötü kurbağı. O zaman dor kine:             -Gönül kimi severse arkadaş, güzel odur. dor.             -Ooo! dor,             -Bildin, bildin, bildin.             -Verilsin bu adama. Kağollar oralıkta genne eppeyi birşeyler veror. Altınlar yüzzükler verollar. Geri çıkarollar genni hoppanadak yerin yüzüne. Adam kağor evine gelor. yolda geldiyi yerde bakor kine bir köy. Bir kedi verollar genne. Köye giror. Yanında kediyi gezdiror. Bir sene çalıştı o kediyi almak uçun. Gelollar, akşam olor. Sufrayı koyollar, herkes eline bir böyük deynek alor. Sufranın başında durollar.             -Aman ecep bu bizi mi döyücü, yimek yidirmici mi? Sufrayı kor komaz her böyük cardın yimeyin başına çökollar. O vuror, o vuror. Hemen bu adamın yanındaki kedi bunların hepsini temizlor.             -Aman bunu bize satman mı?             -Yook, niye satım? Bunun uçun ben bir sene çalıştım. Dollar buna:             -Sene ayda para salak. Aylık bağlollar buna. Her ay para yollollar bu kedinin yüzünden. Kedi herkesin evini temizor. Kağor evine gelor. evinde güzel yaşor. Ömür boyu mutlu olor. Yidik içdik hoşa geçdi.      
Üç Öğüt
Kilis
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş. Çok eski zamanlarda bir ihtiyar nene varmış. Bunun bir oğlu varmış. Tembel Memişmiş adı. Bi gün evde, bu hiç gidip çalışmazmış. Bi gün anası deyi: —Oğlum get bi şey al, gel, deyi. Oğlu: —Para yok, deyi. Anası: —E para yoksa götür şu ineğimizi sat, deyi. Bi inek veri. Götürü pazara. Pazarda öte inek, beri inek. İneğe müşteri bulamıyı. Bi tane yaşlı adam geli: —Oğlum azacık fasülye var bende. Fasülye verim, ineği ver bana. deyi. Tembel Memiş: —Tamam, deyi. Fasülye alıp geliyi. Anası sormuş: —Ne aldın oğlum? Tembel Memiş: —Şu kadar fasulyeye ineği verdim, deyi. Anası demiş: —Napcam ben bunu? Tembel Memiş: —Eski zamanlarda göktelen olur, deyi. Anası alıp pencereden dışarı serptiriveri fasülyeyi. Ertesi sabah oluyo, kalkılar, bi bakılar fasülye göğün gatına yetişmiş. Merdiven halinde göğün gatına çıkmış. E Cenab Allah’ın işi bu tabi. Fasülye ağaç olarak çıkmış yani. Undan sora, bu ağaçtan dırmaniye. Ordan göğün gatına çıkıyo. Orda giderke giderke, bunun garnı acıkmış. Bi ev varıyı. Eve vardığında, bu ev devinmiş. Ordaki gökyüzünde yaşıyo. Bi ihtiyar nene çıkıyı. Tembel Memiş: —Nene diyi, ben acıktım, diyi. Ben yemek yicem, deyi. Dev: —Yok oğlum, dev gelirse seni yer, deyi. Tembel Memiş: —Yemez, diyi. Dev: —Yer, deyi. Nese, goca garının bacağının arasından içeri giriyi. Nenecik garnını doyuruyo bunun. Dev, öteden geliyi. Dev gelesiye, bu şaşırıyo ne yapacağını. Devin çaydanlığı varmış. Çaydanlığın içine gatıyı. Tabi dev büyük heralde. Böle bir iki güzü denk gelirmiş içine gazanların. Çaydanlık büyük. Çaydanlığın içine gatıyı. Dev geliyi: —Bura âdem eti koktu. İnsan var onu yiyecem, deyi. Dev Anası: —Yok oğlum, deyi. Devin anasıymış o zaten hani. Dev inanmaz, araştırı, maraştırı. Bi şe bulamayı. Çaydanlıkta o yatarmış. Dev: —Ben çay içicem, deyi. Dev Anası: —İç de oğlum, deyi. Yeni çay demleyeyim ben sana, deyi. Adamı alıp gediyo dışarı, kenara dökiyi. Çaydanlığın içinden siliyi. Ordan sora, tabi dev, çay içip yatıyı. Yattığında anasına: —Benim altın topumu getirin, deyi. Oynayıp da uyuyo. Tembel Memiş o altın topu dev uyurken alıp gaçmış. Aşşa inip anasına veriyi. Altın topu yeryüzüne indiri. Ondan sora, tekrar dırmanıyı gökyüzüne. Anasının yanına gene varıyı. Dev tabi getmiş gine. Nene gatmak istemeyi gine geçiyi nenenin bacanın arasından içeri. Dev yine geliy: —Yine adam eti koktu, deyi. Gine her yeri araştırmış, bulamamış. Tembel Memiş, kapının arkasına saklanmış. Dev yemeğini yedikten sora, çayını içiyi. Uyuyo gine. Uyumadan anasına: —Benim bir altın yumurtlayan tavuğumu getirin, diyi. Getiriler. Dev: —Yumurtla tavuğum altın, deyi. Yumurtlarmış. Tembel Memiş gapının arasından bakıyı. Göriyi. Eyi, ondan sora, dev uyuyo. Bu, ondan sora tavuğu almış. Tavuğu kaptığı gibi anasının yanına indiriyi. Gene, tekrar dırmaniyi devin yanına. Gine nene gatmamak isteyi. Ne gadar gatmamak istese de geçiyi içeri. Saklamış yine bunu ninecik. Bu sefer dev yine geliyi: —Âdem eti koktu, deyi. Ben öteyi beriyi bakayım, deyi. Nese arayı. Bi türlü bulamayı. Nese, yemeğini yeyi. Gine yatmış. Dev: —Benim sazımı getirin, deyi. Dev hani sazı çalarmış kendi. Dev sazını şe ediyo. Eğlencesini yapıyo. Dev sazını kenara goyup uyuyo. Tembel Memiş devin uyuduğu yerden sazı alıyı, tam gapıdan çıkacakken eli sazın teline bi deyiyi. Tıngırt deyi sazı. Dev: —Hop, deyi. Bi kalkıyı dev. Memiş, fasülye ağacından aşağı atıyı kendini. Arkasından dev geçiyi merdivene. Bu da iniyi arkasından. İyi ondan evveli gebermemiş. Fasülye ağacına bi balta vuruyo. Fasülye ağacı yıkılıyo. Dev bununla beraber düşmüş, ölmüş. Ondan sora bunlar zengin oluyo o Tembel Memiş’in ailesi. Ondan sora, şimdi köylüler bunlar naslı zengin oldular diye takip etmişler. Bi bakıyolar: —Yumurtla tavuğum, deyi. Alttan yumurtluyo tavuk. Yumurtla, demiş. Tavuk altın yumurtlamış. Ondan dolayı zengin olduklarını köylüler fark ediler. Ondan sora, tavuğu çalıyolar. Bu da burda bitiyi.
Tembel Memiş
Muğla
Ege Bölgesi
Gangan Kuşu Bir varmış, bir yokmuş... Allah’ın kulu çokmuş. Bir padişahın bir bahçesi varmış. Dev gelip bu bahçeyi yermiş. Babası oğullarını çağırmış, meseleyi anlatmış. Büyük oğlan babasına “Ben beklerim.” demiş. Büyük oğlan bahçeye gitmiş, başlamış beklemeye. Dev tozu dumana katarak gelirken büyük oğlan kaçmış. Ortanca oğlan “Ben gideyim baba.” diyor. Ortanca oğlan beklerken de yine dev tozu dumana katarak geliyor. Ortanca oğlan da kaçıyor. Küçük oğlan “Bir de ben gideyim baba.” diyor. Küçük oğlan dumanın pusun içinde yatıyor. Devi topuğundan yaralıyor. Bu oğlan devin kanını sürerek gidiyor. Giderek miderek dev bir kuyuya iniyor. Oğlan da peşinden iniyor, oraya varıyor. Devi geberdiyor. İçeri girince üç tane kız görüyor. Bu kızları alıyor, diyor ki: “Sen büyük kardaşımın, sen ortanca kardaşımın, sen de benim hakkımsın.” Küçük kız oğlana der ki: -Önce sen çık yiğit. Seni burada koyarlar. Kardaşlarına güven olmaz. -Yok ya. Kardaşlarım bana yanlış yapar mı? Öyle böyle derken, oğlan kızı da çıkarıyor. Kendi kuyuda kalakalıyor. Bu oğlan orda kalıyor. Bunlar kızları alıp koyup gidiyorlar köye. Kız önceden oğlana diyor ki: “Bir kıl vereyim sana, eğer ki sen burada kalırsan kılı birbirine sürdün mü bir ak koç ile bir kara koç gelir. Ak koça binersen aydınlık dünyaya çıkarsın, kara koça binersen karanlık dünyaya gidersin. Yedi kat yerin dibine gidersin.” Oğlan kızın verdiği tüyleri hatırlıyor. Oğlan tüyleri birbirine sürüyor. Tokuşarak mokuşarak bir ak koç ile bir kara koç geliyor. Ak koça bineyim derken kara koça biniveriyor. Yedi kat yerin altına koyup gidiyor oğlan. Oraya varıyor. Bir ağacın gölgesine yatıp uyuyor. Orada da bir yılan günlük Gangan Kuşu’nun yavrularını yermiş. Bakmış ki oğlan kuşun yavrusunun ötüşüne. Yılan ağaca tırmanıp giderken kılıcı bir vuruyor, yılanı geberdiyor. Başının altına yastık yapıp yatıyor. Ondan sonra kuş geliyor. “Aman yavrularımı öldüren bu avcıymış.” diye oğlana bir çarpıyor. Kuş yavruları dile geliyor. “Ana ana, bırak onu.” diyorlar. Yılanı gösteriyorlar gayri. Kuş oğlanın üstüne çırpınırken oğlan uyanıveriyor. Neyse... Her zaman orda bir dev varmış. Adam yermiş. O gün de padişahın kızındaymış sıra. Bunu oğlan duyuyor. Kızın yanına varıyor. Kıza “Sen arkama geç.” diyor. Kılıcı devin boynuna bir vuruyor devin boynu kopuyor. Dev oğlana diyor ki: -Yiğitsen bir daha vur. -Ben anamdan bir kez doğdum. Dev ölüyor gayri. Orda da kız elini devin kanına basıyor, oğlanın sırtına yapıştırıyor. Kız babasının yanına varıyor. Babası kıza soruyor: -Kızım buraya niye geldin? -Dava böyle böyle... Kız başından geçenleri babasına anlatıyor. Padişah bir tellal çığırtıyor. “Herkes padişahın sarayının altından adam kalmayıp geçecek.” diye tellal çığırıyor. Herkes sarayın altından geçiyor. Padişah kızına soruyor: -Kızım devi öldüren oğlan bunların içinde var mı? -Yok baba. Padişah vezirini çağırıyor. Vezirine soruyor: -Memlekette kim kaldı? -Ana karının evinde bir misafir var. O kaldı padişahım. -Yav onu bana çağır. Adamlar yolluyorlar. Oğlanı çağırıyorlar. Kız oğlanı görünce “Hah baba işte bak sırtında devin kanı duruyor.” diyor. Oğlan konağa çıkıyor. Padişahın yanına varıyor. Padişah oğlana soruyor: -Dile dilediğini. -Sağlığınızı dilerim padişahım. -Dile dilediğini oğlum. -Sağlığınızı dilerim padişahım. Gayri bana kırk tuluk su, kırk tuluk et. -Oysa dileğin kolay. Padişah develeri kesiyor. Kırk tuluk et, kırk tuluk su veriyor. Oğlan Gangan Kuşu’nun yanına varıyor. Kuş diyor: “Bana “ıh” dedikçe et, “lık” dedikçe su ver. Seni aydınlık dünyaya çıkaracağım.” Kuşun sırtına kırk tuluk et ile kırk tuluk suyu yüklüyorlar. Oğlan da sırtına biniyor. Yola çıkıyorlar. Oğlan, kuş “ıh” dedikçe et, “lık” dedikçe su veriyor. O geldiği kuyunun yanına varınca et bitiyor. Kuş “ıh” diyor et yok. Oğlan bacağından bir parça et kesiyor, kuşun ağzına veriyor. Kuş davayı çakıyor. Eti dilinin altında saklıyor. Bunun adam eti olduğunu biliyor. Dışarı çıktıktan sonra kuş oğlana der ki: -Kalk bir yürü bakayım yav. Allah’a ısmarladık deyip çekelim de gidelim. -Ben giderim, sen git yav. -Hıı... Seni keratacı seni. Dizinden kestiğin eti bana verdin. Et yok deseydin şuradan şuraya çıkaramaz mıydım? Kuş dilinin altından eti çıkarıyor. Oğlanın dizine yapıştırıyor, yalayıveriyor. Oğlanın bacağı iyi oluyor. Ondan sonra bu oğlan geliyor, bir terziye çırak duruyor. Padişahın kızının düğünü varmış. Padişahın kızı: “Benim kırk gün yasım var, bana kim altın tepsinin üstünde iki tane tavşan oynatır.” diye etrafa haber salar. Oğlan, terziye “Ben yaparım.” diyor. Oğlan, padişahın yanına varıyor. Oynatarak moynatarak padişahın uğruna* iletiyor. Padişahın kızı “Tamam bir dileğim kabul oldu. Bir de sındı* değmedik bir urba* dikilecek.” diyor. “Kim diker, kim diker.” diye araştırıyorlar. Oğlan, terziye “Ben yaparım.” diyor. Onu da yapıyor. Kız diyor ki: “Bir de at oynatın da düğünü tutayım.” Padişah etrafa haber salıyor. Bir de at oynatıyorlar. Bu oğlan şeyden çıkıyor. Bir kır atı giydiriyor, kuşatıyor. Atını sürüyor, varıyor. “Varıyorum Ahmet Ağa.” diyor. Büyük kardaşını bir çıtlatıyor, geberdiyor. Bir de ortancaya vuruyor. Onu da geberdiyor. Ondan sonra padişah “Lan yabancı gelip de benim oğullarımı burada nasıl öldürür? Getirin onu şöyle keseceğim, böyle keseceğim.” diyor. Oğlanı padişahın yanına götürüyorlar. Veziri soruyor: -Padişahım söyletip de mi assınlar, söyletmeden mi assınlar? -Söyledin de asın. Oğlan anlatmaya başlar. “Çağırın kızları.” diyor. Kızları çağırıyorlar. Oğlan kızlara diyor ki: -Sizi kuyudan çıkaran kim? -Sensin. -Kardaşlarım bana ne yaptı? -Kuyuda bıraktı. Padişah durumu anlar. Padişah “O zaman gebersinler, pisi pisine.” der. Padişah bunlara yedi gece yedi gündüz düğün tutar. Yiyip içip muradına göçerler. *uğruna: Huzuruna *sındı: Makas *urba: Elbise 
Gangan kuşu
Niğde
İç Anadolu Bölgesi
Bi dani herif variymiş. Garisi herifun elmiş. Almiş bi gari. Adamın üç dane üvey evladi variymiş. Gari gelmiş ama demiş ki — Ben sizlan duramam. Adama demiş ki — Habu sebileri yitirecesun. Adam demiş — Bu sebiler yiter mi? Gari duzli bi gayana etmiş, çocukları yedurmiş. Baba da almiş gitmiş deri dağa, dağda orman kıray aksi. Tabi gizlar susanmiş. Demişler baba biz susanduk. Boba demiş ki kızlara "Habu daşi yuvarlayım da, bu daş nerde dururse ordan su çıkacak içersunuz." Daşi yuvarlamış. Daş taa dağdan denuzun gıyına inmiş nerdeysa. Daşun peşune gitmiş gızlar. Gitmişler ama ne su da ne bişe. Çikmişler bobanun yanine. Bakmişler ki, boba gaçmiş. Gizlar acikmişler, demişler ki küci yiyelum. Ajdan öliruk. Sonreden abdest almaya karar vermişler. Hangimuz geri galirse oni yiyelum demişler. Apdes etmişler, gene güçik geri galmiş. Gücik demiş, ben haburayi eşeyim bakayım bir şey bulurmiyim. Eşelemiş, bu dani fundik bulmiş. Almiş vermiş oni büyüne. Ortanca demiş ki — O yedi fundu abad oldi. Bi de eşelemiş buulmiş bi da funduk, vermiş oni ondan ufane. Guçik ajliktan öli. Eşelemiş yine, bu sefer ekmek çikmiş. Ekmek yemiş doymişler. Bakmişler ki, altınde merdiven var. Böyükler korkmiş demişler bu div evine benzi, div yer, bizi inmeyelum. Kurçik demiş: — İnelum da bakalum. İnmişler divun evine. Bakmişler div geli, nedelum demişler. Kuçi demiş divun anbarına kilitlenelum. Üçi de kilitmenmiş anbara. Div gice gelup yataymiş. Küçi bi gügüm su edup divin götüne dökimiş, dev işesun diye. Bu dev da altuna işeduni sanup dimiş ki kendi kendine: “Bi da eyle seni yakarum.” Div etimiş bir yal gazani sıcak su, götini azar azar sokaymiş gazana. Küçik gız hemen gitmiş da divi diverlemiş gazana. Divi yakmişl. Ev galmiş dara, rahat etmişler. Ora bi dani köpek gelimiş. Köpek padişan uşanun köpeymiş. Padişahun oğli gelmiş köpeği alma. Artuk bilmi ki da divun evune bular başka yerden gelmiş. Büyik giz demiş, olursan beni verurum sak öpeni, olmasan beni vermem sak öpeni. Padişahun oğlu demiş, sen nesun, neluksun, niye alayum seni. Demiş: -Beni alursan öyle bir pilav ederum sa, oyle bi pilav ederum ki, bir askeriye yer doyar da kakar. Almiş oni, gitmiş, ona duzli mi duzli bir pilav etmiş.  Köpek bi da gaçmiş ora. Padişun oğli yine gitmiş köpeni alma. Ortanca giz demiş: -Benu alursan verurum san köpeni almazsan vermem sak öpeni. Padişun oğlu demiş, — Sen nesun, neluksun, niye alayim seni. Kız demiş: — Sana öyle bi hali dokurum oyle bi hali dokurum ki bör askeriyeyi oturur da galdurur. Almiş gitmiş oni. Haliyi dokimiş, haliyi hep çivelemiş, oturanun götüne bataymiş. Köpek yine gitmiş ora. Padişan oğli yine gitmiş oni alma. Kuçik kız demiş: — Beni al demiş, sa altun dişli gizlan, altun perçemli uşak ederum, ekiz ederum.             Almiş gitmiş oni. Galmiş uşa, doum edecemiş. Padişan oğline demişler ki giz gardeşleri tamam sen git, doğumde adamlar durmaz evde. Ama demiş padişan ogli ba dedi ki beni bırakma. Olsun biz buradayuk sen git demişler oni göndermişler. Altun dişli gizlan altun perçemli uşak etmiş gari. Bu içizleri giz gardeşler goyle bi kutiye, gidile atayle bir dereye.Garinun yanine da goyle bi dani kedi yavrusiylan köpek yavrusi. Gari de sanay ki ben bunlari etdum. Gerif geli göri ki, kedi köpek yavrusi. Di ki garilara siz beni iyi margaraluğa aldunuz. Goyin bunu kapunun arkasina, adini de nalet goyin, gelen giden tükirsun ona, gelen giden tükirsun one. Goyler oni oreye. Gelen giden tükiri ona, gelen giden tükiri one.             Bi gocagarunun de varmiş bir sürü geçisi. Geçiler gidiler geliler ama bomboş, süt yok imiş olarda. Demiş çobana ben bulara masraf edirum, sa ayluk verirum ama bular sağılmayler. Demiş ana ben sa bişey diyim da oni eyle. Bu geçiler gidiler bi derenun içine da, bi sandun yanuna da durup durup geliler ordan.             Allah’un işi işte gizlan uşa emzirimişler orda             Kocagari gidi bakay ki boyumişler. Bulari almiş, bulari etmiş evlat kendine.             Padişan oğli dimiş garilarina ki, — Bi uşaklan bi giz gördum, dünya da malum olmasa da olar benum olsa. Yeşli bi gocagarilan geziyle demiş. Gocagari almiş olara söyler güller topi oynati oleri demiş.             Garilar dimiş padişan oğline ki sen olari bi gice misafir eyle, yiyelum içirelum oleri. Tabi garilar anlamişler ki bular bunin oğllari. Avliyecekler ya çocuklari o yüzden gelsun dimişler. Demiş olari yollamazlar ki, çok sevi olari goca gari. Yollar yollar demiş garilar.             Bulari çatturmiş. Gocagari da buları yollamiş ama köpek vermiş olara. — Size ne verurlarsa bu köpen onine goyin o yerse siz da yin yemezsa yemayin demiş.             Gitmişler, demiş olara adam ki — Habu nalete tükirun, olar da tükirmişler ama içerleri acimiş. Tabi bilmiler, anneleri ya o yüzden içerleri sızlamiş. Bulara ne vermişlersa once köpen onine goymişler. O yemeyince, darda yememiş. Çocuklar yemeyince adam uzulmiş. Demiş geldiler bize hiçbişe yemediler. Gari demiş yemedi yemedi. Avliyamamiş olari.             Bu sefer uşaklar demiş ninelerine ki, nine o adami bize davet edelum. Tabi babalari ya gan çekmiş sevmişler oni bilmeseler da nine demiş, — Padişahun oğli bize gelur mi? Gelur gelur demiş uşaklar.  Etmişler arpa ekmanlan arpa çorbasi. Oğul da gelmiş. Anlamişler ki bu uşaklar bu adamundur.  Demişler sen o padişan oğlunun cebune altun goşun bi danisini goy. Bi danisi yitti mi altun gaşun hep gırarlar birbirlerini. Sen birini goy adamun cebine. Uşak atmiş altun gaşu adamun cebine. Bakmişki altun gaşuklar birbirini gıray. Demişler askerlere ki bularin gaşuklari birbirini gıray, bulardan kim aldi.             Askerler aramişler taramişler yok. Gitmişler padişahın oğlina, aramişler oni bakmişler altun gaşik onda. Paşian oğlu demiş — Ben nasıl hirsiz oldum. Demiş oğli ki, — Nasıl mı hirsiz oldun, bir kadın hiç köpek kedi yavurusundan oğul eder mi? demiş: — Ne disun? demiş: — Ben senun oğlunum, bu da senun gizun. Oy demiş adam ne disun. O garilari dövmiş dövmiş da olari birakmiş. Almiş uşaklarini o kapunun arkasindaki gariyi da almiş. Kırk bir sabunla yıkamiş. Garisiya yıkamiş paklamiş oni.           
ÜÇ KIZ KARDEŞ
Trabzon
Karadeniz Bölgesi
Şindi*, eskiden bir gız gardeş, bir oğlan gardeş varmış. Bunlar bir gün dağa gezmiye gitmiş. Şindi bunlar eveli duymuş ki, geyik izinden içersen geyik olursun. Bunlar hindi*, giderke yolda oğlan susamış. Oğlan: —Ben bu geyik izinden su içcem, demiş. Gız gardeşi: —İçme gardeşim, demiş. Oğlan: —Yok deyi, ben içcem, demiş. Orda suyu içmiş, geyik olmuş. Yalnız galmış gız. Gız gardeşi demiş: —Ne yapcaz şindi gardaşım? Oğlan: —Seni, ben boynuzlarımla çiğdem gazıp yediriyim, deyi. Gıza bu sefer çiğdem gazıyı yediriyi. Şe ediyi çeşmenin başına varıyı. Bi çeşmenin başına varıyı. Gız ordan bakıyı bi selvi var. Goca bi selvi ağacı. U selvinin başına çıkmış. Şindi, orda bi zengin ağanın oğlu varmış. Bu sefer, zengin oğlan hayvan sulamaya geliy çeşmeye. Hayvanı çeşmeye yanaştırmış. Hayvan yanaşmazmış çeşmiye. Uğraimış ama yanaştıramamış hayvanı. Bi bakıyo o ağacın başında dünya güzeli bi gız. Zengin oğlan: —E in aşağı senle gezelim, deyi. Gız deyi: —İnanmam, deyi. Geyik Gardeşi: —İnanma, demiş. İnme, demiş. Yani başlamış ağacı sallamış gatiyen indirememişler. —Nasıl indircez bunu? —Selviyi yıkalım selviyi keselim, demişler. Eveli kesim motoru yok. Baltayla kesmişler. Sabaha karşı tam yıkacaklarında yıkılmazmış ağaç. Bunu ertesi gün yıkalım derlermiş, gelirlermiş gine ağaç bütünleşirmiş. Geyik gelir yalarmış. Ağaç bütünleşirmiş. Bi köy uğraşıyoru bunu kesemeyeru. Bu böle olmayacak bi tane nene varmış. Neneye deyiller: —Bunu indirebilir miyiz nene? Nene geliyi bi ocak yakıyo. Sacı ters goymuş. Bacaklarını yukarı goymuş. Gız: —Nene dermiş, öle olmaz. Şöle olcak, dermiş. Nene ters çeviriymiş. Gene olmazmış. Nene: —Olmayı gızım, dermiş. Yapamıyorum, dermiş. Nene, şimdi gızı eyce kandırmış yapamaycak deye. Gızı iniyi. Sacayağını* çeviriyi. Tam çıkacağında gızı yakalayi. Nene salmamış. Undan sora, gızla oğlan evleniyi. Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar. *şindi: Şİmdi *sacayağı: zerine tencere, tava vb. koymaya yarayan, ateş üzerine oturtulan, üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde demir destek
[İki Kardeş]
Muğla
Ege Bölgesi
  [HURİ HANIM] Bi Hacı Gasım Ağa varımış. O Hacı Gasım Ağa Hicaz’a gitmek istemiş. Bunna Hicaz’a gidiyala. Anası, oğlu, bubası üçü. Bi de gızları varımış. Kızı bıragıyala. Kız da hocasında ohuyomuş. Hocasına deyala: — Biz Hicaz’a gidiyoz, gızın emaneti senin, deyala hocaya. Ona gidiyala. Bu hoca gıza aşıh oluya. Ohuttuu gıza. Cozu garı varımış, cozu garı. Hoca, cozu garıya deya: — Filan gızı, deya, şeye gotürve, deya, hamama. Hamama eletiye.* Kapıdan içeri guye* Huri Hanım’ı. Hoca, sen deya, cozuya annesi Hicaz’a gitti gızı beki bulusun. Gelin hamamı yapıyoz demişle. Öyle gelin hamamı mı olu, deya. — Cozu garı ben, deya, seni utancak olduğunuçün, deya, beri yanda gurnanın başında otusun, deya, gottüm* a gızım, deya. — Tamam, deya. O sırada hoca giriye gapıdan. Cazu garı çıhıya dışarı. Hoca, gıza, deya: — Seni yıhayin, deya. Huri Hanım, — Hayır, deya. Adam, deya, garıyı mı yıhar? Garı, deya, adamı mı yıhar? Seni ben yıhayın, deya hocaya. Öle deyincek boyuluya* hoca. Huri Hanım, hocayı, tutuya gurnanın başına, başını köpükleye, köpükleye, köpükleye. Yüzünü filan, gözlerini filan… Görmez oluya hoca. Hemen usulca gurnanın başındaki tası alıya, öte bi yere bırahıya. Ordan pılını pırçığnı* aldığıynen doğru eve gaçıya. Ordan gurtulmuş. Efendime söyleyin araya hoca gızı: — Yörü git kafirin gızı, bana deg* ettin deya. Orda ara yerde eline geçiye tas. Tası buluya. Bi gat kafasını, gözünü yıhaya. Çıhıya hamamdan, varıya evine. Alıya eline böle bi divit bi galem. — Hacı Gasım Ağa, deya, bana, deya, teslüm ettünüz gız, deya, orta yere çıhtı ya çıhacak, deya. Ben ona guç yetüremedim, deya. Daaan yarı yola vamışlarmış (beygirnen gidiyolamış o vahıt Hicaz’a). Oğlana deya: — Oğlum nedelim? Sen, deya, bu gız orta yere çıhınca bu orosbu olu, sen bunu git, deya, yarı yola gelince, deya, bindü ata keste gel, deya. Hacı Gasım Ağa’nın kızı bu gece şordaymış, zabah şurdaymış derle. Biz ondan gurtulalım, deya. —Tamam, deya. Atı dönüya geri. Geliya eve. — Gardaşım, deya, bubam, deya, sana selam söyledi. Biz neye hacı etmedük gızımızı, deya. (Filan yere gelince kes, bana da şeyini gotü, deya ya numunesini. Oraya gelince): — Gardaşım, deya, böyle böyle, deya. Bubam seni kes dedi bana. Sen böyle böyle etmişsin hocaynan. Huri Hanım: — Etmedim gardaşım, dese de. — Ben seni, deya, neyle* kesin, deya. Şu barmağnı, deya, cizelim, deya. Miltanı* da çıkart, deya. Onu, deya, buleylim şeye, deya, kana, deya. Varı, deya, atıvörün önüne, deya. (Tamam.) Parmağnı çiziye, gan akıya. — Gardaş bağladı beni / Kesdi barmağımı / Dinmiyor ganı / Dağlarda galdım ağların, deya. Öyle deyince Hızır Aleyhisselam geliye yanına: — Sağa, deya, iki elik* geyik teslim ediyon, deya. Daraldığın zaman, deya, bunnarı sağar yirsin, deya. — Oldu, deya. Orada oluk varmış. Orda onun başında onnarı sağıye. Bi çama çıhıya. Altında oluh. Aşağhu* oluğa buluya gızın. Bu Beyoğlu da orlara ava giderimiş. Şöyle bahıya beygir, su içeceg emme o şavkını gorunce beygir geri oturuya. — Niye geri oturuyon, deya. Şöyle bahıya ki gozellerden gozel bi gız çamın doruğunda o da oturuya. İn gız aşşa, deya. — İnmen, deya. — İn aşa. — İnmen. — İn aşa. — İnmen. Orda biri odun kesermiş baltaynan. — Baltacı buraya gel, deya. Geliya. — Kes şu çamı, deya. Kesiya. Bi yanını kesince o elik geyik geliye. Orayı yalayveriye, yetişiye* ora. Bi yannına geçiye, bi yanı da öyle. Bu gız yoharda daralıye. Hızır Aleyhisselamı yine diriliye, geliya. — İn aşşa gız, deya Hızır Aleyhisselam. İniya. İndüriye aşa. (Orda ona nikâh mı edivedi neyletdiyse) Beyoğlu’na: — Bunu, deya, al da git, deya. Hanım edersin evinde, deya. Bu egidiya* koye. Varınca anasına deya: — Dağdan bi gız buldum, deya. Dağ Gızı. Anası, koylüle, Dağ Gızı, Dağ Gızı ad tahmışla. Hüri Hanım adı. Bunun iki dene uşağı olmuş ama hiç konuşmazmış. Anası oğluna: — Sen, deya, ava gideyon deye, git, deya. Ben de, deya, gomşuya gideyon deye gidiyin, deya. Sen, deya, yohoru bi yere çık. Bunu sesle* bakalım, deya oğluna. —Anne, deya, ben, deya, ava gidiyon emi. Evin emaneti senin, deya. — Ey oğlum, deya. Az sona goca garı da: — A gızım, deya, evin emaneti senin, deya. Ben, deya, gomşuya gidiyon, deya. Yine söyleniye, Huri Hanım: — Nenni yavrularım nenni / Babanız ava gitdi / Evi bana emanet etti / Nenni yavrularım nenniii / Nineniz gomşuya gitti / Sizi bağa emanet ettiii, deya. Hemen o yahındaymış Beyoğlu, çıhıya geliye. — Bu, deya, ses sende yoğ idi, deya. Calay* değilsin bi şey değilsin sen, deya. Neye, deya, söylemeyosun,* deya. —Neye söyleyin, deya. Ben, deya, bi Hacı Kasım Ağa’nın gızıyken, deya, Dağ Gızı deye bana ad dakdudunuz, deya. Dağ Gızı, Dağ Gızı… Onun için deya, gene söylemen, deya. —Beki nedelim, neyle söyleesin? — Neyle söylerin, deya. Beni, deya, anama, babama, Hacı Gasım Ağa’ya yollarsan, deya, o vahıt söylerin, deya. (Evvelsi gocasıynan gayın pederine gitmek ayıbımış) hızmatçısına Araba, deya: — Lan şunu, deya, bırah da gel anasına bubasına, deya. Ata bindüriye, gidiyala. Deee biraz gitdükten sona akşam oluya. Çatılları guruyala Arab’ınan. O gız, çocuhlarıynan çadırda yatıye o da beriyanhı çadırda atın yanında yatıya. Yatıyala. Deee biraz geçdükten sona Arap, niyeti bozuya. Gapının çadırını açıya: — Huri Hanım, deya, bana yakin olmalıdır, deya. — Hayır olaman, deya. — Küçüg oğlanı geserin, deya. — Kes, deya. Gidiye dışarıda kesiye. İçeri varıya bi daa: — Bana, deya, yakın olmalı, deya. — Olaman. — Büyüğ oğlanı da keserin, deya. — Onu da kes, deya. Namusunu teslim etmeye. Gidiya. —Hadi, deya, seni de keseyin, deya, çıh çadırdan. — Bah ben, deya, şuraya giderin, deya, ebdes alırun iki rekkat namaz gıların ondan sona beni kesersin, deya. — Tamam, deya. Ordan ıprığı* alıya. — Hele deya, gaçıvörüsün, deya. Seni deya, belinden, deya, urganınan bağlayın, deya. — Bağla, deya. Urganınan belinden bağlaya. O orda çadırda yata kosun. Ordan iki dere öte aşıya*. Abdest almaya giden şey. Iprığın sapına da urganı bağlayveriye. — Nereye gittin ya gelivesene, diye asılınca tangur tungur çadırın gapısından aşa giriya. Bah yürü git kafirin gızı bana dek ettin, deya. Neyse, deya, gayri zabah olsun, deya, ben burda yatin, deya. Gayrı orda yatıya. Ordan gayboluya gidiya bu gız. Zabağleyin oluya. Bi çobana ras geliya kız. — Çoban gardaş, deya, bıçaan va mı, deya. — Bıçah va. — Şu saşlarımı, deya, dibinden, deya, kesive, deya. Dibinden çoban saçlarını kesiveriye. Şu eynimin,* deya, buz gibi elbisesi, deya, senin olsun. Eynini de, deya, bana soyuve, deya. Onnarı da giyindi. Efendime söylin bu Hacı Gasım Ağa’nın gızı oluya bi çoban. Sonra geliyo uşahların üstünü örtiya. Çadırın önünde o ölen çocukların üstünde iki boynu eğri yeşil çiçek çıkmışmış. Ordan, gidiya geliya Hacı Kasım Ağa’nın koyune. Seneler geçdükten sona. Ordan hocaya filan, deya: — Bana, deya, bi çobanım bah yer arıyom ben, deya, Hüri Hanım. — Ha, deyala, şurda Hacı Kasım Ağa’nın guzel bi gazı va. O çoban arıyodu. Seni ona, deya, dutuverelim, deya. Orda gaz guduye bu. Orda gaz guduye. O gaz gutmekte olsun. Beyoğlu, bunu, Huri Hanım’ı araya. Hacı Gasım Ağa Huri Hanım’ı araya. Hüri Hanım’ın dayısı da askerdeymiş. Askerden izne gelmiş oraya. Askerden izne gelmiş hep söyliyala: — Hüri Hanım, diye birini gördünüz mü, deyi. Kimse bilmeye çoban, eğni başı kötü. —Ya, deyala, şu Hacı Kasım Ağa’nın kaz çobanı varıdı. Şuna da söylesek, deyala. — O ne duyacak, deya, gazın içinde, deya. — Onda bit filan vadı, deya. Bana sarar, deyala. — Şuraya otutturuveririz, deyala. Hüri Hanım’ı oraya otutturuyala. Hüri Hanım: — Orda iki deyiş deya söylerin emme, deya, söylerin emme ben, deya, paraynan sölerin, deya. — Ya sen paraynan söle, yolunuz* bize onu söyleyve de paraynan olsun. Huri Hanım, orda deya. Başlaya. Dayısına (dayısı askerden gelmiş): — Bağla dayım bağla Arabı bağla / Bağla dayım bağla cozuyu bağla, deya. Arap atların tımarı geç kaldı, deya. — Yooo, dur. Soona cozuyu deyince: — Dur. Cozu: — Filancenin gelini, deya, doğum yapaceydi, deya, ona gidiyom ben. Onu da salıvemeyala. —Sen gaç zamandu nerde gezersin, deya, bubası Huri Hanım’a. — Sen gaç zamandı Hüri’yi sezersin. Hüri, burda yanında şindi sezersin, deya. Efendime söylin bu aanaya* gızı olduğnu. Hemen ordan galduruyala, egidiyala hamama. Yıkayala. Eğnini diğüştirüyala oluya bi Hüri Hanım.   * eletmek: İletmek, götürmek. * guymak: Koymak. * gotümek: Getirmek. * boyulmak: Bayılmak. Çok sevinmek, çok hoşlanmak. * pılı pırçı: Pılı pırtı. Bütün eşyalar. * deg: Dek. Hile, düzen. * neyle: Nasıl. * miltan: Mintan. Gömlek. * elik: Karaca. * Aşağhu: Aşağıya doğru * yetişmek: Tamamlanmak. * egitmek: Götürmek. * seslemek: Dinlemek. * calay: Dilsiz. * söylemek: Konuşmak. * ıprık: İbrik. Su koymaya yarayan kulplu, emzikli kap. * aşmak: Geçmek. * eyin/eğin: Üst baş, elbise, giyecek. * yolunuz: Yalnız. * aanamak/ağnamak: anlamak.
[HURİ HANIM]
Kastamonu
Karadeniz Bölgesi
Esgi zamanlarda camilerde uşak okuturmiş. Bu uşaklari okutan bi hoca variymiş. Günlerden bi gün caminin öninden vezirın gızi geçiyken hoca bu gızi görı ve hemen aşık olu, ama aşık olduvuni kimseye diyemez. Bi zaman sora vezirın gıziın elim haberi galır, hoca çok üzülır, gızi mezarinda görmeden elduvune inanmaz. İki talebesilan bi gece mezari açarler, mezar açılduğu zaman gıza can gelır, gız önce hocayi sorgu melevu sanar, sora hoca buna her şeyi anlatır ve evlenırler. Hoca bigaç gün evden çıkmaz, talebelerida herkese hocanın memleketine gittuvuni söylerler, aradan zaman geçer hoca ortaya çıkar, herkes hocanın memleketinde evlenduvuni sanneder, heryer kabali olduğu için hiç kimse hocanın garisini göremez. Zaman zamandan sora hocalan vezirın gızinın bi gızlari olur. Bu gız büyüyünce vezirın kabisinde oynamaya gider. Vezirın garisi bu gızi ölen gızina benzetır, uni çok sever, una hediyeler alırmiş. Bi gün vezirın garisi bu ufak gızi annesi ve bubasilan evide davet eder. Yemekler yenup, gaveler içuldukten sora vezirın gızi daaa  dayanamaz ve gerçeğu annesine anlatur. Peçesini indurur ve bubasida gerçeğu anlar, vezir ve garisi çok sevinurler, vezir bunnari tekrar evlendurur. Mutli mesut yaşarler.
VEZİRİN GIZİYLAN HOCA EFENDİ
Trabzon
Karadeniz Bölgesi
Bi adamın bi gizi variymiş. Bu gız anasi eldukden sora üvey anasilan anlaşamaz Ali başini gider. Epiy gittukden sora bi köye varır. Bu köyde da büyük bi dev variymiş. Bu gız bu devun evine gider. Devun üç gızıylan garşilaşur. Ulanlara her şişi anlatur. Gızlarda bu durumi deve anlatur devda bu gızin evde galmasina izun verur. Bu gızın analuğunun da bi gızı veriymiş. Bu gız hep dişariya çıkar aya; -"Sen mi güzelsun, ben mi güzelum." dermiş. Ay da buna devun evindeki nur gızın güzel olduğuni soylarmiş. Gız olayi annesine anlatur. Annesi da bu gızi eldurmek uçun incuk boncuk hazirlar. Gider köye varur ve bu incuk boncuklari gızın buğazina tökerek gızi eldirir. Dev gızın elduğuni duyunca çok üzülür. Gızi gömemez. Oni bi gavrana koyar. Gız gavranın itsinde geziyken paşidah bunu rastlar. Oni gömdümek uçun alır. Evine göturur. Cenaze yıkanıyken bi uşak gelini gızın buğazına sokarak bocuklari cıgarır ve gız yeniden canlanır.  Padişahun uğluda bu gızlan evlenur. Analuğu gızın elmeduğuni anlar ve uni tekrar eldirmek uçun yola düşer yolda padişahun uğli buna rastlar ve uni eldurur. Garinun gani akduğu yerde bi süğut ağaci biter. Nur gız bu ağaçtan rahatsız olur ve ağacı kesdirerek beşuk ve kabi yapdırır. Nur gız bunlardan da rahatsız olunca padişahun uğli beşuğu da kabiyi da yakar. Küllerinden bir cuvaldız çıkar. Bu cuvaldızi da başga bir gariya vererek rahatlarler. Unlarda mutli mutli yaşarler.
Nur Gız
Trabzon
Karadeniz Bölgesi
  GURT İLEN GOYUN Bı varıymış bı yokuymiş. Bi anne goyun ve bi kötü galpli gurt variymiş. Bu anne goyunun güzel mi güzel beş yavrisi  variymiş. Kötü galpli gurdun gözü bu anne goyunun yavrilarindaymiş. Her gün anne goyun yavrilarina tenbık edermiş ki kötü galpli gurda kabiy açmayın diye. Anne goyun otlamaya ormana gidince gurt goyunun kabisina galır kabiy çalar ve anne goyunun taklidini yapar. Kabiyı çalar ve anne goyun gibi yavrilara mee avzumdan ot geldi mee mememden süt geldi demiş. Yavrular da una: —  Annemsan ayağuni camın önüne uzat, demiş. Gurt ayağuni camın önüne goyamadi. Cüngi ayağuni goyarsa yavrilar onun anneleri olmaduğuni anliycakler. Gurt değurmeni gidi. Gendini una buladi ve bi avucda tebeşir tozi yedi. Goyunun evine geldi. Ve bağurdi: — Mee ağzumdan ot geldi mememden süt geldi, dedi. Yavrilar gurda: — Ayağuni camın önüne goy, dedi. Ayağu unli olduğu uçun yavrilar uni taniyamadi. Tebeşir yeduğu uçun gurdun sesi anne goyuna bendezi yavrilar una gabiyi açdi. Kötü galpli gurt dört yavriyi yedi. En kücug gızi saklandi. Anne goyun gelıda kabiy açuk görünce feryat eddi: — Yavrilarım nerde, diya bağurdi. Kücüg yavri: — Ben buradayim, dedi. Anne goyun: — Gardeşlerin nerde ? diye sordi. — Kötü galpli gurt yedi, diye cevap verdi. Anne goyun eline bi makas bi yuğne aldi. Gurdi aramaya gidi. Gurdi bi kuyinin başında uyurken buldi. Anne goyun kötü galpli gurdun garnini kesti. Yavrilarini alıp gurdun garnina düş doldudi ve gurdun garnini tikdi. Gurd uyandi ayağa kakduğu zaman garni ağur geldi guyuya düşti eldi. Anne goyun ve yavrilari mutli mesut yaşadi.
Gurt ilen Goyun
Trabzon
Karadeniz Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken. Bir oduncu yaşarmış ormanda. Bu oduncunun da üç tane gızı varmış. Bir gün oduncu ormana odun kesmeye gideriken, hanımına söylemiş: —Hanım, en büyük gıza söyle, öğlen yemeğini getirsin. Ben yola buğday taneleri dökeceğim, o buğday tanelerini takip ederek beni bulsun, yemeğimi getirsin demiş. Havadaki uçan kuşlar, ormandaki canlılar buğday tanelerini yemişler. En büyük kız yolunu şaşırır, akşam olur korkar. Bir bakar ki ormanın içinde bir ışık: —Herhalde der burada insanlar yaşıyor. Girer bakar. Bir kulübenin içerisinde aksakallı dede, bir horoz, bir tavuk, bir de al inek. Aksakallı dedeye durumu izah eder. Aksakallı dede de, —Burada kalabilirsin der. Aksakallı dede kızdan bir çorba yapmasını ister. En büyük kız çorbayı yapar. Dede ile oturur çorbayı içerler. Ondan sonra da aksakallı dedeye uyumak istediğini söyler. O sırada horoz, tavuk ve inek, —Sen bizim karnımızı doyurmadın, nerede kalırsan kal derler. Bunun üzerine aksakallı dede, —Yukarı kata çık, yatağı döşeği düzenle beni bekle. Önce ben sonra sen yatacaksın. Kız yukarı çıkar yatağı düzenler, hemen uyur. Buna kızan aksakallı dede en büyük kızı mahsene kapatır. Aradan zaman geçer. Ormancı hanımına söyler: —Kız gelmedi mi? diye sorar. —Herhalde der kız yolu kaybetti, yolunu şaşırdı der karısı. Sabaha merak etme döner. Sabah olur, büyük kız dönmez. Sabah olunca ormancı ormana yine odun kesmeye gidecektir. Hanımına söyler: —Ortanca kıza söyle yemeğimi o getirsin der. —Yola mercimek taneleri dökeceğim, onu takip ederek beni bulsun ve yemeğimi getirsin der. Kuşlar, kurtlar yine mercimek tanelerini yerler. Ortanca kız yolunu kaybeder. Yine akşam olur korkuya kapılır. Ablası gibi aksakallı dedenin olduğu kulübeye gelir. O da büyük ablasının yaptığını yapar. Aksakallı dede onu da mahsene kapatır. Aradan bir vakit geçer. Ormancı yine sorar. Ortanca kız gelmemiştir. Hanımına söyler: —Hanım öğle yemeğini en küçük kız getirsin der. Yola nohut taneleri dökeceğim onu bulsun. Neyse en küçük kız yemeği alır. Bakar ki yolda nohut taneleri yok. Yolu kaybeder. Annesini, babasını düşünür. Babası ne haldedir, annesi ne haldedir? Bir bakar ki ormanda bir ışık. Aksakallı dedenin kulübesi. Gider durumu izah eder. Aksakallı dede, —Kalabilirsin der. Aksakallı dede çorba yapmasını ister. Gider küçük kız çorba yapar ama oturup yemez. Gider tavuğa, horoza yem, ineğe de mis kokulu otlar getirir. Ondan sonra bunların içmesi için bir de su getirir. Bunlar yedikten sonra aksakallı dededen artan yemeği küçük kız yer. Daha sonra aksakallı dedeye uyuması gerektiğini söyler. Aksakallı dede ise, —Yukarı çık, yatağı topla beni bekle der. En küçük kız yatağı toplar aksakallı dedeyi bekler. Aksakallı dede de kız da yatar duasını eder. Gece yarısı olur, bir gürültü patırtı. Evin damı uçacak gibi olur. Her taraf sallanmaktadır. Fakat kız biraz kulak verdikten sonra tekrar uyur. Sabah olur bakar, yanlış yerde uyuduğunu zanneder. Sanki sarayın içinde. Her taraf atlas*, her taraf çok güzel döşenmiştir. Bunun üzerine kalkar bakar, üç tane uşak gelir. Kız da, —Ben aksakallı dedeye kahvaltı hazırlayacağım der. Eve bakar ki aksakallı dede evde yok. O kadar yakışıklı bir prens. Prens uyanır en küçük kıza durumu anlatır. Zamanın da cadı, prensi bir hatasından dolayı bu hale getirmiş. Prensin kurtulabilmesi için sadece kendisine değil, hayvanlara da bakılması gerektiğini söylemiş. Böylece prensle en küçük kız evlenir. Ablaları da bir kömürcünün yanında çalıştırılmak üzere yollanır. Annesini de babasını da düğüne davet ederler. Böylece masalımız da mutlu bir sonla biter. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.   * atlas: Sık dokunmuş, parlak yüzü ipek, diğer yüzü pamuk olan bir tür kumaş
Oduncunun Kızları
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Bir köyde Keloğlan ile annesi yaşarmış. Bir gün Keloğlan annesinden helallik isteyip yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Ne ise bir köye varmış akşamüzeri. Bir bakar ki bir çalının yanında bir adamın koynundan bir şey çıkarıp onu toprağa gömdüğünü görür. Neyse adam gittikten sonra varır adamın gömdüğü yere bakar. Bir de ne görsün, bir çuval altın. Neyse anlar ki bu altın çalıntı. Aklına bir fikir düşer, gider köy odasına bütün ağaları toplar. Ağalara kendisinin bir falcı olduğunu söyler. Neyse, —Ben her şeyi bilirim diyerek yitikleri bulurum, çalıntıları bulurum der. Sabah olur, köyde bir çuval altının çalındığı söylentisi ortaya çıkar. Keloğlan da bunu bilmektedir ya. Neyse bir tane adam gelir: —Bir çuval altınım kayboldu. Keloğlan der: —Bana bir tas su getirin. Su getirirler. Suya bakar mırıldanır: —Şurda çalıntı altın gömülü der. Altının sahibi gider. Bir görsün, aynı Keloğlanın dediği yerde bir çuval altın. Keloğlan ün yapar, şöhret yapar. Neyse başka köylere duyulur namı. Neyse başka bir köyden adamın biri gelir, eşeğinin kaybolduğu söyler. Keloğlan adamı başından savmak için, —Senin eşeğin ne gökte ne de yerde der. Adam gider eşeğini aramaya. Bir de bakar ki köprü üzerindeki tahtada bulur. Ondan sonra bunu da anlatır. Böylelikle Keloğlan’ın ünü padişaha kadar duyulur. Padişahın da kırk yıldır çözemediği bir sırrı vardır. Babası ona bir kılıç emanet etmiştir. Bu emanetin sırrını çözmesini ister. Fakat padişah kime sorduysa, hangi falcıya, hangi büyücüye baktırdıysa bir türlü çözdürememiş hepsinin kellesini vurdurmuştur. Keloğlan kel kafasının gitmesinden korkar. Neyse zorla götürürler. Padişah zorla çağırır. Keloğlan, büyücü falcı olmadığını anlatmaya çalışır fakat padişah dinlemez. Keloğlan padişahtan zaman kazanmak için, —Padişahım der, bana kırk gün izin veriniz. Padişah, Keloğlan’ı zindana atar. Her türlü isteğini de yanına koyar. Önüne de kılıcı koyar. Neyse Keloğlan düşünür, taşınır, düşünür, taşınır, kırk gün olur bulamaz: —Sen ne kılıçsın, ne gümüşsün, ne altınsın der. Kılıcı duvara vurur. Kılıcı kavradığı yerden kırılır. Birde ne görsün, kavradığı yerden bir büklüm kâğıt çıkar. Neyse okuması yazması da yoktur bizim keltoş oğlanın. Bunu padişaha götürürler. Bu kâğıt içerisinde de babası oğluna, —Oğlum senin rahat yaşaman için, şuraya yüklü bir hazine koydum. Eğer padişah olamazsan bu altınla ömür boyu rahat edersin. Padişah bundan sonra Keloğlan’a sorar: —Keloğlan dile benden ne dilersen! diye. Keloğlan da kızını ister. Biraz da hazineden pay. Padişah biraz naz maz etse de sözünden dönmez. Keloğlan’a kızını verir. Hazineden de büyük bir pay. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Keloğlan
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Bir köyde bir çiftin iki çocuğu varımış. Bunlar mutlu bir hayat yaşarken adamın karısı vefat etmiş. Neyse adam bir zaman idare etmiş ama işler hep aksamış. İki tane çocuğa, tarlaya hem de başka işlere bakamazmış. Komşularının da söylemesiyle köyde olan bir kadını tavsiye etmişler. Kadının da zaten hanımı ölmeden önce adamda gözü varmış. Neyse adamla evlenmiş. Bir süre her şey güzel gitmiş. Adamın yanında kadın çocukları çok severmiş. Onları kendi evlatları gibi gözetirmiş. Saçlarını okşarmış. Adam gittikten sonra da bunlara her türlü işkenceyi yaparmış. Bunlara dayak atarmış. Her türlü işi gösterirmiş. Kendisi ayaklarını uzatır akşama kadar pencereden bakarmış. Pencereden bakarken her zaman pencereye bir kuş konarmış. Nedir bu kuş diye hiç dikkatini çekmezmiş. Neyse adamın bir gün amcasının oğlu gelmiş. Amcasının oğlu da yakışıklı mı yakışıklıymış. Fakat o kadar namusluymuş ki hiç kimseye yan gözle bakmazmış. Bu yüzden de evlenmemiş. Bu adama babasından yüklü miktarda da miras kalmıştır. Zengindir de. Bu kadın, bu adama göz koymuş. Ona yaranmak için her türlü kötülüğü yaparmış ama adam yine de dönüp bakmazmış. Bir gün bu adam amcasının oğluna söylemeye karar vermiş ama söyleyemezmiş. Gücüne gider böyle bir şey söylemek. Bir gün çekip gitmiş. Kadın çocuklara aynı işkenceleri yapmış. Çocuklardan biri dokuz yaşında, diğeri de dört yaşındaymış. Kadın, oğlanı köyün en uzak yerine odun toplamaya gönderirmiş, evde odun olduğu hâlde. Küçük kız da abisinin arkasından gidermiş. O sırada dereden geçerken küçük kızın bacağı sakatlanmış. Neyse çocuk, bacısını sırtında taşıyarak eve getirmiş. Kötü kadın aynı işkenceleri yapmaya devam etmiş. Bir gün işte bu kadın, küçük kıza yemek yapmasını söylemiş. Daha ufak çocuk ne bilsin yemek yapmayı. Eline iki yumurta almış, tandıra koymuş pişirmek için. Kardeşi dayanamamış: — Bırak kardeşim ben pişireyim, demiş. Kız da, — Yok, ben pişiririm, demiş. Bunlar çekiştirip dururken yumurta devrilmiş, tava ters dönmüş. Üvey anneleri gelse, bu çocukları öldürecekmiş. O kadar korkmuşlar ki birbirlerine sarılıp, ağlamışlar. Bir tane de pencerede güvercin. Kadın girmiş bakmış ki içerde iki tane güvercin. Anlamış bunların güvercin olduklarını. Arkasından koşmuş, kafayı yemiş. Koşmuş, güvercinler kaçmış, koşmuş, güvercinler kaçmış. En sonunda bir dereye düşüp ölmüş gitmiş. Çocuklar da babasıyla mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Üvey Anne
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir kral yaşarmış. Bu kralın bi de berberi varımış. Üç aya bir gelir bu kralı tıraş iderimiş. Neyse zaman gelmiş. Bu kralın berberi ölmüş. Vezirlerine dimiş ki: —Bana yeni bir berber bulun dimiş. Vezirler bir berber getirmiş. Berber gelse baksa ki kralın başı kelmiş. Kral da berbere tembih itmiş: —Böyle böyle benim kel olduğumu kimseye söylemeyeceksin dimiş. —Söylersen senin kelleni uçurrum dimiş. Berber de, —Tamam kralım dimiş. Kralı tıraş ider gibi yapmış, ondan sonra gitmiş. Berber artık dayanamamış, garnı* şişmeye başlamış. Söylese kral öldürecek, söylemese garnı şişecek. Bu gezekene* gezekene boş bir kuyu bulmuş. Kuyuya başlamış: —Kralın başı kel, kralın başı kel diye bağırmaya. Bundan sonra rahatlamış. Bu arada bir çoban sürü sulamaya gelmiş. Su çekekene* bi baksa ki kuyu da bir gamış bitmiş. Gamışı alır, gaval yapar. Öttürdükçe gavaldan, Kralın başı kel diye ses çıkar. Bu durum, ta krala gadar* duyulur. Vezirlerini salar berberi getirtir kral. Berbere söyler: —Ben sana tembih itmedim mi, benim kel olduğumu söyleme diye. Nereye söyledin? —Böyle böyle boş bir guyu* buldum, ona söyledim. Vezirlerine der ki: —Götürün o zaman berberi boş bir guyuya atın der.   * garnı: Karnı * gezeken: Gezerken * çekeken: Çekerken * gadar: Kadar * guyu: Kuyu
Kralın Berberi
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Allah’ın gulu pek çoğumuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, sinek berberiken. Bir ananın gızı galmış. Ana mefat* itmiş. Babanen gız galmış. Zaman geçmiş, aradan aylar geçmiş. Baba bir gün evlenmiş, bi garı getirmiş. Baba sığır güder durumuş, sığır güderimiş. Aradan aylar geçmiş yıllar geçmiş, gız büyümüş. Bi de analığın gızı olmuş. Olmuşlar iki gız. Babasıynan öğsüz gız künde sığıra giderimiş. Bi de bunun sarı ineği varımış. Ne azzık* goyarımış ne de ekmek viririmiş. Gız da bu sarı ineğin arkasından giderimiş. Her gün böle sürüp gitmiş. Gız büyünce babası gitmemiş, gız gendi giderimiş. Analık azzık su gomazımış. Gız ore* varırımış. İnek gelirimiş suyun başına öğlen satinde. Gız iyice inekden emer yayılır, sona yayılıma giderimiş. Böle böle aylar olmuş, yıllar olmuş. Gız büyümüş, güzelleşmiş. Analık da, —Ben buna ekmek gomirim, su gomirim. Bu gız nasıl oldu böle dimiş. Bir gün gendi de gitmiş analığın gızınnan beraber. Amma gendi gızına çeşit çeşit azzık ekmek gomuş. Öğsüz gız gene sarı inekden emmiş, öbür gız da görmüş. Anasına gelmiş böle böle dimiş. Gadın herife ille sarı ineği kesecen dimiş. Herif de, —Avrat gıyamadan inek kesilir mi? dimiş. —Yok, ille de sen ineği kesecen. Aradan gün geçmiş, ay geçmiş. Herif avradın zorlamasıynan ineği kesmiş. Gız da ağlarımış, kesilmesine çok üzülmüş. Bunnar gaynatmışlar, etini yimişler, kemiğini yimişler. Gız da birtecik yimemiş. Bunnarın attıkları kemikleri toplamış. Bunnar aylarca idare itmiş. Daha sona da et bitmiş. Et bitince gız toplamış kemikler havuta* gömülemiş. Aradan zaman geçmiş, bunnar goca goca gız olmuşlar. Düğüne gideceklerimiş. Analık gızını hazırlamış: —Haydi, düğüne gidelim dimiş. Giydirmiş guşatmış, bu gızı da götürmemiş. Bu galmış evde. Analık gitmiş düğüne. Varsa akıra*, havutu açsa ki bi gat güzel elbise olmuş sırtına, pırıl pırıl yanir. Ayana ayakkabı olmuş. Giyinmiş guşanmış varmış düğüne. Analık ne bissin*, —Aman penses gelir, aman prenses gelir. Ne gadar düğünde daliganlılar varısa gızı karşılamışlar. Onnar dağılmadan evvel bu düğünden çıkmış. O günü de yağmur yaş varımış. Eve gelekene ayandan ayakkabının biri düşmüş, çıkmış orda galmış. Prens de, —Bu prenses de nire gidir? diye çıkmış ayakkabıyı bulmuş. Aradan aylar geçmiş, yıllar geçmiş. —İlle ben bu gızı bulacam. Hangi ayana olursa bu ayakkabı onu alacam dimiş. Aramışlar maramışlar. Cariyelerine emir virmiş: —Bulun diye. Areken mareken dimişler ki: —Filan adamın iki gızı, sığır güdenin. —İlle gidin bu ayakkabı hangısının ayana olursa onu alacam dimiş. Analık bu gızı saklamış, gendi gızına giydirecek ya. Bu gızı tandıra goymuş. Analık gızın ayanı yonmuş monmuş, ayakkabı gendi gızının ayana olmamış. Ertesi günü gene böle. —İlle öbür gızı görecik. Analık, —Gız yok dimiş. Saklamış tandıra. —Üüüüürük Fatma Bacım tandırda. İki elleri küllede* dimiş. Prensin cariyeleri dimiş ki: —Horoz bize bişi anlatır dimişler. Varsalar ki tandıra baksalar ki gız tandırda. Tandırdan gızı çıkartmışlar. Gıza giydirmişler. Edik* gızın ayana olmuş. Zaten gendinin. Ordan çıkartmışlar gıza giydirmişler. Gız prensinen evlenmiş, mutlu da bitmiş.   * mefat: Vefat * azzık: Azık * ore: Oraya * havut: Deve semeri * akır: Ahır * bissin: Bilsin * külle: Tandırdaki ateşin yanmasını sağlayan hava deliği * edik: Patik
FATMA BACI
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bi avradın bi oğlu, bi de gızı varımış. Bi de gocası varımış. Avrat hastelenmiş, toktura* götürmüşler: —Bu ölür dimişler. Eve gelince avrat ölmüş. Ölünce bi zaman olmuş, herif evlenmiş. Evlenince gadın, —Bunnar burda durmecek dimiş. Dağda inek gütsün dimiş. İki üç gün gitmişler inek gütmüşler. Oğlan, —Bacım bek susadım dimiş bi su içim. —Gardaşım geyik izinden içersen geyik olun, inek izinden içersen inek olun dimiş. Neydecik, gel inek izinden iç balım* dimiş. İnek izinden içince inek olmuş. Gız ineği bağlamış eline almış. Orda oturmuş. Bir memeden yağ akmış, bir memeden bal akmış. Oğlan da, —Bacım sen benim mememi em. Gız bi memeyi emmiş balımış, bi memeyi emmiş yağımış. Gız pırıl pırıl pırılamış. Eve varmış. Avrat, —Bu tavlanir, benim gız aşamaca iş görir dimiş. Böğün bunnar dursun da yarın benim gız gitsin dimiş. Herif, —İyi gitsin avrad dimiş. Gitmiş. Azzık gomuş, su gomuş, inek dutulmamış ona. İnek gitmiş gız gitmiş, inek gitmiş gız gitmiş. Gız eve gelince: —Anam ben garandım*, inek bana dutulmadı dimiş. Ben gitmem bi dahe bu ineğe dimiş. Avrad da, —Ölese her gün bu gız götürsün gelsin. Avrat hastelenmiş yalandan. Seni garandırdı* inek ya. Ondan sona doktura gidin dimiş. Doktura varmış. Doktur dimiş ki: —Evde inen var kes onun etinden iyi olun dimiş. Doktur da muane* itmiş: —Memmet gel dimiş. Memmet gelmiş. Doktur, —Evde inen var kes, gadın hasteliğinden iyi olur dimiş. Ondan sona kesmiş. Oğlan da, —Bacım bunnar beni kesme kesecek ya. Kemimi kümümü topla dimiş havutuma* bas. Sana asbab* olurum, altın olurum, ayakkabı olurum dimiş. Havutuma bas sen dimiş. Sana et olurum, onlara dert olurum dimiş. Ondan sonem kemini kümünü ala gapıya atmışlar. Gız da toplamış havuta basmış. Onden sonem bi düğün olurumuş. Bağ oğlunun düğünü olurumuş. Giymiş guşanmış gız pırıl pırıl, çeşme suya gitmiş. Bağ oğlu da at sulame gelmiş. Bağ oğlundan evvel gız desti dolmuş. Ayakkabının biri suya düşmüş. Düşünce at kişnemiş, içmezimiş: —Allah’ım her günkü içen at niye içmir. Bükülmüş, bakmışımış bi ayakkabı. Ayakkabı da pırıl pırıl pırılir. Atı durdurmuş inmiş. Ayakkabi çıkarmış. Eve varmış. —Durun hele durun dimiş. Benim düğün duradursun. Ben, şu ayakkabı kime olursa onu alacam dimiş. Durdurmuşlar düğünü. Gapı gapı ayakkabının sahibini aramışlar. Horoz çıkmış gapıya: —Gıgııık gık. Fatma Bacım tandırda, iki elleri küllede*. Fatma bacısı tandırda ya. Çıkartsın ona ossun diye. Avrad da, —Kişe başcazını yiyesice dirimiş. Horoz bi dahe çıkmış, böle ötmüş: —Gıgııık gık. Fatma Bacım tandırda, iki elleri küllede dimiş. Goca köye varmışlar, kimse olmamış. Avrad da gendi gızının ayanı keserinen yonmuş da olmamış. Ondan sona külleden tandırdan gızı çıkarmışlar. Gız yınmuş* arınmış. Havutu deşmiş bi asbab çıkmış. Pırıl pırıl ayakkabı ayana olmuş. Oğlan da, —Hah dimiş, ben bunu alırım dimiş. Çevirmişler düğünü buna. Ondan sona Fatme çevirmişler. Avrad, Fatmeyi tandırın içine atmış. Gendi gızına çevirmeye çalışmış. Ondan sonem iki maymun gelir. Oğlanın elinden dutup: —Gel diller*. Gız gene giyinir guşanır. Düğün oldu gınası yanir. Gelin olacak zabanan gelip gızı götürecekler. Avrat gızı dala çıkarıp dala bağlir. Gendi gızını giydirir guşadir. Şordan* gelenler, —Bağ oğlu aldığın gız şumudi* diye tükürirler. Oğlan da, —Bu değilidi ya bu olsun dimiş. Gene bu gızı savuşturir, bu gızı indirir, alir. Onlar erişir, yetişir. Siz de erişin yetişin.   * toktur: Doktor * balım: Bakalım * garandım: Yoruldum * garandırdı: Yordu * muane: Muayene * havut: Deve semeri * asbab: Çamaşır, elbise * külle: Tandırdaki ateşin yanmasını sağlayan hava deliği * yınmuş: Yıkanmış * diller: Derler * şordan: Şuradan * şumudi: Şu muydu
FATMA BACI 2
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Bundan dimek hiç yoğumuş. Bir avradın hiç çocuğu olmazımış. Bu da asbab* yume* gitmiş çeşme. Kipriler gımıl gımıl gımıldaşırımış. — Allah’ım bana bi çocuk vir de şu kipri gibi olsun, dimiş. Gel olmuş git olmuş, gadın aşyermiş*. Ondan sona doğurmuş. Doğursa ki kipri. Amma içi dünya gözeli gızımış dışı kiprimiş sırrı. — Allah’ım senden dilek diledimidi kipri mi virdin, dimiş. Bi akıllı virsedin de ineklerimi gütsedi, dimiş. Kipri de, — Ana, ben güderim, dimiş. — Git, dimiş. İnek sıçıp da altında mı galacan, dimiş. — Yo, ben güderim, dimiş. Bir köyünde bostan tarlası varımış. Ore* inekler ho keç ho keç. Zar sırrını çıkardır. Sırrı içinden çıkardır gideken. Eletir sürerimiş. Bekçi görünce: — Bekçi bekçi kafan yere ağilsin, gıçların göğe ağilsin. Bekçinin kafası yere ağilirimiş, gıçları göğe. İkindinece inekler eve gelenece yayılırımış. Köylü dimiş ki: — Biz bekçi dutunca bostanı bozacik, irilecik. Varsalar ki tevek* de galmamış. Yimiş içmiş sığır. Oğlan da, — Bi de gidim de ben bakım, dimiş. Bu neyimiş böle. Oğlanın da babası yoğumuş. Bir anasınnan bacısı varımış. Varsa ki bostan yok. — Dur, dimiş. Bi de ben beklem, dimiş. Yaymış gız eve gelekene: — Bağin oğlu bağin oğlu kafan yere ağilsin, gıçların göğe ağilsin. Oğlanın gafası yere ağilmiş, gıçları göğe ağilmiş. Gız, sığırı sürmüş geleken, oğlan neden sona kakmış. — Bunun içinde dünyada sırrı gız. Kiprinin içinde gız, dimiş. Ana filanca köyde gız varımış. Ben onu alacam. Amma kiprimiş ya kipri olsun, dimiş. Anası da, — Sen delirdin mi, kipriyi biz napacik, dimiş. Oğlan da, — Tâ* da oturacak, dimiş. — Tâ da oturanı napacan, dimiş. — İlle de o olacak, dimiş oğlan. Varsalar ki kipri tâ da halburun* içinde durir. — Allah’ın emri düğür* geldik, dimiş. Garı yazzık* napsın. Oğlan ille alacan dimiş. Gızın anası da, — İş bilmez güç bilmez, halburun içinde otirir. Ha sığır güdir gelir ne bilim ne şekil güdir, dimiş. Oğlan almış gitmiş. Halburun içinde gelin götürmüşler. Bundan sona gerde girmişler. Oğlan gapi kitlerimiş. Gız dimiş sırrını oğlana. — Amma dimiş beğin oğlu sırrımı anan bacın duyarsa, köylü duyarsa sana ben bir gün yar olmam giderim, dimiş. Anan da duymecek kimse de duymecek. Ondan sona bir gün, iki gün, üç gün bir hafta olmuş. Garı akır* atarımış, kürek küreklerimiş. Kipri de akıra varmış. Kipri, — Ana vir de akırı ben küreklem, dimiş. Gadın da, — Get dimiş bokun altında galıp da oğlana bana kipri mi ödettirecen, dimiş. Kürenen vurmuş. Gız da küsmüş gızıl gızıl halburuna varmış yatmış. Ondan sona bir hafta durmuş garı aş bişirir. — Çömçe* vir de aşı ben garıştırim, dimiş. Gır gavurun garısı, — Garıştıracak mı garıştırmecek mi bi vir balım*. Çömçenen vurmuş çömçe ikiye ayrılmış. Gadın da, — Tandıra düşüp de bana kipri ödettirecek dağilsin, dimiş. Gız gene küsmüş gitmiş. Anası, — Oğlana biz hamama gidecik, dimiş. Garın ossa* onu da götürürdük, dimiş. Garın yok, bişiyin yok, dimiş. Oğlan da, — Siz gidin ana, benim garıma bakman, dimiş. Gitmişler bunnar*. Bu da giyinmiş, guşanmış, varmış. Hemi gaynanasını, hemi görümcesini sabunleken, keseleken yumuş* arıtmış, erbişim* itmiş. Garı sormuş, — Gızım sen kimin gelinisin? — Götüme çömçe vuranın gelinim, dimiş. Garı bilmemiş. Eve gelmiş, — Aman oğlum hamama gözel bi gelin geldi. Bakmalara gıyaman, dimiş. Oğlan bilir ya, — Nasıl bilmedin de kipri aldın sen. Beni de yudu, bacını da yudu. Keseleken keseleken kirimizi çıkardı, dimiş. Oğlan da, — İyi ana, daha ne istin yuduysa, dimiş. Yatmışlar. Üç gün sona düğüne gidecekler. Gız giyinmiş, guşanmış pırıl pırıl olmuş at pırılir, gız pırılir. Varmış bi oynamış, bi türkü çağırmış Yolcim yolundan koyman beni diye. Milletin ağzı açık galmış. Gene bu avrat varmış. — Kimin gelinisin? dimiş. — Götüme kürek vuranın, dimiş. Ordan da onnardan evvel gelmiş. Soyunur, soykalanır halbura girerimiş. Gadın, — Aman oğlum, ötünkü* hamama gelen gelin, böğün de düğüne geldi, dimiş. Oynenler de bakacik diye oynamadılar. Davulçu, köçekçi tüm geline bakacik diye şitmediler, dimiş. Avrat gene sırrına girmiş. Ondan sona susamış oğlanın bacısı. Gadın da, — Kak, dimiş. Abin goynunda avradımı var da utanin, dimiş. Açsa ki gız bulanmış. Ayıkınca anasına çağırmış. Garı, — Aman tâya gop, dimiş. Gafa yini* tapıllamış*. Varsa ki kiprinin gabı. Bacısı, — Ana, düğünde gördüğümüz, hamamda gördüğümüz abimin goynunda yatir. Garı, — Aman tâya, dimiş. Ondan sona kiprinin tüyünü yakmışlar. Yakakan gızın burnuna tütünü gitmiş. Gız da, — İnsanoğlu, insanoğlu anan sırrımı yaktı, dimiş. Ben sana yar olmam. Yeşil ördek olaydım, gölümüze gonaydım, gelip geçen yolcudan, yarimi soraydım, dimiş. Fır dimiş, uçmuş gitmiş. Oğlan da, — Ağ ördek olaydım, göllerimize gonaydım, gelip geçen yolcudan, yarimi soraydım, dimiş. O da uçmuş. Anenen gız galmış. Bunnar yedi seneden sona birbirlerini bulmuşlar. Oğlan bulduğu köyde yedi gün düğün itmiş. Onlar ermiş muradına, sen de er. Biz de çıktık kerevete.   * asbab: Çamaşır, elbise * yume: Yıkamaya * aşyerme: Aşerme * ore: Oraya * tevek: Asma, kavun, karpuz, kabak gibi bitkilerin sürgünü * tâ: Raf * halbur: Kalbur * düğür: Dünür * yazzık: Yazık * akır: Ahır * çömçe: Kepçe * balım: Bakalım * ossa: Olsa * bunnar: Bunlar * yumuş: Yıkamış * erbişim: İbrişim * ötünkü: Öbür günkü * yini: Yeni * tapıllamış: Toparlamış
Yeşil Ördek
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Bunu dimek hiç yoğumuş. Bi avradınan bi herif varımış. Herif sığır güderimiş. Avrad da ekmek deşiririmiş*. Her gün gelirimiş eve. Bişme* bişiririmiş. Gız görer dutar, yılan gavına* girer, masanın altına girerimiş. Her gün gelmiş böle. Avrat gidince gız çıkarımış. Yılan gavından çıkarımış dünya güzeli bi gız. Görerimiş, dutarımış: —Açıl sufram açıl. Sofra açılır, yemek saçılırımış. Avrat giri giderimiş. Yir içer gece, zabanan giri giderimiş. Öle bi sene gitmiş. Gadın gomşulara çağırmış. —Ben neydim. Öle görir dutir, silir süpürir dimiş. Bişme de bişirip goyup gidir dimiş. Kim ise bilemedim dimiş. Ordan biri, —Ölese dize* sen masanın altına gir de gözle dimiş. Kimise o gene gelir. Bişirir indirir gider dimiş. Bundan sonem yılan gavından gavlamış çıkmış gız. Pırıl pırıl bi gız. —Açıl sufram açıl dimiş yemek saçılmış. Giri gidecek zamanı avrad golundan asılmış: —İn misin, cin misin dimiş. —İnim de cinim de senin de gızınım dimiş. —Aman gızım gitme ölese dimiş. Ondan sonem gitmemiş. Gitmence görmüşler, dutmuşlar onun gızı olmuş. Gene yarıntesi* görmüş dutmuş. —Açıl sufram açıl dimiş. Ekmekler saçılmış, aneyinen gız yimiş. Yılan gavına girmemiş gayrı. Gitmiş, aşama herif gelmiş. —Bu ne avrad dimiş. —Bu bizim gızımız. Dünya güzeli gız dimiş. Görerimiş dutarımış açıl sufram açıl dirimiş. İder iyler sona da yılan gavına girer dirimiş. —Aman gızım gitme dimiş. —Babam senin gızınım. Şu da anam dimiş. Görmüş dutmuş. Avrad ekmek deşirme gitmemiş. Herif gitmiş sığıra. Gözel gelince ekmek yirimiş. Bir gün böle, on gün böle. Herif gızın yüzünden zengin olmuş. —Babam gel sen de sığıra gitme dimiş. Allah bize virdi, yiyelim dimiş. —Gitmem gızım canıma minnet. Dağları çıkamirim dimiş. Yoruldum gayrı dimiş. Oğlu var mı yok mu orasını getiremedim.   * deşirmek: Toplamak * bişme: Yemek * gav: Kabul * dize: Teyze * yarıntesi: Sonraki gün
Açıl Sufram Açıl
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Bunu dimek hiç yoğumuş. Bi adamınan garı varımış. Köyün birinde yaşallarımış*. Çok fakirimiş. Adam çok merak iderimiş: —Allah’ım ben de Hecaz’a gitsem, Hecaz’a gitsem dirimiş. Herkes gidir diye çok isterimiş. Akşam zabah namaz gılarımış. Yatar kakar Hecaz’a gider gelirimiş. Adam üryasında* her gün Hecaz’a giderimiş. Ondan sona bu davar gütmüş, sığır gütmüş para biriktirmiş. Garısı, —Herif, bunnan Hecaz’a gidilir mi? dimiş. —Olsun avrad, her gün bana hecaz görikir dimiş. Her gün üryamda varıp gidip, Mekke yüzümü sürürim dimiş. —Hadi hayırlısı ya herif, sen hecaza gidemen dimiş. Zamanında sen çok hırsızlık ittin dimiş. Tavuk cücük* çaldın dimiş. Onun bunun gelinine gızına baktın dimiş. Olmaz dimiş. —Avrad, cahillik de ittimidi Allah beni gusura gomaz. Her gün üryamda hecaz göririm. —Yok, olmaz herif. Sen zamanında elin ırzınnan, namusunnan oynadın. Horoz gomadın, girmedik dam bırakmadın. Neyse yazlı gışlı davar gütmüş hecaza gitmek için. Avradı da, —Böle mi herif olur. Hiç yanımda durmin dimiş. —Avrad, ben hecaza gidecem dimiş. Gidecen, gidemecen. Neyse gel olmuş git olmuş bi kimseler gelmiş. Davarlar yayılırımış, adam da dineğinen* yeri deşerimiş. —Selamünaleyküm. —Aleykümselam. —Hayrola gardaş? —Hayır, gardaş dimiş. —Niye böle yeri didin dimiş. —Her gün üryamda gardaş hecaza gidirim gelirim. —Allah dileğini gabul iylesin dimiş kimseler. —Param yetmir. Şu gadar param eksik dimiş. Bu kimseler, adam görmir ya, bi deste para bırakmış. Bu adam Allah’ın yolunda yuvarlanır, hecazı istir dimiş. O adam, kimseler de Peygamberimizmiş (s.a.v.). Destenen* para bırakmış. Üstüne de biraz toprak yitmiş. Adam didikle didikle ore* oymuş. Oyakana* para çıkmış. Adam destenen parayı alır gelir: —Avrad avrad gördün nü hecaza gidemen didinidi. Bak yeri deşeken Cenab-ı Allah yere bi deste para goydu. —İyi, herif. Neyse bi hafta geçmiş. Hecaz günü gelir hecaza gidir. Garısını da götürir. İkisi birlikte gidiller geliller hacı oliller. Adam da genç. Daha 20-25 yaşlarında. Hemi herif hemi avrad. Hecazdan geldikten sona avradın bi çocuğu olir. Dünyalar güzeli, nur topu gimi oğlan. Fakir amma hecaza gitti. O çocuk büyür, güzel bir deliganlı olir. Bi de fakir sığır güdenin gızı var. Suya gelir. Öle oğlan daş atir. Gız dönir, ırbiğinda* suyu oğlanın üstüne dökir: —Niye bana daş atin? O da, —Gız sana yanığım dir. —Ne zaman gördün de bana yanıksın dir. Neyse oğlan bi daha daş atir. —Sen niye bana daş atin dir. —Ben sana yanığım gız dir. Ben seni alacam. Neyse gız da buna vurulir ya. İkisi birbirlerine vurulirler. Gız, —Senin baban ne iş yapar? —Benim babam fakir. Zamanında davar gütmüş. Sonunda da Allah onu hecaza göndermiş. Anamda babamda hecaza gittiler. Şimdi de Allah’a şükür halimiz vaktimiz yerinde. Gendi gendimize gavrulup geçinip gidirik. Oğlan, —Senin baban ne iş yapar? —Benim babam da sığır güdir. Ben de sığır güdenin gızım. —Olsun, ben sığır güdenin gızı olsan alacam. Gelir anasıgile babasıgile. Babası da, —Oğlum sen kimi istersen alırım dir. —İstersen ekmek deşirenin gızı olsun. Gidiller bu gızı istiller. Adam dir: —Zamanında ben de fakiridim. Hecaza gitmenen zengin olunmaz ya. Gızını bizim oğlana vir. Düğün idelim, mürvetlerini görelim. Virirler. Onlar yidi gün yidi gece düğün idiller. Onlar erir muradına, biz çıkirik kerevetine.   * yaşallarımış: Yaşarlarmış * ürya: Rüya * cücük: Civciv * dinek: Değnek * destenen: Desteyle * ore. Orayı * oyakana: Oyarken * ırbik: İbrik
Hacı
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Cinler cirit atarken eski hamam içinde. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken. Bir gadınnan kocası yaşarımış. Adam odun keserimiş, fakirlerimiş. Gadın da gündeliğe giderimiş. Onun bunun penceresini, sekmenini silerimiş. Neyse bunların da eski kulübesi varımış. Eski mi eski tek gözlü. Bi de fakir mi fakir, amansız çaresiz bi gız. Ne anası ne babası ne de kimsesi varımış. — Allah’ım ben nire sığınacam dimiş. Akşam oldu, garanlık çöktü diye ağlamış. Gece galırsam, kurtlara guşlara yem olurum dimiş. Neyse ki baksa ki eski bir yerde, eski bir kulübe: — Allah’ım, dimiş, şure sığınim dimiş. Neyse gelse ki içeri fırı fışkı*. Tencere bomboş. Gadın iççik* bişirece indirece varımış. Onu güzelce bişirmiş. Evi sarayın köşkü yaptırmış. Temizlemiş, silmiş süpürmüş. Gadının da kötü garyolası varımış. Yorulmuş, uzanmış altına girmiş. Adam odun kesmeden gadın da gündelikten gelmiş. Gelseler ki: — Oh kim ittise iyi itmiş dimiş. Gonşuları* ittiler sanmışlar. Yimişler içmişler. Gadın: — Herif, böle ii olir dimiş. Ben de yorulirim, sen de yorulin dimiş. Adam hem odun keserimiş hem de çekerimiş. Yarın gene gelmişler. Evde ne varsa bişirmiş indirmiş. Silmiş süpürmüş. Destileri doldurmuş. Çeşmeden gelmiş. Gadın: — Allah Allah herif, bu hayra alamet değil. Gitmiş gonşusuna sormuş: — Bizim evi sen mi süpürin? Gonşusu: — Valla ben gendi işimi de göremirim dimiş. — Ya dimiş bizim evi iki gündür silip süpürir. Ne varsa bişirir indirir. — Sen gündelikçiye gitme de izle dimiş. Gadın gapının arkasına durmuş. Esnerek* çıkmış fakir bir gız, güzelcede. Neyse avrad izlemiş. Gız da silmiş süpürmüş. Tencere yeme goymuş. Tam garyolanın altına girerken gadın elinden dutmuş: — İn misin, cin misin? — İnim de cinim de. Seni yeri yaradan Allah’ın guluyum. Gız böle böle dimiş: —Anam yok babam yok. Bi akşam garanlığa galdım. Bi de baktım uzaktan sizin kulübe gördüm. Kulübeyi görünce sığınım didim dimiş. Böle böle geldim. Evini sildim süpürdüm dimiş. Gadın: — İyi o zaman sen de bizim bi gızımız olun dimiş. Hemi bize can yoldaşı hemi de arkadaş olun dimiş. Bişirmişler indirmişler. Onlar mutlu mesut olmuşlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.   * fırı fışkı: Pis, pasaklı. * iççik: Biraz. * gonşu: Komşu. * esnerek: Esneyerek.
Kimsesiz Kız
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Vaktiyle köyün birinde fakir bir adam yaşarımış. Bi de yaşadığı yerin padişahı varımış. Padişah tüm ülkeye haber salmış: —Ülkede yaşayan fakir erkekleri evlendirecem demiş. Padişah çok cömert, iyi kalpli biriymiş. Ülkenin tüm fakir erkeklerini evlendirmek, onları mutlu etmek istemiş. Bizim fakir köylü de padişahın bu emrini duymuş. Duymuş duymasına da evlensem nasıl geçinirim diye gara gara düşünmeye başlamış. Kendince bir karar almış. Padişahın yanına gitmemiş. Padişah, —Eğer gelmeyen olursa kellesini vurdurrum kararını almış. Ama bizim fakir köylü bundan habersizmiş. Fakir adam bir gün rüyasında zengin olduğunu görmüş. Çil çil altınlar, elmaslar, mücevherlerinin olduğunu görmüş. Sabah erkenden kalkmış. Rüyasını köyde oturan cadı karıya yorumlatmış. Kadın demiş ki: —Bu iyi alamet değil, sen padişahın kararına karşı çıktın. Padişah, bunu duyarsa kelleni vurdurur demiş. Bizim yarım akıllı köylü, gararından dolayı iyice pişmanlık duymaya başlamış. Ne yapsam ne etsem diye düşünürken aklına bir fikir gelmiş. Bizim yarım akıllı üstünü başını değiştirip dilenci kılığına girmiş. Sarayın önüne oturmuş dilenmeye başlamış. Amacı sarayın durumunu öğrenmekmiş. Bakmış çok da para kazanıyormuş sarayın önünden hiç ayrılmamış. Padişahın bir kızı varmış. Padişahın amacı kızını evlendirmekmiş. Bir gün padişahın kızı sarayın avlusunda çıkmış dolaşırken fakir adam kızı görmüş. Âşık olmuş padişahın kızına. Padişahın kızı da bizim fakir dilenciyi görmüş. O da ona âşık olmuş. Padişaha durumunu söylememiş. Yoksa kellesinin gideceğinden korkmuş. Padişahın kızı bizim fakir köylünün aşkından yataklara düşmüş, dili tutulmuş. Ülkenin en iyi doktorları, falcıları, büyücülerini getirmiş. Kızın derdine çare olamamış. Bir gün muhafızlardan ikisi konuşurken bizim dilenci olanı biteni duymuş. Üstünü başını değiştirip saraya müneccim olarak girmiş. Gız gözlerini açıp oğlanı görünce ağzı dili çözülmüş. Padişah bu duruma çok sevinmiş. Bizim fakir köylüye kızını vermiş. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına, biz de çıkalım kerevetine.
Fakir Adam
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir ormanda aslan yaşarımış. Bu aslan gün gelmiş dünyalar güzeli iki yavru dünyaya getirmiş. Yavrularını hiç gözünün önünden ayırmazımış. Öper sever gözünün önüne bırakır, hiç aralaştırmazımış. * Zaman gelmiş yavrular acıkmaya başlamış. Çünkü aslan bişi yemezimiş. Südü azalmış. İster istemez avlanmaya gitmiş. O arada iki tane avcı aslanın gözelim yavrularını görmüş. Bunların güzelcene derisini yüzmüşler. Yavrularının ölüsünü atmışlar, derisini almışlar gitmişler. Aslan da avlanmış sevine sevine yavrularıma süt verecem diye gelmiş evine. Bir de ne görsün iki tane dünyalar güzeli yavrusunun leşiyle garşılaşmış. O arada bi kükremiş ki bütün orman inlemiş. Gomşusu çakal koşarak gelmiş: — Hayrola aslan gardeş, bu gızgınlığın niye, diye. Çakala demiş ki: — Baksana gomşu, demiş. Benim dünyalar güzeli iki tane yavrumun avcılar postunu yüzmüş, leşini atmış, demiş. O arada aslana çakal demiş ki: — Aslan gardeş, demiş. Senin iki tane yavrun avcılar tarafından vurulduğunda sen bu kadar üzüldün de sen her gün bir annenin canını yaktın. Ondan haberin var mı, demiş. Aslan elini yüzüne vermiş bi düşünmüş. — Sen de haklısın çakal gardeş, demiş. Bundan sonra tövbe idecem. Bi daha da milletin canını yakmecem, dimiş.   * aralaştırmaz: Uzaklaştırmaz
Aslanın Yavruları
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir değirmenci varımış. Değirmencinin hiç çocuğu olmazımış. Her gün Allah’a dua edellerimiş. Allah, değirmencinin duasını kabul etmiş. Bunlara üç gız birden vermiş. Değirmenci ile karısı çok mutlu olmuşlar. Üç gız da birbirinden güzelmiş ama en küçüğünün yüzü ayın on dördü gibiymiş. Kıza bakan dönüp bir daha bakarımış. O gadar güzelmiş. Ülkenin de bir padişahı varımış. Bu padişahın da bir oğlu varımış. Padişah oğlunu evermek isterimiş. Oğlu bir türlü kimseyi beğenmezimiş. Oğlan, sevdiği kızı aramak için derviş kılığına girmiş. Az gitmiş uz gitmiş. Neyse lafı uzatmayalım, değirmencinin oraya gelmiş. Üç kızı da görmüş. Kızlar un taşıyomuş. Derviş kılığında padişahın oğlu en büyük kızdan su istemiş. Kız su vermek şöyle dursun ya elinin tersiyle oğlanı öte itmiş. Kafasına elindeki kovayı boşaltmış: — Git burdan pis, demiş. Oğlan bu sefer ortancılı kızdan istemiş. O kız da bağırmış, çağırmış su vermemiş. Oğlan: — Güzel kız, bana bir bardak su getir, demiş. Güzel olduğu kadar merhametli küçük kız, bir desti su getirmiş. Delikanlının üzerinin ununu çırpmış. Evde ne varsa ekmek, tuz oğlana getirmiş. Derviş kılığındaki oğlan, kızın güzelliğine olduğu kadar ahlakına da vurulmuş. Kıza, —Allah gönlünde ne varsa onu versin, demiş. Sonra doğru yoluna gitmiş. Sonra gelince babasına istediği kızı buluğunu söylemiş. Babası sormuş: — Kimin kızı? — Değirmencinin kızını buldum, demiş. Babası da değirmenciye: — Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle kızını istiyorum, demiş. Değirmenci de kızını vermiş. Hemi de çok mutlu olmuşlar. Ama diğer iki kardeş kıskançlıktan kendilerini yemiş bitirmişler. Sabah kardeşleri yola çıkacağı için erken yatmış. Bu iki kötü kardeş hainlik düşünmüşler. Gece kardeşlerini kucaklayıp, ormana bırakmışlar. Sabah olmuş. Padişah, kızı almak için adam göndermiş. Değirmenci ile karısı ağlamaktan içleri dışlarına çıkmış. İki kötü kız kardeş de yalandan gözyaşı dökmüşler. Durumu anlatmışlar, öldü demişler. Padişahın adamlarına olanları anlatmışlar. Padişahın oğlu yemeden içmeden kesilmiş. Ağzını pıçak açmıyormuş. Gelelim biz kendi güzel huyu güzel kızımıza. Ormanda tek başına ağlamış, bağırmış, çağırmış. Ama sesini kimseye duyuramamış. Bu sırada yaşayan dev kızı görmüş. Onu yemek için evine götürmüş. Ama güzel kız durmadan ağlıyormuş. Dev dayanamamış, kıza sormuş. Kız her şeyi anlatmış. Ama buraya nasıl geldiğini bilemediğini söylemiş. Dev kıza acımış. Padişahın oğlunu bulmak için saraya gitmiş. Durumu padişahın oğluna anlatmış. Bacılarının kötülük yaptığını anlamış ama kız onları affetmiş. Padişahın oğlu ile güzel huylu kızımız evlenmiş. Dev de bundan sonra insan eti yememeye karar vermiş. Kızla oğlan mutlu mesut yaşamışlar. Burada masalımız bitti. Darısı tüm sevenlerin başına.
Değirmencinin Kızları
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Bunu dimek hiç yoğumuş. Köyün birinde bir sığır güdennen gızı yaşarımış. Köyde de bir sürü gızlar varımış. Hepsi toplanırlar, düğüne giderler. Düğünde oynarlar, gülerler. Sığır güdenin gızını oynatmazlar. —Senin baban fakir, sığır güdir diye. Öbür zengin gızlarını oynadırlar. Gız eve gelir, iki gözü iki çeşme. Babası gelir ne yemek var, ne çay var. —Ne bu gızım Hacca?* dir. Gızın adı da Hacca. Babasına anlatır: —Komşularımızın kızınnan düğüne gittik beni oynatmadılar. Senin baban fakir, sığır güdenin gızısın diye. Babasınnnan yemek yaparlar. O yemeği yiyemezler, gözyaşlarını tutamazlar. —Gızım bi gün Allah bize de güler dir. Neyse bunlar yatarlar uyurlar. Yarıntesi* köyün birinde yine bir düğün olur. Köyün zengin gızları düğüne Hacca’yı da çağırırlar. Hacca, —Ben gitmeyecem, gidince benimle alay yapirsiz dir. Neyse yalvarırlar, bunuda da götürürler. —Bunda seni oynatacik derler. Düğüne gittikleri yerde de Hacce’ye bir türkü söyletirler. Hacce türküyü söylerken bir yanda da köyün delikanlıları vardır. Düğüne padişahın oğlu da gelir. Türküyü söyleyen Hacce’nin sesine vurulur. —Durun beyler bir yerden güzel ses gelir, bu güzel türküyü söyleyen kimdir? dir. Delikanlılar da, —Boşver ağam, türküyü söyleyen, sığır güdenin gızıdır dirler. —Olsun, bakalım. Arkadaşı çağırın da bir de burda söylesin dir. Hacce gelir hem oynar, hem söyler. Hacce’yi gören padişahın oğlu âşık olur. Dünyalar güzeli gızlar var ama padişahın oğlu Hacce’ye âşık olur. O vurur. —Çekil ben oynayacam, o vurur çekil ben oynayacam diye birbirini iterler. Hacce’yi de iterler. —Durun siz, türküyü o gız çağırsın dir padişahın oğlu. O dir padişahın oğluna: —Ağam benim sesim güzel, ağam benim sesim güzel. —Yok o gız çağıracak dir. O gıza vuruldu ya. Hacce de padişahın oğluna vurulur ama padişahın oğlu beni almaz diye düşünür. Düğün biter, Hacce evine keyifli bir şekilde gider. Padişahın oğlunu gördü, o da onun sesini beğendi diye mutlu olur. Eve varır, babasına türlü türlü yemekler yapar. Babası gelince ayaklarını çıkarır, güzelce yıkar. Babası da, —Haccem sendeki bu keyf ne? diye sorar. Babası gendi gendine, —Allah Allah bu gızdaki keramet ne? diye sorar. Yatarlar. Hacce de, —Allah’ım bir yerde düğün olsa da yine gitsem de padişahın oğlunu görsem dir. Hacce yatınca bir rüya görür. Rüyasında padişahın oğlunnan evlenir, takılar takılır. Kendini beyaz gelinlik içinde görür. Sabah kalkınca babası, —Haccem hayırdır, nedir bu sevincin? diye sorar. —Baba böyle böyle rüya gördüm dir. Beyaz gelinlik aydınlık dimekmiş. Babası rüyayı yorar*: —Gızım sen kimsin, padişahın oğlu kim. Sen bir sığır güdenin gızısın dir. —İşte baba ben bir rüya gördüm dir. Babası da, —Hayır diyelim hayır olsun gızım dir. Babası gene davarların yanına gider. Hacce evde galır. Neyse bu padişahın oğlu atla bu köye gene gelir. Hacce görecek ya. Hacce destilerini eline alır, düşer çeşmenin yoluna. Padişahın oğlunu gören gızlar da hep çeşmenin başına gelir: —Sana mı galdı Hacca, biz dururken padişahın oğlunun yanında durmak sana mı düşer? Gızlar, —Benim babam zengin dir. Benim babam zengin beni alır padişahın oğlu dirler. Hacca destini doldurur gözü de padişahın oğlundadır. Padişahın oğlu ona bakar o ona bakar. Padişahın oğlu her hafta gızın köyüne gelir. Hiç gelmen padişahın oğlu durmadan o köye gelmeye başlar. Padişah babasına gider: —Baba dir, filanca köyde sığır güdenin gızı var. Adı Hacca. Ben Hacca’ya âşık oldum baba dir. —Nirde gördün bu Hacca’yı? diye babası sorar. —Düğünlerde gördüm, çeşme başında gördüm, yol üstünde gördüm vuruldum. —Hayır, oğlum ben sana kendi dengimde, hükümdarın gızını alacam dir. —Hayır, baba dünyalar güzeli de olsa, ben Hacce’yi alacam dir. Babası da, —Ben seni evlatlıktan reddittim oğlum dir. Oğlan küsir, halasının yanına gidir. Padişah evde yalnız, bi de hizmetçisi var. Daralir, hizmetçiye sinirlenir. —Padişahım sinirlenme, padişahım sinirlenme diye hizmetçisi padişahı teselli yapir. —Git şu oğlanı halasının yanından getir diye hizmetçisine bağırir. Hizmetçisi oğlanın halasının köyüne gider. Oğlana, —Herhal padişahım sana o gızı alacak dir. Neyse bunlar düşir yola babasının yanına. —Hadi bakalım oğul, istediğin gızı alalım gidelim bakalım dir. Az giderler uz giderler, Hacce’nin köyüne gelirler. Gelse ki Haccegilin kötü bi kilimi vardır. Padişah böle her yeri süzer. Padişah gendi gendine, —Allah Allah, Allah Allah diye söylenir. —Hayrola ağam dir, Hacce’nin babası. —Hiç dir. Yani küçümsediğini söylemez padişah. Hacce soğuk bir ayran getirir. Padişah içmez, yani büyüklenir, küçümser gızı. Oğlan da, —Oh Haccem çok güzel olmuş ayranın dir. Padişah da oğluna ters ters bakar. —Allah’ın emri, Peygamberin gavliyle gızın Hacce’yi oğluma istiyorum dir. Sığır güden de, —Haşa ağam biz kim size gelin virmek kim. —Olur mu dir benim oğlan senin gızı görmüş âşık olmuş vir gitsin dir. —Ağam gız benden yannı sizin dir. Neyse takıları takirler, 40 gün 40 gece düğün yaparlar.   * hacca: Hatice * yarıntesi: Sonraki gün * yorar: Yorumlar
Sığır Güdenin Gızı
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bi varımış bi yoğumuş. Evvel zaman içinde galbur zaman içinde. Develer tellalikene, pireler berberikene. Ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallarikene. Bir babaynan iki çocuk bi de anne varımış, bi aile. Neyse çocuklar büyümüş biraz. Büyünce bu anne ölmüş, mefat* itmiş. Ölünce gitmiş üstüne bi guma getirmiş. Evlenmiş adam. Evlenince bu durakana murakana bu babadan bi gız dünyaya gelmiş. Dünyaya gelince, o gızın ismi de Fatme’miş*. Ömer’inen Fatma. Ne gadar güzelimiş, dünyalar güzelimiş. Üvey anne bir gün gızın başını darekene* böle sert sert vururumuş. Bir gün oğlan büyümüş yemek istemiş. Yemek istince oğlana nasıl vurdise oğlan da ölmüş. Oğlan ölünce bi guş olmuş. Guş olunca uçmuş. Gız da gardeşim gurtuldu diye sevinmiş. Oğlan da, —Bacım, keşke sen de ölsen de seni de gurtarsak dimiş. Bu gız gelişmiş, büyümüş, çiğdem gibi olmuş. Gıza herkes vurulurumuş. Herkes severimiş. Deliganlılar annelerini, babalarını düğür* salarlarımış bu gıza. Avrat tandırın altına goyar, üstüne sacı gapatırımış. Düğürcüler görmesin de benim gızı alsın diye. Dünya güzelimiş gız. Bi tarafa gidekene elini yüzünü garalarımış, guralarımış. Gendi gızını gösteririmiş. Biraz daha büyümüş gız, analığı gızı çekemez hale gelmiş. Benim gızım çirkin bu gız güzel diye. Benim gızım evde galdı diye. Gadın gocasına dimiş ki: —Sen bunu al, Kafı Küfü Dağı’nın ardına at gel. Babası da götürür gızı bi tarle bırakır. Tarle bırakınca zabanan çifçiler gelir. Bi çoban gızı bulur evine götürür. Bu çobanın da yedi tene çocuğu varımış, oğlan çocuğu. Çocuklar da cücemiş boy boy. Ondan sona gızı bure getirir, gızı giydirir guşatırlar. Onlar sever, bu gız dünya güzeli olur. Böle geçip gidekene bi düğün olur. Bu gız düğüne gider. Götürüller. Götürünce gızı, orda bi deliganlı gıza vurulur. —İlle bu gızı bana alın dir. Allah tarafından bi kimseler gelir, gızı götürür, gız gaybolur. Bi de gelseler ki o gız yok. Oğlan ille de bu gızı alacak diye dutturur. Bi vakitten sona oğlan hastalanır, ölüm derecesine düşer. Gızı bulamazlar. Padişah, —Dünyanın en güzel gızını bulacam, oğlum dir. Güzel güzel gızları getirirler. İmkânı yok oğlan gara sevdaya dutulmuş. İlle bu gız. Bu gız da bi dağda. Bi çobanın elinde haberleri yok oğlanın vurulduğundan. Gız gopakana* ayakkabısı galır. Bi ayakkabısının teki. Bu ayakkabısının tekini de ona göre yaptırır. İki adamı ayakkabı elinde gezdirir. Oğlan, —Bu ayakkabı kime olursa, o gız benim sevgilim. Dünya âlemini gezdiriller. Variller o analığın evine. Analık, gızının ayanı yiter gene olmaz gızının ayana. Bu padişahın oğlu ya alacak. Ondan sona sölem. —Gide gide tarla takın nire varsa gız bulunacak! dir oğlan. Türkiye’de dünyada neyse. Köy köy çeşme çeşme dolanakan gızı çeşmenin başında bulullar. Vardı evin babası davar sulir, o da çeşmede su dolir. Adam, —Gızım şu ayakkabi bi ayağana dener misin? Gız ayana dener gıza olur. Gıza variller, düğürcü olullar. Evin sahibinden aliller gızı. Ondan sona gavuşiller oğlannan.   * mefat: Vefat * Fatme: Fatma * darekene: Tararken * düğür: Dünür * kopakana: Kaçarken
YEDİ CÜCELER
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
  Bir varımış bir yoğumuş. Köyün birinde bir adamla kadın yaşarımış. Adamın da çok arazisi varımış. Kadınla yaşarlar giderlerimiş. Ekeller* biçellerimiş.* Mahallenin de herkesin de ikişer üçer çocuğu varımış. Gadın, —Allah’ım benim de şöyle çocuğum olsa dirimiş.* Seneler geçmiş, aylar geçmiş garının* çocuğu olmazımış. Garı da tabi ki üzülürümüş. Kendi götürürmüş. Neyse bir gün çeşmeğe suya gitmiş. Çeşmenin başında da kirpiler varımış. —Allah’ım olsa da şu kipri gibi olsa, dimiş. Babasının azzığını* daşıyacak gadar olsa yeter dimiş. Olsun da kipri gibi olsun dimiş. Neyse, bu avrat bir ay geçmiş, iki ay geçmiş hamile galmış: —Herif ben aşyeririm* dimiş. —İyi avrat benim azzığımı daşır* dimiş. Keflenmişler, dokuz ay olmuş avrat doğum yapmış. Doğura doğura doğursa ki bi kipri. Adam, —Allah Allah avrat kipri mi doğurdun, dimiş. —Herif böle böle* çeşmeğe suya gittimidi, çeşmenin başında kipriler dururumuş, Allah’ım olsa da kipri gibi olsa didimidi dimiş. Zâr Allah’a büyük mü söyledim, olsun herif dimiş. Senin azzığını, suyunu daşır dimiş. Çocuk büyümüş. Anası ekmek yapmış. Bu, babasına götürmeye başlamış: —Baba, tarlanın hangi tarafından varim dimiş. —Gızım şu gulağından gel dimiş. Gız da ekmeği çıkarıp o gulağından yimiş. Neyse, iççik* durmuş murmuş, bi dahe çağırmış babasına: —Baba tarlanın hangi gulağından varim dimiş. —Öbür köşesinden gel dimiş. Bu sefer de ekmeğin o gulağını yimiş. İççik durmuş murmuş garşıdan bir bekçi görmüş. Güzeller güzeli bir deliganlı. Köy halkı bostana bekçi dutar. Sonra gız bekçiye, —Bekçi bekçi gafan yere eğilsin, gıçların göğe eğilsin dimiş. Ordan da bir gavun almış yimiş. Giri* babasına çağırmaya başlamış: —Baba, tarlanın hangi gulağından varim dimiş. —Öbür köşesinden gel dimiş. O köşesini de yimiş. Gala gala babasuna ekmeğin ortası galmış. Kulgulusunu* alır, azzığını alır, babasının yanına varır. Ekmeğin kalan ortasını beraberce yerler. Yidikten sona, bu yola düşer. Evine gelekene giri bekçiye rastlar. Bekçiye, —Bekçi bekçi gafan yere eğilsin, gıçların göğe eğilsin dir. Gavunu oturur, yir. Üç dört tanede eve getirir: —Allah Allah dimiş, bekçi huylanmış. Bu kipri nasıl gonuşir dimiş. Eve varmış. Yarıntesi* bekçi ben bunu izleyim dimiş. Uyanık olduğu zaman gıçları göğe eğilmezimiş. Uyumcalığa vurmuş. Giri bu kipri babasına azzık götürekene,* —Bekçi bekçi gafan yere eğilsin, gıçların göğe eğilsin. diyince, bekçi aynı yatmış ama bekçi bu sefer ayık. Neyse bu gız sırından çıkar, bu arada oğlan gızın bileğinden dutar: —İn misin cin misin dir. Gız da, —Ne inim ne cinim. Seni yaratan Allah’ın kuluyum, dir. Bekçi gıza vurulur,* gız da bekçiye vurulur. Gel olur, git olur. Bekçinin de bir anası, bir bacısı var. Anasına dir ki: —Filanca yerde bir kipri var. Onu bana al dir. —Git oğlum, şaşırdın mı kipri alınır mı? dir anası. —Ben alacam ana dir. Çünkü kiprinin dünyalar güzeli gız olduğunu, oğlan bilir. Anasınnan bacısı bilmir.* Bunlar, yollara düşerler: —Allah’ın emri, Peygamberin gavliyle gızıza düğür geldik. —Allah Allah dir, kiprinin anasıyla babası. Bizim virilecek gızımız yok, dir. Kipri nasıl gelin alaciz: —Olsun halbura* goyar götürrük dir. Neyse kipriyi halbura goyup, yollara düşiller. Bu kipri gören gonşular,* —Amav oğlun da kipri mi aldın, oğluna da kipri mi aldın? diyiller. Neyse bunlar zifaf gecesine girerler. Oğlanın bacısıynan anası bir damda, kipriynen oğlan da bir damda yatiller. Kipri soyunir, soykalanir* dünyalar güzeli gız olir. Sırrını da pencereye goyir. Oğlana dir ki: —İnsanoğlu insanoğlu, sırrımı anana dirsen ben sana yâr olmam dir. Oğlan da, —Tamam dir. Bu arada oğlanın bacısı susar. Anası da, —Git abinin goynunda kipriden mi utanacan, abinin odasında şişede var. Gapıyı açınca görümcesi, gızın şavkı düşir: —Ana, abimin goynunda dünyalar güzeli gız yatır dir. Anası da, —Git kele* halburun içinde kipri getirdik, ne dünyalar güzeli dir. Anası gapıyı açınca gızın şavkı düşer: —Goş koş tada* sırrını getir dir. Sırrını yakınca tütünü gızın burnuna gider. Gız da, —İnsanoğlu insanoğlu anan sırrımı yaktı. Ben sana dimedim mi, sırrımı söylersen ben sana yâr olmam diye. Gız bi çift güvercin olur fırr uçar gider. Oğlan bunu köy köy kasaba kasaba arar, bulamaz. Oğlan deli divane olur gızın yoluna: —Bi çift güvercin olaydım Gelip geçen yolcudan Yarimi soraydım dir. Fırr uçar gızın memleketine varır. Bu gızı bulur. 40 gün 40 gece düğün ider. Çocukları olur. Onlar erer muradına, biz çıkalım kerevetine.   * ekeller: Ekerler * biçeller: Biçerler * dir: Der * garı: Karı * azzık: Azık * aşyerme: Aşerme * daşır: Taşır * böle böle: Böyle böyle * iççik: Biraz * giri: Geri * kulgulu: Bir çeşit testi * yarıntesi: Ertesi * götürekene: Götürürken * vurulur: Aşık olur * bilmir: Bilmiyor * halbur: Kalbur * gonşu: Komşu * soykalanir: Soyunuyor * kele: Hele * ta: Raf
Bir Çift Güvercin
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış bir yoğumuş. Bir devinen kırk tene cüce varımış. Kırk cüceler ufaklar. Bu cüceleri, babaları bakamam diye tarle* eletir,* gor. Bu arada da döyü gızlarınnan iş görürmüş. Döyü de insan eti yirimiş. Gızlarınnan iş göreken bunnar varır, yemeklerini yirlerimiş. Her bir sapın altına da biri girerimiş. Hepsi de ufak ufakmış. Bir gün de gelmiş, pilavını yimişler. Dev de, —Eğer cüceler ben sizi yimessem ne olim, dimiş. Bunnarı bir gün nasıl yakaladise evine götürür, dev. Eyice bir gazan su gaynadır. Bunnarı atacak içine yiyecek. Devin de kırk tene gızı varımış. Bu cücelerin içinde biri çok akillimiş. Bunnarın hepsini bi dama goymuş. Kırk kırk daha ne olur seksen tene çocuk. Cücelerin güççü,* devin çocuklarının şapkasını alır gendi gardaşlarına giydirir. Gece garanlıkta dev varır, bunnarı hışır hışır keser. Kırk tanesini de keser. Bi de baksa ki cüce gardeşlerini alır pencereden gaçar. Gurtulur onun elinden. Kestiği de gendi çocukları. Dev, —Eğer cüceler gırk gızı yidiz, goca goyunu da yidiz sizden sormassam. Düşer bunnarın peşine dev. Köy köy şehir şehir arar. Gene varsa ki tarlada bunnarı bulur. Bu devin de bi gocası var. Giderimiş, o da av yaparımış. Dev, —Gadın sen bi su gaynat. Ben ava gidirim, dimiş. Devin getirdiklerini kırk gün evde yillerimiş. Getirdiği cüceleri kırk gün beslemiş, şişmanlatacaklar ya. Gırkıncı gün bunnar bıcı bıcı et olur. Dev, —Oğlum su gaynattım, gel bi bak, dir. Cüce de, —Yok ebe sen ipti bi bak, dir, deve. Ondan sona ben bakım, dir. Nasıl dev bakarsa arkasından yiteller. Gazanın içine düşer dev, bişer. Bişince bunun göğüslerini keser, dev de gidekene, —Sen bişirdin çocukları gapının önüne as. Ben aç gelirim. Gelince yirim, dir. Dev gelse ki garısının göğsünün biri bu yanda asılı öbürü de bi yanda asılı. Gelince bi o yandan yir, bir burdan yir. Benim gadın hanımım diye içeri girse ki dev gazan da bişir. Gene döyü gurtulur. Bu çok tahlikeli bir devimiş, bilin mi? Millet çarşı yabana çıkamazımış bunun yüzünden. Hep yirimiş gördükleri insanları. Padişah dir ki: —Ağırlığınca altın goyirim, kim o devi bulursa dir. Devin gocası galır, gocası da tahlikeli. Cücenin biri barnak galdırır: —Padişahım ben getirecem, dir. Bana altın virirsen ben getirecem. —Nasıl? —Sen arabe üç tene sandık yap. Bi de at arabası vir, dir. —Haydi olsun cüce, dir. Bunu yapanın boyu da bir metremiş. Çok da cesurumuş. Üç tene sandık yaptırır. Bi büyük, bi güççük, bi de en büyük sandık. Ordan geçir bu. Bunun garısı yok ya, devin garısı öldü ya. —Avrat satlık, avrat satlık. —Aman eylede ben avrat alacam, dir. Goca dev gimi gimi sandık yaptırmış. —Şu sandığa oturursan kötü avrat, şu orta sandığa oturursan azıcık iyi avrat, şu sandığa oturursan dev amca en gral avrat. —İyi. Dev de yerleşir sandığa, avrat virecek ya. Onu gandırır. Nasıl yerleşirse sandığın gapağını örter, sandık kitlenir dev içinde. —Eğer cüce, gırk gızı yidin, gara goyunu yidin, avradı da yidin senden sormassam daha içinde sandığın. —Dev satlık, dev satlık. Yabandan gelir, devi getirir, padişaha teslim ider. Gendi de dala çıkar. Padişah buna ağırlığınca altın virir. Devi getirmek ne dimek. —Nasıl getirdin. —Aman padişahım, şöle yaptım, böle yaptım bunu gandırdım. Dev nasıl gılıcınan sandıktan nasıl çıkarsa, dev nasıl gurtulursa bir ordi gırar, yaralamış. İçinde bakmış, gene cüce bulamamış. —Bir ordi yidim gene seni bulamadım. —Ben burdem, dimiş daldan. —Cüce bana ordan bir elma at. —Önce sen bana bi daş at da. Ben de sana bi elma atım. O eğilince gafasına vurunca daşınan devi öldürmüş. Padişahtan ne isterse bacılarını gardaşlarını gurtarmış. Babasını anasını gurtarmış. Multimilyarlık zengin olmuş bu aklınnan zengin olmuş cüce. Padişahın gızını da almış cüce.   * tarle: Tarlaya * eletir: İletir * güççük: Küçük
40 DEV İLE 40 CÜCE
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler tellal, develer berber iken bir yörede yaşayan gençlerin evlenebilmesi için onların maharetlerinin olması gerekiyormuş. O yörenin padişahına maharetlerini gösterdikten sonra padişah onları evlendiriyormuş; fakat gencin biri hiç mahareti olmadığı için evlenemiyormuş. Düşünmüş, taşınmış gittikçe de yaşlanıyormuş. Derken bakmış, sinekler pekmezin üzerine doluşmuş. Pekmezin tasını çevirmiş, çevirdikten sonra da saymış. 40 tane sinek ölmüş. Kılıcını almış, götürmüş demirciye, kılıcının üstüne "bir vuruşta 40 kişiyi öldüren yiğit" yazdırmış. Gençlerin toplandığı yere varmış. Yatmış, başının üzerine de kılıcı dikmiş. Gelen okumuş, bir vuruşta 40 kişiyi öldüren yiğit, giden okumuş. Hemen padişaha bildirmişler: — Aman padişahım, filan tepede yatan genç var bir vuruşta 40 kişiyi öldürüyormuş. Padişah, —Hemen çağırın, demiş. Hemen çağırmışlar. Padişah sormuş: —Sen bir vuruşta 40 kişiyi öldürdün mü? Delikanlı, —Öldürdüm padişahım, demiş. Padişah yine, —Öldürdün mü,  diye sormuş. Delikanlı da, —Yine öldürürüm, padişahım, demiş. Padişah da, —Tamam, sana inandım, demiş. Padişah, kızını o gence vermiş. 40 gün 40 gece düğün yapmış. Onları mutluluğa erdirmiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.    
Bir Vuruşta Kırk Kişi
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış, bir yokumuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Köyün birinde bir Borazanlı Ali varımış. Bu Ali’nin de iki tane çocuğu bir de karısı varımış. Gül gibi yaşallarımış. Seneler geçmiş, aylar geçmiş, bu çocuklar büyümüş, üniversite çağına gelmişler; ama Borazanlı Ali’nin hiç hâli vakti yerinde değilmiş: —Okutamam yavrum, ben size inek aliyim, dimiş. Neyse oğluna bir inek almış. Bir gızı bir oğlu varımış. Köyün birinden bir inek almış. Seneler, aylar geçmiş, Borazanlı Ali’nin garısı kötü bir hastalığa yakalanmış. Borazanlı Ali bunu götürmez olmuş: Çünkü götüremez parası yoğumuş, çok fakirimiş. Çocuğuna havasladı diye bir inek almış. Onu da inek güderek, davar güderek almış. Okutamadı ya, gönlünü itmek için almış. Seneler, aylarca garısı bu hastalığa yakalanmış, götüremez olmuş. Neyse köyün birine çoban durmuş Borazanlı Ali. Hakkını alınca, garısını doktura götürmüş. Götürünce doktur dimiş: —Gardaşım bunun hastalığı ilerlemiş, dimiş. Garın göğüs ganseri olmuş dimiş. Borazanlı Ali sormuş: —Doktur bey çaresi yok mu? diye. Doktur da, —Çaresi yok, eve götürüp her istediğini yapacan dimiş. Bu zamana gadar geçmiş bu hastalık dimiş. Borazanlı Ali, kör pişman düşmüş yollara, ağlayarak; ama garısına bildirmemiş. Her gün evde gizli gizli ağlarımış. —Ben napim bu çocukları garıma bişi olursa! diye ağlarımış. Bilir ya garısının öleceğini. Ondan sonra günler geçmiş, aylar geçmiş, yıllar geçmiş, Borazanlı Ali’nin garısı ölmüş. Bu iki evladınnan beraber yaşamış, iki yıl evlenmemiş. —Çocuklarıma analık* getirmem diye. Neyse iki sene sonra iki yannı taraftan, —Nasıl yanlız yaşacan dimişler. Çocuklarına bir ana getir dimişler. Gonu gomşu birkimişler, Borazanlı Ali’yi evermişler.* Neyse aldığı avrat da çok afadımış. Çocuklara olmadık ireği idermiş. Gızın saçını yolar, oğlanın kafasını yararımış. Oğlanı oduna, gızı suya salarımış.* Gızın gücü yetmezimiş, oğlandan güççümüş. Suyu götüremezimiş, goca goca bidonlarımış. Oğlan neyse sırtında odunnan gelekene: —Dur bacım odunu eletim de suyu da götürüm dimiş. Dayanamamış, odunu goşarak eletir* analığına. Analığı, —Niye az getirdin? diye odunnan dövmüş. Oğlanın burnu ganlar içinde, bacısına garşı gitmiş. Destisini götürecek, bacısı güççük ya. Almış destisini halleşmişler.* Gız da entarisinnen gardeşinin burunun ganını silmiş. Analığının döğdüğünü* dimir, gardeşi aciyecek diye, —Düştüm, dir. —Yok gardeşim annem vurdu diye sorir. Oğlan da, —Yok gardeşim düştüm dir; ama gız inanmir. Bayada aklı erir, inanmir, öle de pek ufak değil. Bunlar desti getirir. Anası desti devirir: —Niye geç galdınız? diye. Çocuklara dayak atir. Borazanlı Ali çoban olduğu köyden gendi köyüne izine gelir. Aman bu gadın Borazanlı Ali gelince çocuklara iyi davranır. Babası gelince iyi görünmek için öpüp sevir. Borazanlı Ali de gadına, —Allah razı olsun evlatlarıma iyi bakın, dir. Borazanlı Ali de keyfinnen iki gün üç gün galıp sona da çoban olduğu köye gidir. Borazanlı Ali gidince aynı eziyeti çocuklara yapmaya devam idir. Günlerde bir gün Borazanlı Ali eve habersiz gelir. Pencereden baksa ki oğlannan gızı döyür. Bu gadının arkasına tineke, içine de iki eşşek boku, —Hadi yallah, dir. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.   * analık: Üvey anne * evermek: Evlendirmek * salarımış: Gönderirmiş * eletir: İletir * halleşmiş: Taşımış * döğdüğü: Vurduğu
BORAZANLI ALİ
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken sinek berber ikene, ben babamın beşşiğini tıngır mıngır sallekene,* bir varımış bir yoğumuş. Bir anenen baba varımış, gızlarını gelin itmişler. Bunlar gelin olmuşlar: Edi’nen Büdü. Bunnar* bi gün, gızlarına gezme gitmişler. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Haydi gızımıza gezme gidelim, dimiş. Anneyinen baba hazırlanmışlar, bişiler* almışlar. Çocuklarına yağlık* bürgü,* gezme gitmişler. Gezme gidekene* gidekene, yaz günü gitmişler. Tarla, yaz günü olduğu için şak şak* olmuş. Garı dimiş ki: —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Hele tarla şak şak olmuş. Gidelim de gızımıza goydumuz yayı tarle* dökelim, dimiş. Tarlanın yarıklarına gızımıza götürdümüz yayı sürelim, dimiş. Bahar geçmiş, yaz geçmiş, ireli doğru varmışlar, güz gelmiş. Güz gelmiş gelip gidekene, dal sallanırımış eğilir eğilir kakarımış.* —Edi, dimiş —O da ne din Büdü, dimiş. —Hele dimiş, dal üşümüş, soğuk gelmiş. Eğilip eğilip kakır diye başında bürgüyü çıkartmışlar. Gızlarına goydukları hediyeyi dala sermişler. İreli doğru varsalar ki, kış geçmiş, bahar gelmiş. Leylek, bir ayağını kaldırıp bir ayağını indiririmiş. Torunlarına bir edik* almışlarımış. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Hele dimiş, leylek aya üşümüş, ayanın* birini indirip, birini galdırir dimiş. Eletmişler leylenin ayağına ediği giydirmişler. Aradan zaman geçmiş, bir sene geçmiş gızlarının yanına varmışlar. Gızlar hoş beş, ana baba nirden* geldin, nasıl oldun. Aneyinen baba akşam olmuş yatmışlar, gızlarının yanında. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Gızlarımızın gazları* bitlenmiş. Kak da şu çeşmeden su getirelim, dimiş. Gızımızın gazlarını yıkelim* dimiş. Gitmişler, gazlarını yıkame, suyu getirmişler gaynatmışlar. Gazları batırmışlar, çıkarmışlar. Ördeği gazı batırmışlar çıkartmışlar. Hepsi de ölmüş, sermişler. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Hele bak bitten gurtuldu gızımızın gazları, dimiş. Ne güzel uyir dimişler. Ertesi akşam olmuş. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü, dimiş. —Hele dimiş, develer sakız çiğnir dimiş. Kakmışlar deve öldürmüşler. Bunun ağzından sakızı almışlar. Gız zabah gelse ki: —Ana baba ne yaptız? —Gızım sakız aldık. Aradan iki gün geçmiş, ertesi akşam olmuş. Gız anasınnan babasını gatran damına yatırmış. —Edi, dimiş. —O da ne din Büdü? —Kak hele, dimiş. Gızın bir teneke gatranını sırtlarına dökmüşler, yata yapmışlar, sarılmışlar. Zabah olsa ki bunlar birbirine yapışmış. Gız gelmiş, dışarı geç bi zaman olmuş. —Ana aç gapi. —Gızım baban goyurmir. —Baba aç gapi. —Gızım anan goyurmir. O gün akşama gadar uğraşmışlar. Kakıp gapi açamamışlar. Gız gitmiş gapi gırdırmış, çıkartmış. Anenen babayı yıkamış. Ertesi gün annesinnen babasını hayvana bindirmiş, eşşe, yolcu itmiş.   * salleken: Sallarken * bunnar: Bunlar * bişi: Bir şey * yağlık: Bir çeşit örtü * bürgü: Bir çeşit başörtü * gideken: Giderken * şak şak ol-: Açılmış * tarle: Tarlaya * kakar: Kalkar * edik: Patik * ayanı: Ayağını * nirde: Nerde * gaz: Kaz * yıkelim: Yıkayalım
Edi ile Büdü
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış, bir yoğumuş. Bunu dimek pek çoğumuş. Bi Edi varmış, bi de Büdü varmış. Bi de dünya güzeli kızları varımış. Kızlarını yaylağa gelin itmişler. Üç ay geçmiş, dört ay geçmiş, beş ay geçmiş, altı ay geçmiş, bir sene geçmiş kızları gelmemiş. Edi dimiş: —Nedin Büdü dimiş, gızımıza gezmeğe gidelim dimiş. —Ne alalım, dimişler. Çocuğuna çorap alalım, dimişler. —Gızımıza gazak alalım, kömbe* çekelim,yağ alalım gidelim dimişler. Hazırlamışlar, yola goyulmuşlar. Hazırladıklarını eşşeğe yüklemişler. Yörümüşler,* yörümüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Yollar şak şak olmuş.* —Edi dimiş, o da nedin Büdü dimiş. Yollar şak şak olmuş, yağı yola sürelim dimiş. Yağı, yola dökmüşler, sürmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Yolda kargalar, güverçinler, guşlar uçarımış. —Edi dimiş. — O da nedin Büdü dimiş. Bunlar acından* ölmüş. Kömbe dökelim yisinler. Kömbe de onlara dökmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Baksalar ki bir leylek, ayağı gıpgırmızı olmuş. —Edi dimiş. —O da nedin Büdü dimiş. Çorabı da leyleğe giydirmişler. Ayağı üşümesin dimişler. Hazırladıkları tükenmiş, gızının evine varmışlar. Hoş beş itmişler. Gızları bunların elini öpmüşler. Bunlar da gızının halini hatırını sormuşlar. Bomboş varmışlar. Neyse akşam olmuş. Gızının soysuz* da bi gaynanası varımış. Bunları gaz damına yatırmış. Gazlar durmadan gaşınırmış. —Edi dimiş. —O da nedin Büdü dimiş. Bu gazlar neye gaşınir.* Bir su ılıdalım, sırtlarını yıkayelim. Gazannan* bir su ılıtmışlar. Gazı sokmuşlar, çekmişler. —Edi dimiş. —Gördün mü Büdü nasıl ırahatlaştılar,* sessiz uyirler. Halbuki tümü ölmüş. Çırakmanda* da bir katran varımış. Katranı da yaarnılarına çalmışlar, uyumuşlar. Sabah olmuş. Gızları varsa ki, bunlar çekilirler çekilirler birbirlerinden ayrılamazlarımış. —Aman anne baba noldu? Bu gazları ne ittiz. —Gızım yıkadık, güzel su ılıttık, ne güzel uyilller. Baksa ki gazların hepsi ölmüş. Gız, —Kalkın anam babam ben sizi yolcu idim. Gız, anasıynan babasının haybesinin bir böğrüne altın, bir böğrüne de yiyecek goymuş, bunları yolcu itmiş. Haydin güle güle dimiş. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, evlerine gelmişler. Evlerine gelince, —Edi dimiş. —O da nedin Büdü dimiş. Gomşudan bir ölçek* getir de altını ölçelim dimiş. Gomşu da ölçeğin altına gatran yapıştırmış. Bunlar ne idecek diye, gurnaz bir gomşuları varımış. Haybeden altını dökmüşler, ölçeğe bi tene altın yapışmış. Giri* gomşuya ölçeği eletmişler. Gomşu, —Aman Hacı, gızının köyünden altın getirmişler. Hükümet, jandarma, muhtar eve varmışlar: —Böle böle* gızım hediye virdi, demiş. Mahkemeye gitmişler. Bişi* olmadan eve gelmişler. Goşa goşa yaşamışlar. Biz çıktık kerevete, siz de çıkın kerevete. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik.   * kömbe: Bir çeşit ekmek * yörümüş: Yürümüş * şak şak ol-: Açılmış * acından: Açlıktan * soysuz: Sinirli * gaşınir: Kaşınıyor * gazan: Kazan * ırahat: Rahat * çırakman: Raf * ölçek: Bir tür tartı aleti * giri: Geri * böle böle: Böyle böyle * bişi: Bir şey
Edi ile Büdü
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış, bir yoğumuş. Bunu dimek hiç yoğumuş. Bi kimseler denizin kinarında* yazı yazarımış. Yazmış atmış, yazmış atmış. Bi herif gelmiş sormuş: —Benim gızımı kime yazdın. —Senin gızını dağda yörük var, onun oğluna yazdım dimiş. —Benim gızım daha duvacak, büyecek dimiş. Ben bunu gabul itmem dimiş. —İtmessen yazdım attım, bu yazı dimiş, gader. Yazdım attım diyince herif, beğ oğlunu beklemiş. Beğ oğlunun dağda garısı doğurunca, o oğlanı alacak ya. Bekledi bekledi yörüğün garısı doğurunca ore* gitti. Ata bindi. Yedi gün yedi gece beğ oğlunu aradı. Arancek vardı misafir oldu: —Arkadaş böğün* avradın sancısı var, sennen ilgilenemedim gusura bakma, didi. —Ossun canım, sen git ben yalınız oturrum didi. Yidirdi, içirdi onu otutturdu. Gitti avrat oğlan doğurdu. Belediler yatırdılar. Ondan sonem* o herife yer yaptılar. Herif de garısının yanına yattı. Çocuğu da belediler yatırdılar. Ondan sonem gece yarısı herif uyanir, sobele alır gider. Zabanan uyansalar ki bebek yok alıp gitmiş. Bi çalının dibine goymuş çocuğu. Sığır güden evliya varmış, çocuğu almış. Sığırı almış orda eve gelmiş. Avrat sancı çekerimiş. Avradın altına avrat görmeden goymuş. —Avrad dimiş, bi gızımız oldu bi de oğlumuz. —İyi herif büyüdürük dimiş. Oğlanın adını Bulduk goymuşlar. Ondan sonem büyümüş çocuk gocaman olmuş. 11 yaşında ne olmuş. Gene ore bi misafir gelmiş. Aynı o herif. Adam da Bulduk getir Bulduk götür dirimiş. Herif, —Niye Bulduk dirsiz? dimiş. —Avrad sancı çekirdi, bi Allah bilir bi de ben bilirim. Avradın altına godum, avrad bi oğlumuz bi de gızımız oldu didim, dimiş. Çalının dibinde buldum geldim, dimiş. Adam da, —Bu benim azdırdığım çocuk, dimiş. Oğlan ne gadar para idirse, bi ağırlınca altın, bi ağırlınca para. Ne kadar altın idirse bu çocuğu bana sat. —Satmam matmam dimiş ya, herif fukarayımış. Almış altını parayı, oğlanı virmiş ona. Gitmiş gızınan arke almış, ikisini bi ata bindirmiş. Gendi de bi ata binmiş. Gitmişler, yidi gün yidi gece o yörükleri aramışlar. Yörükler gocamış herif de gocamış avrad da. —Ben hata itmissim, dimiş. Denizin kinarında bi yazı yazdılarıdı, dimiş, sordum böle böle. Benim gızım onu beklemez didim, dimiş. Ondan sona günah işledim, affeyle dimiş. Şu gelinin şu oğlun. Gocamışımış, tam hizmet idilecek zamanimiş. Gomuş gelmiş ore. Gelini oğlanı gomuş gelmiş, çaldıdı ya. —Misafir aldığımız herif, gördün mü çocuğumuzu aldı gaçtı. Onlar erişmiş yetişmiş. Siz de erişin yetişin.   * kinar: Kenar * ore: Oraya * böğün: Bu gün * sonem: Sonra
Kader Yazıcı
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş. Bir padişahın gızı varımış, oğlu olmazımış. Geziye çıkmış, bir köye varmış. — Köye varınca acaba kime hısta* oluruk? dir padişah. Yanında da veziri var. Vezir de: — Varırsak sığır güdenin evine varırık, dir. Padişahınan vezir sığır güdenin evine varirler. Varınca dir ki: —Selamun aleyküm, aleyküm selam. Sığır güdenin avradının da üzeri yüklimiş. Padişahın avradının da üzeri yüklimiş. Böğün* yarın doğum yapacaklarımış. Şimdi oturmuşlar. Sığır güden çabalarımış, hanımı sancı çekir ya. Padişah da: — Oğlum ne çabalin dimiş. Yavan bulur yavan yirik, suğan bulur suğan yirik, dimiş. — Ah padişahım keşke öyle olsa dimiş, hanımım sancı çekir. Padişah da: —Tamam öyle olsun dimiş. Padişahın yanında veziri dışarı çıkmış. Dışarı çıksa ki ağ sakallı bir Hızır. Hızır dimiş ki: —Padişahın gızını sığır güdenin oğluna yazirim, dimiş gitmiş. Vezir içeri girmiş dimiş ki: —Padişahım, ah sakallı bir Hızır geldi, padişahın gızını sığır güdenin oğluna yazdım, didi gitti. Padişah da: — Eh nasıl idecik ya bu işi? dir. Ben bunu bozarım, dir padişah. Ağırlınca altın virip, oğlan çocuğunu aldıktan sona: — Götürüp atarım gurtulurum dir. Sığır güdennen avradı çağiriller. Padişah: — Benim hiç oğlan çocuğum yok, dir. Bu çocuğu bana satan mı, dir. Ben padişahım. Danişiller, ağırlığınca 5 kilo altın virir padişah. Çocuğu aldıkdan sonra değirmenin ardına atir, geçip gidiller. Az gideller uz gideller, baksalar ki arkalarından bir atlı gelir. Atlı gelince çocuğun sesini duyar, alır götürür. O atlı da köyün ağası zenginimiş. Çocuğu götürir okutir. 18 yaşına girir çıbık gibi deliganlı olir. Aradan zaman geçtikten sona padişah o köye geziye varir. Vardıktan sona vezir dir ki, çocok hürmet idir ya: — Şu çocuk varya dir vezir. Bizim ganala attığımız çocuk, dir. —Yok olmaz dir padişah, o öldü gitti, dir. Padişah vezire: — Oğlanın kökenini ara, dir. Araştırir, anlir ki böle böle. Ağa da ben okuttum şöle şöle yaptım, dir. Padişah: — Sen ağasın nasıl olsa gapında çalışanın bulunur dir. Benim hiç çocuğum yok, bu çocuğu bana vir, sana ağırlınca altın virim, dir. Çocuk seksen kilo gelir. Padişah seksen kilo altını virdikten sona çocuğu alir, çocuğu öldürtdürecek ya. Altını virdikten sona bi mektup yazıp, çocuğa virir. Mektubu saraya götürmesini istir. Çocuk, padişahın sarayına vardıktan sona bahçanın içinde binek daşının yanına uyir. Yokardan gız görür. Gız aşşaya inir, gelse ki bi oğlan. Mektubu oğlanın elinden aldıktan sona, yukarı çıkir, gız mektubu okir. Allah yazdı ya. Mektubu yırtır, yerine yeniden möhürlü mektup yazir. Mektuba: — Ben varana gadar bunların düğünün idilmesini isterim, diye yazir. 40 gün 40 gece düğünü idirler. Daha sona da bi çocukları olir. Aradan bir sene geçtikten sona, padişah saraya gelir. Eniştesinnen gızı da, padişaha garşı variller. Halktan biri de: — Padişahı görin ni, gızı evlenmiş bi de çocukları olmuş, dir. Padişah: —Eyvah dir, takdirde yazılan tedbirinen bozulmaz.   * hısta: Misafir. * böğün: Bugün.
Takdir-i İlahi
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkenin birinde bir padişah yaşarımış. Padişahın da üç tane gızı varımış. Padişah bu gızlarını yanına çağırmış: — Gızlarım beni ne gadar sevirsiz, dimiş. En büyük gızı, — Baba seni gucak dolusu sevirim, dimiş. Ortanca gız, — Dünyalar gadar. En küçük gız da, — Duz gadar sevirim, dimiş. Bu duz gadar sevirim diyen gızı mahsene gapattırmış. Aradan yıllar geçmiş, bu gızın üçü de evlenmiş. Babalarını tek tek eve davet itmişler. En büyük gızına gitmiş, goç, goyun kesmiş, hazırlamış. Ortanca gıza gitmiş, o da diğer gız gibi hazırlamış. Sıra en küçük mahsene gapattığı gıza gelmiş, duz gadar sevirim diyen gıza. Gız ablalarından daha güzel yemekler hazırlamış; ama duzsuz hazırlamış. Padişah kaşığı alır, yemeklerden birer birer tadar. Tattıkdan sonra, — Hani gızım bunun duzu, dir. Gız da, — Ya baba duzsuz yemek yenir mi, dir. Sen beni duz kadar sevirim didiğim için mahsene gapattın, dir. Padişah bunu affeder. Gızlarının çocoklarını evlendirir. En küçük gızının çocuğunu davulunan, zurnayınan gelin ider. 40 gün 40 gece torunlarına düğün yapar. Duz kadar sevirim diyen gızının değerini anlar, daha çok sever. Onlar erer muradına biz çıkalım kerevetine.
Üç Gız
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Üç gardaş varımış, ikisi evli birisi bekarımış. Bekar olan eve gelmiş, usanmış ya. Çanta almış, kör guyunun ardına gitmiş, Hızır’ı bulmuş. Ortancılı gelmiş: — Ahmet nireye gitti? — Hızır’ı bulmaya. O da yörümüş,* o da varmış. Ahmet ilen Memmed nirde o da Hızır’ı diyince, üçüncü gardaş da oraya varmış. Kör guyunun arkasında Hızır’ı bulmuşlar. İlk varana Hızır sormuş: — Sen ne istin? diye. — O da yarı köpekli bi sürü istirim, dimiş. Hızır da hemen yarı köpekli bir sürü virmiş. Hızır sürüyü virince o gitmiş, ortanca gelmiş. Yani sıra Ahmet’e gelmiş. Hızır, — Sen ne istin? dimiş. — O da aygır, at istirim, dimiş. O da almış gitmiş. Sıra güççük oğlana gelmiş. Hızır ona da, — Sen ne istin? diye sormuş. — Helal süt, temiz galp bi de yuva gurmak için gız istirim, dimiş. Hızır şöle bi düşünmüş. Düşününce demiş ki: — Filan yerde bir padişah var. Onun oğlu filan gızla nişannılı. Git oraya var, padişah belki gızı sana virir. Az gitmiş, uz gitmiş padişahın sarayına varmış. Hoşbeşten sonra, dimiş ki: — Sen oğlunu bir gıza nişanlamışsın. İmtihan varısa ben fakirim dimiş. İmtihanı gazanırsam o gızı bana vir, dimiş. Padişah da: — Hay hay oğlum, dimiş. Oğlan imtihanı gazanmış, kırk gün kırk gece düğün itmişler. Aradan zaman geçmiş. Hızır, sürü virdiği oğlanın yanına gitmiş. Gideken de üstünü değiştirmiş. Oğlanı denecek ya. — Selamun aleyküm, aleyküm selam. Şo sürünün içinden ala goyunu vir, dimiş. Oğlan da, — Ne yapacan? diye sormuş. Hızır da, — Gafam cılbak* da onu örtecem, dimiş. — Postunu alacam geri yannı senin olsun, dimiş. Oğlan sinirlenmiş, goyunu Hızır’a virmemiş. Sonra Hızır gaybolmuş. Hızır gaybolunca oğlanın davarı da gaybolmuş. Aradan zaman geçmiş. Hızır at, aygır virdiği oğlanın yanına gitmiş. — Selamun aleyküm, aleyküm selam. Sürünün içinden bir at gösterir: — Şo atı bana vir. Uzak yoldan geldim, yoruldum. Oğlan: — Höd, dir. Oğlan böyle diyince at sürüsü gaybolur. Sona da Hızır gaybolur. Oğlan da eyvah dir ya iş işten geçer gayrı. Az gider, uz gider güççük oğlanın evine varır, gapısını çalar. Hızır’ın eli yüzü yara içinde tanınmecek şekilde. Gapi tekrar çalir. Gözel, peştamallı* bir gız çıkar. —Evladım gocan var mı? dir. Gız da, — Yok ava gitti şimdi gelir, dir. — Beni misafir alın mı? dir. Hay hay alırım diyerek Hızır’ı bir odaya otutturir. Ondan sona da oğlan avdan gelir. Oğlana: — Bi derviş baba var onu misafir aldım, dir. Oğlan da: — İyi yapmışsın, dir. Üç dene keklik vurdum, onu bişir yiyelim, dir. Girir içeri elini öptükten sona hoşbeş idiller. Otururken oğlan sorir: — Hocam bu vaziyet ne, diye sorir. Bu vaziyet ne nerden gelip nire gidin? dir. — Filan yeren geldim, filan yere gidirim, dimiş. Sizlerde altı aylık günü geçmedik oğlan çocuğu varımış. Ben hastayım derdimin devası onun garnında didi dokturlar, ben de onun için geldim. Oğlan da: — Tamam, dir. Hemen hazırlanir, bi de avradına danışir. O da: — Hay hay, dir, gencik bizim bi daha çocuğumuz olur. Çocuğumuzu virelim Derviş Baba gurtulsun, dir garısı. Gidiller çocuğu kestikten sonra ileğenle* Derviş Baba’nın önüne goyallar. Goyduktan sonra Hızır gece yarısı duasını ider, çocuğu götürür giri yanlarına goyar, çıkıp gider. Gittikten sonra hemen, oğlannan avrat dizlerine dizlerine vurir. —Eyvah giden Hızır’ıdı onu gaçırdık, diye üzililler. Onlar erir muradına, biz çıkalım kerevetine.   * yörümüş: Yürümüş. * cılbak: Çıplak. * peştamal: Bir tür elbise. * ileğen: Leğen.
ÜÇ KARDEŞ
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varımış, bir yoğumuş. Allah’ın gulu pek çoğumuş. Bir adamın yedi oğlu varımış, hiç gızı yokumuş. Gadın hamilemiş. Gardaşları dimişler ki: —Ana baba biz dağın ardına göçüp dirik. Eğer gız olursa beyaz bayrak dik, oğlan olursa gırımızı bayrak dik. Biz bacımızın olduğunu bilirik dimişler. Bu çocuklar pıli pırti toplamışlar. Bir büyücü getirmişler, bi külden eşşek yaptırmışlar. Bu külden eşşe eşyalarını yüklemişler gitmişler. Gitmişler, gidekene* gidekene dağın ardına varmışlar. Dağın ardına varınca eşşekten indirmişler kül dağılmış. Bunlar da eşyasını indirmiş, bure yerleşmişler. Bunlar yerleşe dursun yedi gardaş. Anaları bu yandan hamilemiş, doğum yapmış. Anaları doğum yapınca dimiş ki anaları: —Beyaz dikme. Aksilik ya, gadının biri de gırmızı bayrak dikmiş. Oğlanlar da, —Eyvah anamın gene oğlu oldu, dimiş sekiz gardaş olduk dimişler. Yaşantılarını onnar orda sürdürmüşler, bunnar* da burda sürdürmüşler. Gız büyümüş okul çağına gelmiş. Okul arkadaşlarınnan aralarında bir tartışma çıkmış: —O dimiş ben ossurmadım, o dimiş ben ossurmadım. O dimiş bacım ölsün, o dimiş bacım ölsün. Ordan gızın biri dimiş ki: —Niye bacın ölir, yedi tane gardaşın var dimiş: —Sen yalan sölin dimiş. Gız ağlerek eve gelmiş. Anasına dimiş ki: —Ana benim yedi tane gardaşım varımış, dimiş. Sen benden niye sakladın, dimiş. Sen bana niye dimedin diye bağırmış, çağırmış. Gız ille gidecem gardaşların yanna. Anası da, —İyi gızım git dimiş, garar virmişler. Gidekene gidekene Kafı Küfü Dağ’ın ardına varsa ki bi beyaz sarayın gapısına varmış. Gardaşları ava giderimiş, av getirillerimiş her gün. Her gün yedi gardaş yedi av vurullarımış. Bu gelmiş sarayın gapısına gapı açmış içeri girmiş. İçeri girdikten sona avlarını bişirmiş, yemeklerini yapmış, gız saklanmış. Gardaşları bi gün sekiz av vurmuşlar: —Allah Allah dimişler, hayırdır. Bugün sekiz vurduk misafir gelecek herhal* dimişler. Eve gelmişler, ore* bure bakmışlar yemek hazırlanmış, araştırmış sormuşlar. Kimseyi bulamamışlar. Bunlar demiş ki: —Biz bu yemekleri yimelim zehirlidir diller. Birisi dimiş ki: —Boce atalım, boca zehirlenmesse biz de yiyelim dimişler. Boce atmışlar, yimiş bi ziyan olmamış. O günü yemeklerini yimişler. Bir gün böle,* iki gün böle. Aradan aylar geçmiş bu durum her gün devam etmiş. Gardaşları dimiş ki: —Biz galalım beklelim dimişler. Bizim bu evi temizleyen, hazırlayan kim diye beklemişler. Bir gün evde biri galmış, yatmış uyumuş. Yatmış uyumuş gız da kakmış işleri görmüş. Ondan sona giri* çekilmiş. Her gün yedise de galmış, birisi de bulamamış. En güççük* gardaşları dimiş ki: —Ben güççük barmamı keserim uyumam dimiş. Barmanı kesmiş, o gün uyumamış. Dolanakana dolanakana akşam olmuş. Oğlan uyumuş, uyuyunca da acinan uyumuş. Gız çıkmış, yemeklerini yapmış. Saklanakana oğlan yakalamış. Dimiş ki: —İs misin cis misin? —İsim de cisim de, sizi yaradan Allah’ın gulim de, dimiş. Sizin de bacınızım dimiş. —Nasıl olur bizim bacımız yok. Neyse akşam olmuş, öbür gardaşları da gelmiş. Öyle zaman sürüp gidir. Gardaşlerı getirir, bacıları da bişirip indirip yir. Yataklarını galdırir. Her gün yatan altından üzüm denesi* çıkir. Bocu* da bunnan doyir, idare olir. Son gün gız boci aramış çağırmış gelmemiş. Bocu gelmeyince, o bi dene üzümü almış ağzına atmış. Ağzına atmış, bocu gelmiş: —Hani benim üzüm denem. Çıkmış damın başına ataşı söndürmüş. Ataşı sönüdürünce gız kararmış morarmış akşam olmuş. Yemek yapacak gardaşları gelecek. Gitmiş bi gomşuya varmış. Gomşudan ateş alacak. Orda sayılı çıngı* varmış. Gız da yarım dene çıngı almış. Ordan da bir avuç hedik* almış. Bu hedik dökülmüş gelmiş, eline de ipek yumağı varımış, o da sağılmış gelmiş. Dev bakmış, baksa çıngı yarım. Çıkmış gapıya bi o yanna bakmış, bi bu yanna bakmış. O ipeğin ucunu sorakana sorakana sarayın gapısınaca gelmiş. Sarayın gapısına gelince, —Aç Eşem, Fatmam ben geldim. Anan saldı, baban saldı. Akşama gadar uğraşmış gız gapıyı açmamış. Açmeyince de dişini çekmiş, gapının merdivenlerine çakmış. Ordan gomuş gitmiş gız devin gittine garar virince dışarı çıkmış dışarı çıksa ki, ayana kitlenmiş devin dişi harpadan.* Gız ore bayılmış. Akşam gadar uyumuş. Akşam olmuş, gardaşları gelmiş. Gardaşları gelse ki o yanna bakmış, bu yanna bakmış, bacıları dünden ölü. Bacılarını da gömme gıyamammışlar. Garar virmişler: —Çölde yayılan bi deve var, gidelim deve getirelim. Bacımızı devenin sandığına goyalım dimişler. Gitmişler çölde yayılan deve almışlar gelmişler. Bacılarını sandığın içine goymuşlar: —Çöh dimiş deve gitmiş, gene yayılme. İki deliganlı gelirimiş öbür taraftan. Deliganlılardan biri dimiş: —Devenin terkinde malsa senin, cansa benim dimiş. Gelmişler baksalar ki bir gız yatir, devenin sandığında. O yanna bakmış, bu yanna bakmış. Baksa ki gızın ayağında bir diş var. Nasıl çektise gız oturumun üstüne gelmiş. Deliganlı gızı almış götürmüş. Gardaşları da bacımız öldü diyerek devam ittirmişler. Oğlan da Allah’ın emrinen gızı almış. Bu gızı alınca, gardaşları gelir gelir geçerimiş. Gız bilirimiş. Öte yandan da doğum yapmış, çoluğu çocuğu olmuş. İki tane çocuğu varımış. Gardaşları geçerimiş, bu çocuklar aşşık oynarımış. Birisi dimiş ki: —Çik aşşığım çik Yedi gardaşın yeğniyim Ağ devenin ağnıyım. Ertesi günü gardaşları geçekene, —Çik aşşığım çik Yedi gardaşın yeğniyim Ağ devenin ağnıyım. Güççük dayıları duymuş: — Durala bi abi şu çocuk bişi* dir. Dönmüşler bi de atale* aşşığını dimişler: —Çik aşşığım çik Yedi gardaşın yeğniyim Ağ devenin ağnıyım. —Anan var mı? diye sormuşlar. Oğlan da, —Var dimiş. Anam şorda dimiş. Varsalar ki anası başından geçenleri anlatmış. Gardaşları varmışlar, devi ordan göçürmüşler.   * gidekene: Giderken * bunnar: Bunlar * herhal: Herhalde * ore: Oraya * böle: Böyle * giri: Geri * güççük: Küçük * dene: Tane * bocu: Köpek * çıngı: Kıvılcım * hedik: Haşlanmış buğday * harpadan: Birden * bişi: Bir şey * atale: Atsana
Yedi Gardaş
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, yedi kardeşin bir kızkardeşleri varmış. Bunlar beraberce ormanda yaşıyorlarmış. Bu yedi kardeş her gün ava gider. Giderken de kızkardeşlerine iyice tembih yaparlarımış: —Sakın kapıyı kimseye açma diye. Kızkardeşleri de onlar gidince, evin işini görür, çamaşırlarını yıkar, yemeklerini hazırlar, kardeşlerini pencerede beklermiş. Kapıyı kimseye açmazmış. Kardeşleri de yaptıkları avı, bazen getiriyorlar evde yiyorlar, bazen de pazara götürüp satıyorlarmış. Geçimlerini bu şekilde temin ediyorlarmış. Bir gün ormanda yaşayan dev, kızı pencerede görmüş. Kızın çok güzel olduğunu görünce, kıza kapıyı açtırıp konuşmak istemiş. Kapıya gelmiş, kapıyı vurmuş. Kız, —Buyur kimsin? demiş. —Ben sana kardeşlerinden haber getirdim, kapıyı açta anlatayım demiş. O da, —Kapıyı açmam demiş. —Açmazsan, parmağını uzat da kardeşlerinin gönderdiği yüzüğü takayım demiş. Kız kapının kolundan parmağını uzatmış. Parmağını uzatınca, dev nasıl yüzüğü taktıysa kız oraya bayılmış. Kardeşleri gelmişler, kapıyı vurmuşlar vurmuşlar kapı açılmamış. Kapıyı kırmışlar, bir de bakmış ki, kız ölü. Aslında ölmemiş, bayılmışımış ama bunlar öldü zannetmişler. Marimen* devin, kızın parmağına taktığı yüzük zehirliymiş. Neyse bunlar kız kardeşlerini toprağa vermeye kıyamamışlar. Yedi kardeşin bir kız bacıları olduğu için: —Bunu ne yapalım, ne yapalım? demişler. Güzelce tahtadan bir tabut yapmışlar. Tabutun içini naylonla örtmüşler, su girmeyecek şekilde denize bırakmışlar. Kız yüze yüze gitmiş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Epey bir yol almış. Giderken kayıkçının biri bunu görmüş. Çekmiş kıyıya çıkartmış salı. Açsa baksa ki içinde dünyalar güzeli bir kız: —Allah Allah kız yaşıyor fakat konuşmuyor. Bir de sağa sola döndürürken parmağındaki yüzüğü çıkartmış. Kız uyanmış. Kıza soruyor: —Sen in misin, cin misin? —Ne inim ne cinim. Seni yaratan Allah’ın kuluyum der. Bu adam memleketin ağasının oğluymuş. Kızınan bunlar, birbiriyle anlaşmışlar, sevmişler. Babasına anlatmışlar. Ağa bunlara 40 gün 40 gece düğün yapmış. Aradan zaman geçmiş. 6-7 sene geçtikten sonra bir gün derenin kenarında, kardeşleri hem geziyorlar hem de bacılarına acıyorlarmış. Bir de çocuklar oynuyorlarmış. Bir gün çocuğun bitanesi aşık oynuyormuş. Aşığı atınca, —Çik aşığım çik     Ağ devenin ağnıyım     Yedi kardeşin yeğniyim diyormuş. Yedi kardeş birbirine sormuş: —Bu çocuk birşey söylüyor, ne diyor soralım bakalım demişler. Marimen daha öncesi kardeşlerini görmüş; fakat utandığından kardeşlerine sahip çıkamamış. Çocuğuna öğretmiş. O yedi kişi geçerken böyle böyle de demiş: —Çik aşığım çik     Ağ devenin ağnıyım     Yedi kardeşin yeğniyim. Durmuşlar, çocuğu çağırıp sormuşlar: —Yeğenim sen kimin oğlusun. —Falan adamın oğluyum. Annenin adı ne şu, babanın adı ne şu: —Peki oğlum sen bize evinizi gösterebilir misin? Çocuk, —Tamam amca demiş. Götürmüş çocuk yedi kardeşin yedisini de evlerine. Varsalar ki bacıları, öldü sandıkları bacıları. Onlar sarılmışlar, birbirine, sevinçten ağlamışlar, gülmüşler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.             * marimen: Meğerse
Yedi Kardeş
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
Yusuf Aleyhisselamın Bünyamin isminde bir gardaşı var, ferikten olma. İbdiki* avraddan da dokuz tane var. Babaları Yakup Aleyhisselam. Yakup Aleyhisselam hepsini çok sevir amma Yusuf’u daha çok sevir. Aradan zaman geçtikten sona, babalarının sevgisini çekemedikleri için, Yusuf’u alıp götürdüler. Ava gidirik diyerek gandırdılar, razı olmadı ya gene götürdüler. Götürdükten sona guyuya attılar. Gartal buldular, ganlı göyneğini* babalarına götürdüler. Çalının arkasına gizlendiler. Öteden bi kervan geldi. Kervancılar guyuya helke* salladılar, Yusuf Aleyhisselam çıktı. Bu arada gardaşları gizlendikleri yerden çıktılar, gardaşlarını kervancı sattılar. Sattıktan sona babalarına geldiler. Babalarına: —Yusuf’u gurt aldı didiler. Halbise* babaları hiç inanmadı: — Yusuf’un gokusu gelir, Yusuf’un gokusu gelir diye içi sızladı. Kervancılar Yusuf’u alıp Mısır’a götürdüler. Orda Yusuf’u köle olarak sattılar. Züleyha isminde bir gadın bunu satın aldı. Satın alınca götürdü. Yusuf da dönya* gözelimiş. Züleyha olan gadın vuruldu ona âşık oldu. Züleyha da generalın garısı. O vuruldu amma, Yusuf yanaşmadı hiç, meyil virmedi. Yusuf yanaşmayınca, Züleyha buna garamet itti*, zindana attırdı. Götürdüler attılar. Yusuf orda da namazını gıldı. Padişah bir ürüya* gördü. Ürüyasını Yusuf yorumladı: —Yidi* sene gıtlık olacak, küççük balık büyük balığı, büyük balık da küççük balığı yiyecek, didiler. Ne gadar tahminci varsa, hiçbiri bilemedi, Yusuf Aleyhisselam bildi. Zindan da Yusuf Aleyhisselamdan başka yatan bi adam daha varımış. O adam zindandan çıkınca, padişahın yanına gitti: — Padişahım didi. Yusuf isminde biri var, hapiste yatir. Bilirse o bilir tahmini didi. Adamlarını zindana göndertti padişah, Yusuf çıkmadı: — Benim garametim affolunursa ben çıkarım didi. Züleyha: —Ben affittim didi. Ben garamet ittidim didi. Yusuf’u hapisten çıkardılar. Çıkardıktan sona* beş tane gadının eline pıçak* virdiler. Ellerine de birer elme* virdi. Yusuf’un içeri girmesinnen beraber, elmayı soyarken ellerini kestiler. Padişah, Yusuf’a: — Ben bir rüya gördüm didi. Yusuf’a rüyasını anlattı. Yusuf: —Padişahım yidi sene gıtlık olacak, ne gadar tahıl varısa ambarları dolduracan didi. Yusuf’un didiğini ittiler. Gerçekten de yidi sene gıtlık oldu. Aradan bir vakit geçtikden sona Yakup Aleyhisselamın çocukları duydular oreye* geldiler, Mısır’a. Gıtlık oldu ya tahıl almaya geldiler. Yakup oğlanlarına birer akçe virdi, dokuz tene deve virdi. Bu arada Bünyamin de yanında. Yusuf ambarbaşı oldu. Bunların tahılını virdi, paralarını almadı. Üç sefer gittiler geldiler, Yusuf para almadı. Yakup Aleyhisselam da didi ki: —Siz bunları çalıp gelirsiz, didi. —Hayır, didiler. Küçük gardaşımız Bünyamin’i istedi dirler. Yakup Aleyhissselam da: —Bunu da götürüp gartala yidireceniz, dir. —Yok, yidirmecik* diyip götürdüler. Onu da aldılar geldiler. Gelince Yusuf Aleyhisselam bunları misafir itti. Misafir idince Bünyamin yalınız galdı. Yusuf yanına girdi. Bünyamin içeri girdiğinde ağlirdi*. Yusuf da niye ağladığını sordu: —Babamın gözleri görmediği için ona ağlirim, didi. O zamana gadar tanıştılar. Yusuf tanıdı da bildirmedi. Neyse zabah oldu zahralarını* doldurup develere, yola çıktılar. Bünyamin’in devesine altın tası goydu Yusuf. Hırsızlık yaptı diye alıgoyacak ya. Arama yaptılar, yapınca da onun devesinden çıktı altın tas. Gardaşları da: —Çekemediklerinden çalmıştır o doğrudur, dirler. Yusuf Aleyhisselam: — Çocuğun gılına bile tokanmayacam didi. Babasını alın buraya getirin, didi. Hiçbir şey yapmadan giderken, Yusuf göyneğini virdi. Babasının gözü kör ya açılsın diye. Az gittiler uz gittiler. Göyneği babaları gözüne sürünce açıldı. Yidiler içtiler. Yusuf’unan babası gavuştu. Yusuf evlendi daha sona da Mısır’a sultan oldu.   * ibdiki: Önceki. * göynek: Gömlek. * helke: Kova. * halbise: Hâlbuki. * dönya: Dünya. * garamet itti: İftira attı. * ürüya: Rüya. * yidi: Yedi. * sona: Sonra * pıçak: Bıçak * elme: Elma * oreye: Oraya * yidirmecik: Yedirmeyeceğiz * ağlirdi: Ağlıyordu * zahra: Tahıl, ürün
Yusuf Aleyhisselam
Ankara
İç Anadolu Bölgesi
FATMACIK MASALI Bir varmış bir yokmuş, pireler berber iken develer tellal iken, ben annemin beşiğini şıngır mıngır sallar iken, bir annenin bir babanın Fatmacık adında yedi yaşında bir kızı varmış annesi ölmüş yedi yaşındayken. Öldükten sonra da babası üvey anne getirmiş. Üvey anneninde aynı Fatmacık yaşında bir kızı varmış. Onun adı da Fatmaymış. Biraz büyüdükçe üvey annede bir kıskançlık oluşmuş. Babasından habersiz ben bu kızı demiş evden çıkaracağım gitsin demiş. Kızın elinden tutmuş bir gece çıkarmış kızı gece karannıkta. Kız ağlaya ağlaya giderkene bir bacası tüten ev, bir köpek uluyan ev, bir de ışığı yanan ev görmüş. Fatmacık ışığı yanan eve varmış. Kapıyı yaşlı bir nine açmış. Bu nine Fatmacığın elinden tutmuş; - “ gel kızım ben seni bir yere götüreceğim amma korkma hem de bir yerden geçeceğiz hiç topuklarını yere basmayacaksın ayaklarının ucunda yürüyeceksin” demiş o da tamam demiş. Her yerde iğne varmış ayaklarının ucunda gidecekleri yere gitmişler karannıkta “amma hiç demiş bağırmayacaksın” demiş. - “tamam bağırmam” demiş. Amma o kadar korkmuş o kadar amma hiç bağırmamış sabah aydınlanmış gün doğmuş sapsarı bir altın renginde su akarmış nine Fatmacığa git kızım suyun altına yun demiş kız çeşmenin başına varmış yunmuş sapsarı altın gibi olmuş ondan sonra kuşlar bile altın Fatma altın Fatma derimiş nene elinden tutmuş bunu babasının evine götürmüş götürüncek bunu üvey anne yine kıskanmış “ben kendi kızımı da götüreyin, benim kızım da böyle  olsun gelsin” demiş annesi kızının da elinden tutar çıkarır dışarıya kız ağlaya ağlaya gitmiş gitmiş gitmiş is tüten eve mi gitsem köpek uluyan yere mi gitsem ışığı yana eve mi gitsem demiş o da ışığı yanan eve gitmiş o da varır, nene kapıyı açar nene; - gel kızım demiş kızı almış, yedirmiş içirmiş demiş ki; - gel kızım sennen bi yere gidicez ondan sonra gittiğimiz yerde hiç korkma demiş hiç bağırma  demiş. - tamam demiş topuklarını yere değdirme parmaklarıyın ucunda yürüyeceksin demiş. parnaklarının ucunda yürürken yoruldukça topuğunu yere değdirmiş inne ayağına gitmiş hep bağırmış karannığa doğru yaşlı nineyle yürüyüp gitmişler nene; - bağırma sus demiş ama inne gittiçe kızın canı yanmış, bağırmış ondan sonra sabah aydınlık olmuş ama çeşmeden bu sefer kapkara bir su akıyormuş nene; - gideceksin o suyun altında yunacaksın demiş kız; - ben gitmem derimiş nene yok gideceksin diyorumuş zorunan nene kızı suyun altına almış varmış gapgara olmuş gara Fatma olmuş kuşlar bile “gara Fatma geldi” diye dile gelmiş herkes görüyormuş “a gapgara gız” diye  neyse yaşlı nine bu gızı anasının evine almış varmış bu gızlar on dört on beş yaşlarına gelince isteyicileri dünürcüleri çoğalmış daha doğrusu altın Fatmanın isteyicisi çoğalmış ondan sonra bunu üvey anne gene gısganmaya başlamış bu gızın dünürçüsü var da benim gızımın niye yok diye babasından altın Fatmayı istemeye gelmişler. Babası da altın Fatmayı vermiş. Gısgançlık ya baştan beri bir gısgançlık gitmiş. Altın Fatmanın düğün günü gelmiş gınasını bile yakmışlar. Altın Fatmanın amma gelgelelim gelin çıkacak zaman altın Fatmanın elini ayağını bağlamış ağzını da bağlamış tandıra gapatmış.  Tandırında ağzını örtmüş altın Fatma hiç gıpırdayamıyor bağıramıyormuş. Kendi gızını çıkarmış ortayazıya gendi gızını gelin etmeye garar vermiş. Ondan sonra -altın Fatma nerde diye sorsalarda -gitti bu gız var benim gızımı alın demiş. -ya olur mu öyle şey deseler de derimiş gitmiş demiş. Ondan sonra guşlar gelmiş demiş ki; - altın Fatmacık tandırda elleri kendirde -Allah Allah dimişler bu guş ne söyler böyle dimişler niye böyle dir anlasalar ki altın fatmanın tandırda gapalı olduğunu gitseler varsalar ki altın Fatma tandırda elleri kendirde elleri ağzı bağlı ordan çıkarmışlar. Gelin almış gitmişler onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.  
Fatmacık
Konya
İç Anadolu Bölgesi
  [TİLKİ, TOPAL DEV VE BİTLİ DEĞİRMENCİ] Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, bir Tilki ve Topal Dev varmış. Bunlar kendi hâlinde yaşayan iki garipmiş. Uzak ve küçük bir ülkede yaşarlarmış. Daima beraber gezer, beraber dolaşırlarmış. Aynı evde yaşarlarmış, evleri küçük köhne bir kulübe imiş. Yemek, ekmek  ve suları ya olurmuş ya olmazmış. Günlerden bir gün bunlar ormanda kazma kürek çalışırken bir küp altın bulmuşlar. Başlangıçta ikisi de bu altınları eşit pay edeceklermiş. Lakin bu Topal Dev, altınların hepsine göz dikmiş. Tilkiyi ortak etmek istemiyormuş. Akşam olmuş, yatıp uyumuşlar. Sonra Topal Dev hemen kalkmış, bakmış ki Tilki uyuyor. Hemen sessizce altınları alıp kaçmış. Bu zavallı Tilki kalkmış ki Topal Dev yok, çok kızmış, çok üzülmüş. Ama elinden bir şey gelmezmiş. İyice perişan olmuş, günlerce aç kalmış, susuz kalmış. Artık odun toplayıp satmakla da karnı doymaz olmuş. Ülkeyi dolaşıp iş aramaya koyulmuş, dolaşmış, dolaşmış... Ama hiçbir yerde kendinin karnını doyuracak bir iş bulamamış. Derken ücra bir yerde, bir köyün yakınında bir değirmen görmüş. Burada un, bulgur öğütülürmüş. Değirmene girmiş, sormuş. — Ben günlerce dolaşıp iş aradım ama bulamadım. Aç kaldım, susuz kaldım. Burada bana Allah rızası için bir iş var mı, demiş. Bu değirmenin sahibi de Bitli Değirmenci adında iyi kalpli bir adammış. Tilkiye yemek vermiş, su içirmiş, onu ağırlamış. Ve hâline acımış. — Aslında burada benim karnım bile zor doyuyor, ama sen iyi birine benziyorsun, iyi kötü çalışır, idare ederiz, demiş. Tilki çok sevinmiş ve Bitli Değirmenci’ye dua etmiş. Tilki, Bitli Değirmenci’nin yanında çalışmaya başlamış ve çok iyi anlaşıyormuş onunla. İkisi de birbirleriyle çok iyi arkadaş olmuşlar, birbirlerine çok güvenmişler. Bitli Değirmenci, tilkiden çok memnun kalmış ve onunla her bir şeyini paylaşmış. — Yav tilki! Sen çok iyi bir adammışsın, keşke daha önce tanışsaymışız, demiş. O da çok mutlu olup, hürmetler etmiş, çok şaşırmış. Neleri varsa birbirleriyle paylaşmışlar. Ama işleri pek iyi değilmiş. Her gün kıt kanaat idare ediyorlarmış, kuru ekmek yiyorlarmış. Yine bir gün konuşurken Bitli Değirmenci demiş ki: — Tilki ağa, buraya yakın bir ülke var. O ülkenin padişahının bir kızı var. Güzel mi güzel, alımlı mı alımlı, nur yüzlü huri, peri sanki. Hep onun hayalini kuruyorum, demiş.  Tilki de: — Niye hayalini kuruyorsun Bitli Değirmenci? İstersen bu hayalin gerçek olur, demiş.  Bitli Değirmenci: — Aman Tilki sen ne diyorsun, nasıl gerçek olacak? O bir padişah kızı, beni ne yapsın, ben bir Bitli Değirmenci’yim, ben değil onu almak, sarayın yakınına bile yaklaşamam. Sokmazlar, demiş. Tilki de:  — Sen ne yapacaksın, sen gerçekten padişahın istiyor musun, demiş.  O da: — İstemez miyim, elbette her şeyden çok istiyorum, demiş.  Tilki çok sevdiği arkadaşına: — İstediğin yakında gerçek olacak, demiş.  Bitli Değirmenci yine gülmüş: — Eğlenme benimle tilki kardeş, olur mu böyle şey, demiş. Tilki çok kurnazmış ve aklına iyi bir fikir, bir çapanlık gelmiş. “Ben sana bu kızı avrat yaparım, ama benim dediğim her şeye uyacaksın.” diye şart koşmuş. Tabi ki Bitli de kabul etmiş. Bunlar düşmüşler yola. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Sonunda o ülkeye varmışlar. Kendilerini, diğer ülkenin padişahının oğlu ve yeğeni olarak tanıtacaklarmış. Bitli Değirmenci demiş ki: — Ya tilki, bize inanırlar mı? Sonra kellelerimizden de olmayalım?   Tilki: — Sen bana bırak, sesini çıkarma. Ben inandırırım, sen bana güven, demiş.  Orada durmuşlar. Tilkinin elbiselerini çıkarmış, ırmağa atmış, yüzüne falan çamur sürmüş. Bitli: — Yahu tilki ne yapıyorsun delirdin mi, demiş. O da: — Yoksa kim inanır senin padişah oğlu olduğuna. Sonra sen burada bekle, ben padişahın sarayına gidiyorum, hemen geleceğim. Sen şu sabunu al, bir güzel yıkan ırmakta, demiş. Sonra tutmuş sarayın yolunu. Saraya varınca feryat, figan bağırmış. Askerler yanına gelmiş. — Ne oldu, niye bağırıyorsun, ne bu hâl, demişler. O da: — Ben komşu ülkeden geliyorum, padişahın oğlu buraya geliyordu, bir yığın hediye ve sandıklar dolusu altınlar vardı; ama yolda haydutlar kervanımıza saldırdılar, her şeyimiz çaldılar, şehzademe de zarar verdiler. Oysa o padişahımızı ziyarete geliyordu, demiş. Hemen padişaha haber vermişler. O da, hemen adamlarını göndermiş, Bitli Değirmenci’nin yanına. Tilki: —  Lakin padişahım, şehzademin elbiselerini de parçaladılar, demiş. Padişah da en güzel giysilerden vermiş, göndermiş. Bitli’nin yanına gelmişler. Onu hemen alıp konağa getirmişler. Padişah onları ağırlamış, hürmet etmiş, yemişler, içmişler. Sonra kurnaz tilki durumu iyice anlatmış. — Bizim padişahımız başka bir ülkeye davetli olduğu için gelemedi, demiş.  Ve devam etmiş: — Padişahım, biz sayın şehzademe, değerli kızınızı Allah’ın emri ile istemeye geliyorduk, ama başımıza bunlar geldi, demiş. Padişah çok sevinmiş. — Şeref duydum. Ama bir gün sizin ülkenizin sarayına gelip görmek isterim, bir babayım oraları bir göreyim, hatta şimdi hep beraber gidelim, demiş. Bu bizim Bitli ve tilkiyi bir korku almış. Lakin tilki hemen bir kurnazlık düşünüp: — Padişahım! Tabii gideriz, şeref duyarız, ama biz önden gidip hazırlıkları yapalım, size bir ağırlama olsun diye, demiş. Padişah da: — Haklısınız, demiş. Bunlar atlarla düşmüşler yola ikisi. Bitli: — Tilki ne yapacağız şimdi? Oyunumuz ortaya çıkacak, demiş.  Tilki düşünmüş. — Topal Dev zengin olup altınları kaçınca kendine öyle bir konak yaptırmış ki dillere destan. Topal Dev’in konağına biz yerleşeceğiz, demiş. Yine bir planı varmış. Topal Devin yanına bir telaşla varmış. Ona seslenmiş: — Hey Topal Dev! Çabuk kaç, padişah senin hazinesini bulup kaçtığını öğrenmiş, çok kızmış, askerler geliyor, seni kesecekler, demiş.  Topal Dev korku içinde: — Aman Tilki ben ettim, sen etme, kurtar beni, demiş.  O da: — Sen benim ne de olsa eski arkadaşımsın, sana yardım edeceğim, demiş ve devam etmiş.     — Şu karşıda orman var, sen git, onun içine saklan, demiş. Topal hemen gidip ormanın içine girmiş. Tilki o gidince kurtları onun arkasına göndermiş. Baş başa eğlenin, demiş. Sonra Topal Dev’in konağına yerleşmişler. Ve padişahı davet etmişler. Padişah gelmiş, oraları gezmiş. Çok beğenmiş. — Bu konak benimkinden bile güzelmiş, demiş. Padişah onlara yanında altınlar, mücevherler hediye etmiş. Kırk gün kırk gece düğün ile Bitli Değirmenci, padişahın kızı ile evlenmiş. Biraz zaman sonra Tilki hastalanmış. — Padişahın kızı, bu bizimle niye kalıyor, atalım dışarı, gitsin, demiş. Bitli istemeyerek de olsa kabul etmiş ve atmışlar dışarıya. Tilki çok perişan olmuş, üzülmüş, çok içerlemiş. Kalkıp her şeyi prensese anlatmış. Tabii padişahın kızı daha durur mu? Çıkmış, babasının sarayına dönecek. Bitli başlamış tilkiye yalvarmaya: — Ne olur Tilki Ağa etme, tutma. Git, durdur bir şeyler yap. Bir daha böyle yapmayacağım, demiş. Tilki, emin olunca hemen koşmuş, prensese yolda yakalamış. Demiş ki: — Ben o sinirle iftira ettim. Öyle bir şey yok, biz küçükken evcilik oynardık, onun lakabı Bitli Değirmenci idi ondan dedim, demiş. Prensesi tekrar ikna etmiş, geri getirmiş. Bitli de arkadaşına bir daha böyle nankörlük yapmamış, her şey tekrar yoluna girmiş. Ve birlikte koca konakta mutlu, huzurlu, bereket ve bolluk içinde hayat sürmeye devam etmişler.
Tilki Topal Dev ve Bitli Değirmenci
Ordu
Karadeniz Bölgesi
  [KÖR PADİŞAHIN OĞLU] Bir varmış, bir yokmuş. Memleketin birinde bir padişah yaşarmış. Bu padişahın gözleri körmüş. Padişahın üç oğlu varmış. Bir gün oğullarını karşısına alıp konuşmuş.  Demiş ki: — Ey oğullarım! Sizden ölmeden bir şey isteyeceğim. Size kırk gün süre veriyorum. Bu süre içinde gözüme dermanı bulamazsanız, yoksa hepinizi mirasımdan mahrum ederim. Eğer dermanı bulur, gözlerim açılırsa, mirasım hepinize helal olsun, oğullarım. Ve sonra üç kardeş yola çıkmışlar. Bir kuyunun başında durup azıklarını yemişler. Ve kardeşlerin en büyüğü: — Hepimiz bir yola ayrılalım, küçük kardeşim sen bu yoldan, ortanca sen şu yoldan, ben de öteki yoldan gideyim. Kırk gün sonra bu kuyunun başında buluşalım, demiş. Ayrı yollara ayrılmışlar. En küçük oğlan bir ihtiyara rastlamış. — Amcacığım, ben falanca ülkenin padişahının oğluyum, babamın gözleri kör, gözüne derman arıyorum, demiş.  O da: — Oğlum ben bilmem. Şuradaki dağın ardında altmış yaşında bir ihtiyar var, git ona sor, demiş. Oğlan dağın ardındaki ihtiyara gitmiş. — Benim babamın gözleri kör, gözüne derman arıyorum, demiş. O da: — Ben bilmem oğlum. Karşı dağın ardında seksen yaşında bir ihtiyar var, git ona sor, demiş. Padişahın oğlu bu sefer de o ihtiyara gitmiş ve babasının gözüne derman istemiş.  O da demiş ki: — Oğlum şu dağın ardında bir ev var, o evin bahçesinde türlü türlü çiçekler var, o çiçeklerin her biri bir derde dermandır ve hangi derde dermansa derman olduğu şeyi söyler. Sen oradan göze dermanım diyen çiçeği al ve sakın eve girme, demiş. Oğlan da: — Tamam girmem, demiş, söz vermiş ve yola koyulmuş. Kısa bir yolculuktan sonra eve varmış. Oradan “Göze dermanım!” diyen çiçeği almış. Ama kendini eve girmemekten alıkoyamamış. — Kim ne bilecek eve girdiğimi, diyerek eve girmiş. Evin bir odasının kapısını açmış, bir sofra kuruluymuş, bir orduya yetecek kadar yemek yemiş. Sonra bir odaya daha girmiş, bakmış ki bir güzel kız uyuyor. O kıza oracıkta âşık olmuş. Bir odayı daha açmış bakmış ki, zincire vurulmuş koskoca bir karakuş var. Tam odasının kapısını örtecekmiş ki. O karakuş demiş ki: — Ey insanoğlu! Ne olur beni çöz de gideyim, demiş. Yalvarmış, yakarmış. O da dayanamayıp kuşu çözmüş. O kuş öbür odada uyuyan kıza aşıkmış. Bu kızın da kırk tane ağabeyi varmış. Bu karakuşu meğer onlar zincire vurmuşlar. Çünkü kızı alıp kaçırıyormuş. O kadar öldürmeye çalışmışlar ama hiç hayır etmiyormuş, ölmüyormuş. Kuş da çözülür çözülmez öbür odadaki yatan kızı alıp gitmiş. Ve padişahın oğlu “Vay yandıma!” düşmüş. Ve evden çıkarak hemen kaçmış. İhtiyarın yanına geri dönmüş. İhtiyar: — Çiçeği aldın mı, diye sormuş. — Aldım, demiş. — Eve girdin mi oğlum, demiş.   — Girmedim, demiş ve oradan uzaklaşmış. Küçük oğlan ağabeyleri ile buluşacağı kuyun başına gitmiş. Ondan sonra ağabeyleri babalarının gözüne derman bulamamışlar. Sadece küçük oğlan bulmuş. Ağabeyleri cin fikirlilik edip babamızın gözüne o girecek, diye onu kuyuya atmışlar. Derman olacak çiçeği alıp sarayın yolunu tutmuşlar. Öbür tarafta da kaçırılan kızın kırk tane ağabeyi eve gelmişler, bakmışlar ki kız yok. Yemekler yenmiş, kuş da yok. Dışarı bahçeye çıkmışlar. Göze dermanım diyen çiçek yok. Onlar kimin evlerine geldiğini bulmak için yola çıkmışlar. Oradaki dede, padişahın oğlunun aldığını söylemiş. Padişahın kuyuya atılan oğlu oradan geçen bir kervan, kurtarmış. Onlara başından geçeni anlatmış ve sarayın yolunu tutmuş.  Gitmiş babasına: — Dermanı bulamadım, üzüldüm o yüzden geç geldim, demiş. Ve ağabeylerini ele vermemiş. O sırada saraya kızın ağabeylerinden birisi geliyor diyor ki: — Bizim babamızın gözleri kör, oğulların dermanı nerden buldu, demişler. Padişah da: — Ben bilmem büyük oğullarım buldu, demiş. Ve onları çağırmış. Onlar nerden bilecekler, kendileri bulmadılar ki. Onlar da olanı biteni anlatmak zorunda kalmışlar. Olanları öğrenen padişah büyük oğullarını saraydan kovalıyor.   Küçük oğlunu da o derman arıyorum diyen kişi ile gönderiyor. Küçük oğlan gidiyor ama şehrin dışına çıkınca otuz dokuz tane tüfekli adamın onu beklediğini görüyor.  Onlar karakuşun kaçırdığı kızın ağabeyleriymiş. Eve kimin girdiğini öğrenmek için bu oyunu oynamışlar. Sonra bu oğlanın dağdaki eve götürüyorlar. — Bu yemeklerden sen mi yedin, diyorlar. — Evet ben yedim, diyor. — Karakuşu sen mi çözdün, diye soruyorlar.  O da:  — Evet ben çözdüm, diyor. — Burada yatan bacımız ne oldu, diyorlar. — Karakuş kaçırdı, diyor.  Sonra diyorlar ki: — Sana kırk gün süre ya bacımızı bulursun ya da seni öldürürüz, diyorlar. Oğlan da ‘Ben ne yapacağım, nereden bulacağım.’ diye düşünerek yola çıkıyor. Bayağı bir gittikten sonra kara kara düşünerek yola devam ediyor. Bir süre gittikten sonra iki tane dövüşen adam görüyor ve diyor ki: — Niye kavga ediyorsunuz? Derdiniz nedir?  Onlar da: —  Biz kardeşiz, bizim babamız öldü. Miras olarak bu kamçı ile yamçı* kaldı. Onu paylaşamıyoruz, demişler. Oğlan: — Bunların özelliği nedir de bunun için kavga ediyorsunuz, demiş. — Bu yamçı ile kamçıyla birbirine vurunca bir Arap Zengi çıkıyor ve:  — Dile benden ne dilersen, her istediğini yapıyor, diyorlar. O da tam benim ihtiyacıma göre, deyip en uzağa bir taş atıyor ve diyor ki: — O taşı hanginiz önce getirirse ona bu yamçı ile  kamçıyı vereceğim, diyor.  Onlar da kabul ediyorlar ve taşı almak için koşmaya başlıyorlar. O sırada oğlan yamçı ile kamçıyı birbirine vuruyor bir Arap Zengi çıkıyor: — Dile benden ne dilersen, diyor.  O da: — Hemen beni buradan götür, diyor. Arap Zengi onu oradan alıp uzaklaşıyor. Diğer kavga edenler oyuna geldiklerini anlıyorlar ve diyorlar ki: — Bak ne sana kaldı, ne bana kaldı. Gel barışalım, deyip barışıyorlar. Arap Zengi oğlanı bir dağa götürüyor. Oğlan başından ne geçtiyse Arap’a anlatıyor. — Bu kara kuşu bulmamız lazım, yoksa beni öldürecekler, diyor.  Arap Zengi de: — Bin sırtıma, o iş kolay, diyor. Karakuşun yaşadığı yere götürüyor. Arap Zengi oğlana diyor ki: — Git, kıza sor. Kara kuşun canı neredeymiş? Çünkü bu karakuş hiçbir şekilde ölmüyormuş. Zincire vuruyorlarmış, kurşunluyorlarmış, asıyorlarmış, kesiyorlarmış ölmüyor. Oğlan gidip kıza demiş ki: — Seni götürmezsem ağabeylerim beni öldürecekler. Karakuşa sor, canı neredeymiş. Akşam olmuş, karakuş eve gelmiş.  Kız demiş ki: — Ey sevdiğim! Senin canın nerde? Ağabeylerim o kadar uğraştılar öldüremediler. Artık ben seninim, kimseye söylemem, kaçamam, bana söyle. O da diyor ki: — Benim canım süpürgenin sapında. Kız ertesi gün oğlana demiş, o da Arap Zengi’ye demiş. Arap Zengi de: — Yalan. Tekrar sorsun, demiş. Öbür gün kız tekrar sormuş.  O da demiş ki: — Filanca yerde bir ırmak var, o ırmağın bir kenarında bir sandık var. Sandığın içinde de avuç içine sığacak kadar kara bir böcek var. O böceği sıkıp öldürdüğün zaman ben de ölürüm. Benim canım böcektedir, demiş. Kız oğlana söylemiş, oğlan da Arap Zengi’ye demiş. Arap Zengi de: — Doğrudur, bin sırtıma, demiş ve ırmağın kenarına gitmişler. Sandığı bulmuşlar, oğlana içinden böceği eline almış, tam sıkıp öldüreceği zaman nerde var, nerde yok, karakuş oraya gelmiş: — Ey insanoğlu! Bırak onu, demiş. O da o sırada böceği sıkmış öldürmüş. Karakuş da oracıkta ölmüş. Sonra bu oğlan kızı almış, karakuşun ölüsünü de almış, kızın ağabeylerinin yanına gitmiş. O gün de tam kırkıncı günmüş. Oğlanı arayıp öldürmek için silahlanıp evden çıkıyorlarmış ki padişahın oğlu eve gelmiş. Kapıda karşılaşmışlar. Onlar hayrete düşmüşler: — Biz bu karakuşu astık, kestik, kurşunladık, zincire vurduk ölmedi. Sen nasıl öldürdün, demişler. Oğlan da: — Oraları sormayın, demiş. Sonra bu ağabeyler toplanmış konuşmuşlar. İçlerinden biri demiş ki: — Bu, çok yiğit bir çocuk. Bacımızı biz bu oğlana verelim, demiş.  Öbür ağabeyleri demişler ki: — Bacımıza ne yaptı, ne yapmadı biz bunu öldürelim.  Bir kardeşi de demiş ki: — Biz önce bacımıza soralım, o isterse evlendirelim.  Bacılarına sormuşlar, onun da gönlü varmış: — Evlenirim, demiş. Onlar da bunları evlendirmişler. O dağdaki evde bir süre yaşamışlar. Biraz zaman geçtikten sonra oğlan demiş ki: — Benim padişahlığım var. Biz gidip biraz da sarayda yaşayalım, demiş karısına.  O da: — Ağabeylerime soralım, demiş. Ağabeylerine sormuşlar, onlar da izin vermişler. Sonra oğlan ile kız yamçı ile kamçıyı birbirine vurmuşlar, yine Arap Zengi gelmiş, bunları sırtına almış, saraya götürmüş. Bu ağabeyleri de tekrar yola düşmüşler peşlerinden. Bu ins miydi, cin miydi, bacımızı nasıl bir anda saraya götürdü diye saraya gitmişler. Oğlana demişler: — Nedir elindeki, bacımızı nasıl getirdin bir anda?  Oğlan da yamçı ile kamçının marifetlerini anlatmış.  Onlar da: — Yamçı ile kamçıyı bize ver, demişler.  O da vermiş. Sonra bir ömür boyu sarayda yemişler, içmişler, muratlarına geçmişler. *yamçı: Bir yüzü uzun tüylü, kalın yünden dokunarak yapılmış yağmurluk.
Kör Padişahın Oğlu
Ordu
Karadeniz Bölgesi
[KÖTÜ KADIN VE İYİ KADINLAR] Bir zamanlar bir padişah, gece hiç kimse evinde ışık yakmayacak, diye emir vermiş. Tellallar bunu ülkeye bildirmiş. Padişahın adamları bir gece bir evin ışığının yanık olduğunu görmüşler. Tellallar o evin penceresinden içeriyi izlemeye başlamışlar. İçeride genç ve güzel bir kadın, bir köle ve genç bir adam varmış. Bu adam genç kadının kocasıymış. Genç kadın ile köle birbirlerini seviyorlarmış. Kadın, köleye: — Kocamı öldür, seninle evlenelim, demiş. Köle: — Ben öldüremem ama sen öldürürsen evleniriz, demiş. Kadın kocasını asarak öldürmüş ve köleyle evlenmiş. Sabah olmuş, tellallar durumu padişaha anlatmışlar. Padişah hu duruma çok öfkelenmiş.  İkisini de huzuruna getirtmiş.  Köleye: — Sen öldürmediğin için suçsuzsun ama bu ülkeyi terk edeceksin, demiş. Köle ülkeyi terk etmiş. Padişah kadını hapse attırmış. Daha sonra “annesi olan annesini, bacısı olan bacısını, karısı olan da karısını hapse atsın” diye emir vermiş. Birkaç kişi padişahtan korkusuna karısını, annesini ve bacısını getirip teslim etmiş, hapse attırmış. Tabii bu duruma karşı çıkanlar da olmuş. — Böyle iş olur mu? Onları hapse atınca bize kim bakar, demişler. Ülkede yaşlı ve sözü dinlenir Mahmut Emmi adlı bir eşkıya varmış. O padişahı bir halli ikna eder diye halk toplanıp Mahmut Emmi’nin yanına gidip durumu anlatmış. — Mahmut Emmi bizi bu durumdan ancak sen kurtarırsın, demişler.  Mahmut Emmi biraz kem küm etmiş ama sonunda padişah ile konuşmayı kabul etmiş. Padişahın yanına gitmiş. Padişah onu çok iyi karşılamış. Mahmut Emmi, padişaha: — Bak oğlum, sen gençsin. Ben yaşlıyım, diyerek söze başlamış.  Mahmut Emmi padişaha anlatmaya devam etmiş: — Eski zamanda bir padişah varmış. Bir de yaşlı bir adam varmış. Yaşlı adam otuz dokuz arkadaşıyla konuşmuş, bir akşam bir yerde toplanacaklar, padişahın hazinesini soyacaklarmış.    Akşam olmuş toplanmışlar. Yaşlı adam saymış otuz dokuz kişi, ama kendisiyle beraber kırk kişi olmaları gerekiyormuş. Gelmeyen kişiye gidip bakmışlar, adam ölmüş. Yaşlı adam arkadaşlarına: — Bugün arkadaşımızı defnedelim, yarın toplanırız, demiş. İkinci gün toplanmışlar, yaşlı adam saymış otuz sekiz, üçüncü gün otuz yedi, dördüncü gün otuz altı, derken bütün arkadaşları ölmüş. Yaşlı adam tek kalmış. Yaşlı adam: — Bütün arkadaşlarım öldü, herhâlde sıra bende, demiş. Evine gitmiş, akşam yemeğini yemiş, pijamalarını giyip yatağına yatmış. Derken kapı çalmış. Yaşlı adam kapıya doğru giderken karısı: — Dur önce elbiselerini giy, demiş. Adam: — Ya ne olacak, kapıya bakıp geleceğim, dediyse de karısı dinlememiş.  Neyse yaşlı adam giyinmiş, kapıya doğru giderken karısı yine durdurmuş, silah ve kılıcını vermiş. Yaşlı adam: — Ya hatun! Savaşa mı gidiyorum, diye dalga geçmiş. Kılıcını da kuşandıktan sonra karısı ahırdaki atı getirip kocasını oturtmuş ve: — Hadi şimdi git, Allah işini rast getirsin, demiş. Adam çıkmış. Kapıda kılıcını kuşanmış, yüzü sarılı at üstünde bir genç yiğit varmış. Yiğit: — Hadi gidelim, demiş. Yaşlı adam ile yola koyulmuşlar. Derken bayağı bir yol gitmişler ve bir mağaranın önünde durmuşlar. Genç yiğit, yaşlı adama atını bırakmış ve:                                                — Eğer sabaha kadar buradan çıkmazsam bu at senin olsun, demiş ve mağaraya girmiş. Yaşlı adam bunu fırsat bilip hemen oradan uzaklaşmış. Yolda giderken ‘Ben eve gittiğimde karım bana ‘nereye gittin, beraber gittiğin kimdi?’ diye soracak. Ben de korktum ve kaçtım mı diyeceğim, diye düşünmüş. Ve bunu gururuna yediremeyerek tekrar mağaraya dönmüş. İçeri girmiş, genç yiğit bir köle ile savaşıyormuş. Genç yiğit, ona: — Bu köleyi yakala, demiş. Yaşlı adam da köleyi yakalayıp bağlamış. Bunun üzerine genç yiğit mağarayı aramış ve çok çok yaşlı olan sesi bile zor çıkan bir adamı alıp getirmiş. Genç yiğit, yaşlı adama gerçek yüzünü göstermiş. Genç yiğit aslında çok güzel bir kızmış. Yaşlı adama: — Bu yaşlı benim babam. Öldürdüğün köle on yıl önce babamı kaçırdı, ben on yıldır babamı kurtarmak için bu köleyle savaşıyorum. Sizden yardım istemeye gelmiştim. Otuz dokuz arkadaşını da ben öldürdüm. Ben babamı kurtarmak için yardıma gittiğim kapılarda karşıma hep pijamalarla, uyduruk adamlar çıktı. Ben de sinirlenip hepsini öldürdüm. Senin kapını çaldığımda sen adam gibi giyinmiş, kılıcını kuşanmış, atının üzerinde çıktın ve beni köleden kurtarıp babama kavuşmamı sağladın. Ben babamı kurtaran adama teşekkür ederim, demiş. Mahmut Emmi şimdi padişaha sormuş: — Bak padişahım! Bir yanda babası için on yıl savaşan bir kız, diğer yanda da kocasını dışarı tedbirli çıkaran, onu ölmekten kurtaran. Allah işini rast getirsin, diye uğurlayan bir kadın. Bunların hangisi hapse atılır, demiş. Padişah: — İkisi de hapse atılamaz, demiş.  Yaşlı adam: — Sen olsaydın ne yapardın, demiş.  Padişah: — Hapse getirmezdim, demiş.  Yaşlı adam: — O zaman şu kâğıdı imzala, demiş. Padişah da imzalamış. Bunun üzerine Mahmut Emmi, padişaha: — İşte o zamandaki hazinesi soyulacak padişah sendin, kırk arkadaşı ile soyacak adam da benim, demiş. Padişah: — Mahmut Emmi, beni kandırdın, demiş.  Mahmut Emmi de: — Başka türlü seni bu emirden vazgeçiremezdim, demiş. Böylece ülkedeki kadınlar hapse atılmaktan kurtulmuş.
KÖTÜ KADIN VE İYİ KADINLAR
Ordu
Karadeniz Bölgesi
                     Ayşecik ve Ölü Başı   Bir varmış bir yomuş, bir ġadınla bir adamın uzun yıllar çocuğu olmamış. Nedenkiri bir gızları olmuş. Adını Ayşecik goymuşlar. Ayşecik okula gitmeye başlamış bir guş her gün o okula giderken; - Cik cik ayşecik, diye ötüyorumuş. Alla Alla gız buna içerlerimiş. Her gün öterimiş. Alla Alla niye öter niye öter diye düşünürümüş. Gız okula gider ya annesi banyosunu yaptırmış; - Hay ġızım sen günden güne zayıflıyon niye demiş, - Anne bir guş var ben okula giderken her gün cik cik ayşecik cik cik ayşecik diye ötüyor demiş, - Gızım sormadın mı neden cik cik ayşecik diyon bana demiş; - Yo demedim demiş. - İyi o zaman bir daha öterse sor bakalım demiş.  Neyse gine okula giderkene guş çıkmış karşına cik cik ayşecik diye ötmeye başlamış. Bu sefer ayşecik sormuş; - Ne den hay guşcuk ne diye cik cik ayşecik diye öten demiş, guş; - Sen yedi yıl ölü başı bekleyeceksin demiş ayşecik ağlayarak annesine gitmiş, - Anne guş bağa sen yedi yıl ölü başı bekleyeceksin dedi demiş, gadın da gocasına söylemiş adam ; - Gızımız ölü başı beklemeyecek demiş göçü topladıynan ailesini de almış ordan ayrılmışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere depe düz gitmişler yorulmuş acıgmış susamışlar. Demir gapısı olan bir evin önünde durmuşlar. Her yeri demirdenimiş bu yerin. Gocman bir binaymış onnon sonra herkes girip çıkıyorumuş. İhtiyaçlarını görüyorlarımış. Bunlar da su içmek için girmişler. Onnon sonra girmişler çıkmışlar, herkes çıkmış ayşecik su içerkene demir kapı kapanmış. Gız orda galmış. Gız da sekiz on yaşlarında gücük… Onnon sonra allahım o gadar kesmeye uğraşmışlar o gadar demiri açmaya uğraşmışlar, gızı annesiynen babası gurtaramamış.  Annesiynen babası ağlaya ağlaya gızı orda bırakıp gitmişler. - Demekki guş bizim gızımıza böyle söyledi bizim gızımız burada galacak, demişler. Gız orda tek başına galmış. Bina da o gadar çok o gadar çok odalıymış ki gezmiş. O gapıyı açmış bakmış, o gapıya girmiş o gapıdan çıkmış, bu gapıya girmiş o gapıya varsa ki - Sen buradan git demişler. Her taraf mezar doluymuş. O gapıya varırmış o gapıdan govarlarımış, bu gapıya giderimiş bu gapıdan çevirirlerimiş neyse.. Bir gapıyı açsa girse ki orda bir mezar varımış. Ayşecik bunun başında bekleyeceksin diye yazıyorumuş mezarın başında. Ayşecik bu mezarın başında bekleyeceksin bir mendil varımış mendili de sallayıp duracaksın yazılıymış. Ayşecik yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat o mezarın başında uyumadan mendil sallamış. O mezardaki adama sinek gelmesin bişey gonmasın diye o mezardaki adama mendil sallamış. Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat soŋra o gabirdeki çocuk galkmış çıkmış, genç bir delianlı olarak bu gız da genç bir gız olmuş. Onnan ikisi evlenmişler. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.  
AYŞECİK VE ÖLÜ BAŞI
Konya
İç Anadolu Bölgesi
MACİDE Bir varmış, bir yohmuş, evvel zaman içinde, halbur saman içinde, cinner cırıt oynarken eski hamam içinde, memleketin birinde bir adam varmış. Adam gariynan gıziynen geçinir gidermiş. Adamın garisi bir gün gider paşanın gızının cehezini görür, heveslenir gelir gocasını döger, gapiya atar. -Get Macide’ye paşanın gızının yorğanından getirecehsen! der, adam çıhar gider. Düşünür daşınır, yolda iki adama rastlar, gonuşurlar, adam: -Gardaş siz nesiz? diye soranda bunlar da: -Biz hırhızığ anbu eve yeneceğiz, derler. Bu da: -Beni de yanıza alın der. -Peki derler. Adamlar derler ki: -Aşşağı yenilende ağır ne bulursan oni yuhari ver, biz oni alır seni yuhari çekeriz. Razi olur, getirir Macide’nin babasini ipnen bacadan aşşağı yendiriler. Adam aşşağı yener, o tarafa bu tarafa bahar, ağır heç bi şey bulamaz gider tandır başında bir havan görür. Ağır bir havan, içinde de gehve var, dögülmemiş. -Eh bunnari yuhari verirsem içinde gehve var, gehveyi dögim de havani yuhari verim, der. Gehveyi pat küt dögim derken hırhızlar gaçar, ev sahapları uyanır. -Bu ne olir? diye gelirler. Adam: -Aman ben Macide’nin babasiyem. Anasi paşanın gızının yorğanından istedi, ben de hırhızlarnan arhadaş oldum, bene dediler ki aşşağıda ağır ne bulursan ver. Ben de geldim havanı aldım. Onu yuharı vereceğem, içinde gehve var. Dedim gehveyi dökim de havani ele yuhari verim, siz uyandız, der. Ev sahaplari getirir buna birez ur ufak verirler. -Bu işi bir daha yapma, der bırahırlar. Eve gider garisi gızar: -Yoh, paşanın gızının yorğanından olacahdı. Ben bunları istemem, der adamı gapiya atar. Get paşanın gızının yorganından getirecahsan, der. Adam gene gahar gelir arkadaşlarını bulur. Derler ki: -Bele etme, ağır eşya bulursan onu getir. Havan mavan getirme. Adamı başka evin bacasından aşşağı indirirler, bu sefer de gider ki tandır başında ağır heste bir hızmetçiyi yatir. Senelerden ölmemiş. Düşünür: -Eh ben bundan daha ağır ne bulim, der getirir hızmetçiyi ipe bağlar, bacaya yukarı verim derken heste bağırır, gıjgırır[1], hırhızlar bunun insan olduğunu annar bırahırlar, heste düşer ölür. Ev sahabı da bunun sesine uyanır, bahar ki evin içinde bir adam durir. -Neyin nesisen nesen? diye sorarlar. Bu da der ki: -Aman ben Macide’nin babası, anasi paşanın gızının yorğanından istedi. Ben de geldim, hırhızlarnan arhadaş oldum. Onnar da bene ağır ne bulursan ver dediler. Bundan ağır bir şey bulamadım, verdim, onnar da atdi gettiler. Ev sahapları gahar hizmetçinin cehezinin hepsini neyi var, neyi yok verirler: -Bir daha bele iş etme! der evine yollarlar. Adam bunnari eve götürür, garisi gene: -Yoh ben paşanın gızının yorğanından isterem, der adamı döger kapıya atar. Adam gider gene arhadaşlarını bulur. -Biz sene bele havan, hızmetçi getir demedih, derler. Ağır eşya ne bulursan oni getir. Bu sefer de getirir oni paşanın gonağının bacasından aşşağı indirirler. Adam içeri gelir ki paşanın üstünde bir yorgan, yatir. Yorğan ele güzel ki ele ki simlernen altınnarnan işlenmiş. Sevunur ki: -Eh yorgani buldum. Paşanın üstünden yorgani alır, acır. -Ey! der ben yorgani aldım bu uyhuda üşür. Duvarda da keveli[2] var, oni alım da üstüne örtim. Alır keveli paşanın üstüne örter, paşa uyanır galhar. -Sen nesen, neyin nesisen? diye sorar. Adam: -Aman ben Macide’nin babasıyam. Anasi Macide’ye get paşanın yorğanından getir dedi. Ben de geldim senin üstünde yorgani buldum. Ey yorğani alıp gideceğem sen üşüyecahsan, bari keveli üstüne örtim derken sen uyandın, der. Paşa inanır. Gahar yorgani gatlar verirler. -Bir daha bu işi yapma, derler. Hırhızlar çıhar giderler. Adam da verdihleri yorğani birez de ur ufağı garısına getirir. Hanımi da adamı daha gapıya atmaz, yer içer muratlarına geçerler, siz de yiyin için muradınıza geçin.   [1] Feryat eder. [2] Deri, kürk.
Macide
Erzurum
Doğu Anadolu Bölgesi
TİLKİ Bir varmış, bir yohmuş. Bir yerde bir ehdiyar neneynen bir ineği varmış. İneğini sağmış goymuş evin üzüne. Tilki gelmiş südüni yemiş. Nene üzülmüş ki: -Ecebe buni kim yedi? diye. Bir gün satırı almış eline, gapının arhasına girmiş, behlemiş. Bahmış ki tilki geldi gine eve girdi. Hemen satırı vurur, tilkinin guyruğunu goparır. Tilki: -Nene nene guyruğumi ver bizim köye gidende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz, der. Nene de: -Get bene süt getir, demiş. Tilki gelmiş ineğe yalvarmış: -İnek inek bene süt ver, götürim neneye verim, nene bene guyruğumi versin, bizim köye gidende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz. İnek demiş ki: -Get bene ot getir. Tilki getmiş çayırdan ot istemiş. Demiş ki: -Çayır çayır bene ot ver, götürim ineğe verim. İnek bene süt versin, südi neneye verim, nene bene guyruğumi versin, bizim köye gidende demesinler bene gumri guduz guyruhsuz. Çayır demiş ki: -Get bene su getir. Tilki gelmiş çeşmeye: -Çeşme çeşme demiş, bene su ver, suyi götürim çayıra verim, çayır bene ot versin, otu ineğe verim, inek bene süt versin, südü neneye verim, nene guyruğumi versin, bizim köye gedende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz. Çeşme demiş ki: -Get gızları sesle getir benim başımda oynasınnar. Tilki getmiş gızları seslemiş: -Gızlar gızlar gelin çeşmenin başında oynayın, çeşme bene su versin, suyi çayıra verim, çayır bene ot versin, otu ineğe verim, inek bene süt versin, südi neneye verim, nene bene guyruğumi versin, bizim köye gidende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz. Gızlar demişler ki: -Get bize inci boncuh getir, boynumuza tahah geleh çeşmenin başında oyniyah. Tilki gelmiş çerçiye: -Çerçi çerçi bene incih boncuh ver, götürim gızlara verim, gızlar tahsın çeşmenin başında oynasınnar, çeşme bene su versin, suyi çayıra verim, çayır bene ot versin, oti ineğe verim, inek bene süt versin, südi neneye verim, nene benim guyruğumi versin, bizim köye gidende demesinner ki gumri guduz guyruhsuz, der. Çerçi de der ki: -Get bene yumurta getir. Tilki tavuğa gelmiş: -Tavuh tavuh bene yumurta ver, götürim çerçiye verim, çerçi bene inci boncuh versin, götürim gızlara verim, gızlar gelsin çeşmenin başında oynasınnar, çeşme bene su versin, suyi çayıra verim, çayır bene ot versin, otu ineğe verim, inek bene süt versin, südi neneye verim, nene bene guyruğumi versin, bizim köye gidende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz, demiş. Tavuh da demiş ki: -Get bene harmandan yem getir. Tilki harmana gitmiş: -Harman harman bene yem ver, götürim tavuğa verim, tavuh bene yumurta versin, götürim çerçiye verim, çerçi bene inci boncuh versin, götürim gızlara verim, gızlar çeşmenin başında oynasınnar, çeşme bene su versin, götürim çayıra verim, çayır bene ot versin, götürim ineğe verim, inek bene süt versin, südi götürim neneye verim, nene bene guyruğumu bene versin, bizim köye gidende demesinner bene gumri guduz guyruhsuz. Harman getirir yem verir. Tilki götürür yemi tavuğa verir, tavuh yumurtalar, yumurtayı götürür çerçiye verir, çerçi ona inci boncuh verir, gızlar tahar çeşmenin başında oynarlar, çeşme su verir, suyi çayıra verir, ot olur biçilir, otu ineğe verir, inek süt verir, südi neneye verir, nene de tilkinin guyruğunu inciler boncuhlar tilkiye bağlar. Tilki gaçarken yolda gurda rastlar. Gurd sorar: -Ooo tilki gardaş guyruğun nerde ele inciledin boncuhladın? Tilki gorhar gorhusunnan der ki: -Götürdüm suya sarhıddım bele oldi. Gurd der ki: -Gel ben de guyruğumi suya sarhıdacam ama sen de başımda dur. Gurd guyruğuni suya salar, gış da, epeyce durur. Seslenir: -Tilki gardaş dutti mi? Tilki de gorhusundan: -He dutti he dutacak, der birez oyalar. Tilki annar ki guyruh dondi. -He dutti, der gurd guyruğuni çeker, guyruh gopar, tilki de gaçar gider. Gurd da zencire bağli bir köpeh gibi acı acı ulumaya başlar.  
Tilki
Erzurum
Doğu Anadolu Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş Evvel zaman içinde Kalbur saman içinde Develer tellal iken Pireler berber iken Ben anamın beşiğini Tıngır mıngır sallarken Birden geldi babam Aldı eline maşayı Ben kaçtım o kovaladı Ben kaçtım o kovaladı Az gittik uz gittik Dere tepe düz gittik Altı ay bir güz gittik Bir de baktık ki Bir arpa boyu yol almışız Sabır Taşı Ülkenin birinde bir ananın bir babanın bir kızları varmış. Bu kız her gün çeşmeye su getirmeye gidermiş. Gün olmuş zaman olmuş çeşmenin başına bir kuş gelmeye başlamış. Bu kuş kızı görünce şöyle demeye başlamış: - Ey kızcağız kızcağız, der uçar gidermiş. Bir gün olmuş iki gün olmuş günler haftaları haftalar ayları kovalamış kuş gelip kıza her gün aynı şeyleri söyler olmuş. Günlerden bir gün kız gelmiş annesine söylemiş; annesi kızına şöyle demiş: - Kızım kuş gelip bunu söyleyince şöyle de: ‘Murazın ne kuşcağız’, demiş Kız su doldurmak için tekrar çeşmeye gitmiş ve kuş hemen gelmiş, kuş demiş: - Hey kızcağız. Kız hemen sormuş: - Murazın ne kuşcağız? Kuş hemen cevap vermiş: - Kırk gün, kırk gece ölü başı bekleyeceksin, demiş ve uçup gitmiş. Kız evine gidip olanı biteni annesine anlatmış. Annesi bunu duyar duymaz varını yoğunu alıp toplayıp gitmiş. Bir ülkeye varırlar. Bu ülkede konaklarlar. Kız bir gün dışarıda gezinmeye çıkar. Bir konağa rastlar, bu konağın etrafında oynarken bir kapı açılır, kız bu kapıdan içeri girer ve kapı kapanır. Kız bu arada bir yiğitle karşılaşır, bu yiğidin her tarafında iğne batırılıdır. Kız otuz gün bu iğneleri gece gündüz demeden çıkarır. Otuz dokuzuncu gün pencereden dışarı bakarken dışarıda beyin kervanlarının geçtiğini görür. Kervancıya seslenir: - Hey kervancı bana bir can şenliği ver. Kervancı kıza bir kız verir. Genç kız diğer kıza der: - Otuz dokuz gündür geceli gündüzlü iğne çıkarırım kalan iğneleri sen çıkarda ben biraz uyuyayım. Kız uyumaya başlar, diğer kız iğneyi çıkarır ve yiğit ayılır. Yiğit hemen sorar: - Beni sen mi kurtardın. Kız: - Ben kurtardım seni, der. Yiğit bunu duyunca kızla evlenmek ister, düğün hazırlığına başlanır. Genç diğer kıza sorar: - Sen ne istersin? Kız cevap verir: - Bana bir sabır taşı ve bıçak alır mısın? Yiğit sabır taşı ve bıçağı alır. Satıcı şöyle der: - Bunu kime alıyorsun? Yiğit genç bir kıza aldığını söyler. Satıcı: - Dikkat et, bu kız kendini helak edecek. Yiğit taşı ve bıçağı kıza verir. Kız yalnız kalınca sabır taşını eline alır ve şöyle der: - Ey sabrım sabrım taşı, sen bu çektiklerime dayanır mıydın? Taş ikiye ayrılır. Kız bıçağı çalacakken yiğit gelir ve kurtarır. Kendisini kurtaranın bu kız olduğunu anlar, kırk gün kırk gece düğün yapar. Gökten üç elma düştü; biri anlatana, biri bana, biri de muradı olanlara.
Sabır Taşı
Kayseri
İç Anadolu Bölgesi
KARGA Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir karga varmış. Karganın ayağına diken batmış. Ağlamış, bağırmış, çağırmış. Oradan bir teyze geçiyormuş, ne var diye bakmış. Karga: -Ayağıma diken battı, demiş. Teyze de ayağındaki dikeni çıkarmış. Karga, teyzeye: -Al bu dikenim sende galsın. Ben gidem çarşıya, gelem, demiş. Teyze de dikeni mangalın içine atmış. Diken yanmış. Karga gelmiş: -Dikenimi ver, demiş. Teyze: -Mangalın içine attım, yandı, demiş. Karga: -Ya dikenimi verirsin, ya da mangalı verirsin, demiş. Teyze de mangalı vermiş. Karga, başka bir teyzeye götürmüş mangalı. Ona da: -Mangalım sende galsın. Ben gidem işimi halledem, gelem, demiş. Teyze de mangalı ahırda bırahmış. İnek mangalı gırmış. Karga gelmiş: -Teyze mangalımı ver, demiş. -Ahırda bırahtım, inek gırdı, demiş. -Ya mangalımı verirsin, ya da ineği verirsin. Teyze de ineği vermiş. Götürmüş bu defa da başga bi teyzeye: -İneğim sende galsın. Ben gidip gelecem, demiş. Teyze de düğün yapimiş. İneği kesip yemişler. Karga gelmiş: -İneğimi ver, demiş. Teyze: -Düğün yaptık. İneği kesip etini yedik,  demiş. Karga: -Ya ineğimi verirsin ya da gelini verirsin, demiş. Teyze gelini vermiş. Karga gitmiş gitmiş, tarlada bir çoban görmüş: -Çoban kardeş, çoban kardeş! Gel sana bu gelini vereyim ama elindeki kavalı bana ver, demiş. Çoban elindeki kavalı vermiş. Karga kavalı almış bir ağacın üstüne çıkmış: -Dikeni verdim, mangalı aldım. Mangalı verdim, ineği aldım. İneği verdim, gelini aldım. Gelini verdim, kavalı aldım. Düt, düt, düt.
Karga
Elazığ
Doğu Anadolu Bölgesi
Fatmacık ile Yusufcuk   Bir anneynen bir babanın çocuymuş. Ondan sonr Yusufcuynan Fatmacığın annesi ölmüş. Yusufcukla Fatmacığın  anneleri öldükten sonra babaları evlenmiş. Üvey anne: - ben  bunları istemiyom evimde, ne yap ne et bunları gönder evimden gitsin dimiş.Babası dimiş ki: -ya hanım olur mu,bunlar benim çocuğum, anneleri yok, ben onlara bakmak zorundayın. - yo istemiyorun dimiş. Ondan sonra baba yüreği  ya -ana yüreği bi ayrı baba yüreği bi ayrı- - Kızım, ipini çuvalını al,  Yusufcuğun cebinde de küçücük bi bıçak varımış. Ondan sonra bunlar kabak ̬ almışlar,   çıkmışlar ormana.  - Odun keselim gelelim, demişler. Odun kesmeye gitmişler. Odun keserkene  keserkene Fatmacığın uykusu gelmiş .  -Baba ben uyukladım, demiş. Babanın maksadı odun kesmek değil çocukları ormanda bırakıp gitmek. Çocukların uykusu gelene kadar ormanda odun kesiyor. Baba çocukları oyalamak peşindeymiş ya: - Haydi kızım git  de hararın içine yat demiş.. Harar da  o kadar büyükmüş ki belki beş kişi sığacak şekilde büyükmüş. Fatmacık da gitmiş hararın içine yatmış.Ondan sonra da Yusufcuğun uykusu gelmiş. - Baba benim de uykum geldi demiş -Oğlum git sen de yat hararın içine kardeşinin yanına demiş.Bunlar yatmış,kabağı ağaca bağlamış.Kabak tak tak ettikçe  babam odun keser sansınlar dіye düşünsünler demiş. Kabak ağaca rüzgardan çapıyormuş ya çocuklar da babam odun keser zannedip uyuyorlarımış. Bunların yattığı hararın ağzını bağlamış babası.Ondan sonra gitmiş. neyse çocuklar bi uyansa kalksalar ki ''babā' baba''  dіye ünlüyollarımış amma ses yok. Tak tak tak ses varımış amma babadan ses yok.Uğraşmışlar Yusufcuğun cebinde kötü bir bıçak varımış onunan hararı kesmişler. Ondan sonra birisi çıkmış kabak da ağaçta ötüyor  ya öbürü de çıkmış - Tak tak kabacık bizi aldatan babacık, tak tak kabacık bizi aldatan babacık, dіye bunu ormanda demişler  bunlar az gitmişler uz gitmişler dere depe düz gitmişler ondan sonra bunlar giderken giderken Yusufcuk demiş ki: - Fatmacık o kadar susadım o kadar susadım ki İnekler varımış ineğin idrarını Yusufcuğa içirmiş. Kendisi dayanmış amma Yusufcuk dayanamamış susuzluğa. Yusufcuk inek olmuş - mööö mööö Tutmuş Yusufcuk sarı bir inek olmuş - Yusufcuk Kardaşım yuuu, dermiş inek - möööö derimiş - git inek ben sana demem Yusufcuk kardaşım yuuu derimiş inek - mööö derimiş, Yusufcuk yanında ineKk olmuş kız ona inanamamış -git inek ben kardeşimi arıyorum derimiş. Fatmacık beline ip takmışımış ya o duruyorumuş. Onu çıkarmış ineğin buynuzlarına o ipi bağlamış .O sarı Yusufcuk ineğii almış babasının yanına gitmiş -tak tak kabaacık bizi aldatan babaacık dіye varır babasının yanına. - baba sen bizi niye ormana koydun da bizi harara dıkdında yalınız koydun demiş - Kızım  napayın üvey anneniz öyle istedi demiş Fatmacıktan başka Yusufcuk ineğiin yanına kimse varamazımış. ağlarımış ağlarımış ineğin yanına gelirimiş. Kardeşinin inek olduğunu annamış ya  varırmış yanına ağlarımış ağlarımış gelirimiş.Ondan sonra bir gün gelmiş günler geçmiş üvey anne demiş ki: - Benim canım bu sarı ineğin etini istiyor demiş, babası : - Gız avrat olur mu, o Yusufcuk  ben ona nası kıyayın da keseyim derimiş  - yo sen onu kesecen ben onun etini yiyecen derimiş. Keserdin kesmezdin keserdin kesmezdin Ftamacık o kadar uğraşmış o kadar uğraşmış ki Yusufcuğu kesmeye karar vermişler.  -Yusufcuk  bıçaklar seni kesmesin demiş, babası Yusufcuğu yatırmış ağlamış ağlamış  kız babası Yusufcuğu kesmiş - Kesildin de yüzülme Yusufcuk demiş, kesmişler yüzmüşler - İnşallah seni kol but edemesinler demiş kol but da etmişler  kız bi yandan duva ediyormuş bi yandan da babası parçalıyorumuş. Kazanları kurmuşlar, kazanlarda pişireceklerimiş ya - İnşallah Yusufcuk kazanlara sığma demiş,kazanlara da sığmış -Kazanlara sığarsan da pişme inşallah demiş. Kazana da koyup pişirmişler Ondan sonra - İnşallah boğazlarından geçme yusufcuk demiş, boğazlarından da geçmiş yemişler. - Boğazlarında geçtin de hani şey kıçlarından da çıkma demiş, geriye çıkma gebersinler demiş yani o kadar Yusufcuk için ağlamış yani. O da çıkmış, yemişler içmişler kemikleri kalmış Yusufcuğun. Fatmacık götürmüş Yusufcuğun kemiklerini  toprağa gömmüş ekmiş yani. Hani kardeşi ya kemiklerini gömmüş Yusufcuğun.  Bir  kaç gün sonra gitse de varsa ki Allahım rengarenk dünya güzeli çiçekler olmuş.Allah Fatmacık hem ağlamış hem o çiçekleri toplamış, Yusufcuğun çiçekleri yusufcuğun çiçekleri dіye.  
fatmacık ile yusufcuk
Konya
İç Anadolu Bölgesi
Bir zamanlar bir keçi varmış. Keçinin iki tane yavrusu varmış. Yavrularının birisinin adı Zili diğeri ise Zenbili imiş. Yavrularu açıkmış. Yavrularını ağılda bırakıp yemek bulmak için dağa çıkmış. Çimen yemiş. Çok süt toplamış, eve gelmiş. Yavrularını yanına çağırmış ama yavrularu yokmuş. - "Zili, Zenbili nerdesiniz? Gelin anneniz geldi. Size süt getirdi." Fakat yavrular hiçbir yerde yoktur. Bir kaç tane hayvana yavrularının nerede olduğunu sorar. Onlarda: -"Senin yavrularını kurt yedi." Keçi gidip kurdu bulur ve kurda: -"Sen nasıl olur da benim yavrularımı yersin." der. Kurt ise yemediğine dair yeminler eder. Bunun üzerine orada beliren yılan, keçiye der ki: -"Kurdun dişlerini çekin, Eğer yemişse ortaya çıkar." Keçi yavrularını bulmak için kurdun dişlerini çeker. Kurdun dişlerinin sivri olduğu görülünce onun yavruları yediği anlaşılır. Hemen orada kurdun karnı yarılır ve yavrular çıkarılır. Bu olaydan sonra keçi ve yavruları mutlu mesut yaşamaya devam eder.
Zili ve Zenbili
Bitlis
Doğu Anadolu Bölgesi
Orda ne var dediler, bir köy kurmuş keçiler, kurt köye muhtar olmuş, elini veren kolunu almış, diken verenin gülünü almış, damla verenin selini almış, kovan kovan balını almış. Bir kurtmuş ki sormayın, talkını vermiş ele, salkımı almış ele. İlk lokmayı aşırmış, ikincisinde çomar karşısına dikilmiş, kapanmış mı kapılar, kapıyı bırakıp sapı yutmuş, balı bırakmış hapı yutmuş. Uzak köyün birinde yaşlı bir kurt yaşarmış. Bu yaşlı kurt eski günleri düşünürmüş hep. Eskiden çok güçlüymüş acıktığında kimseye ihtiyaç duymadan avını yapar karnını doyururmuş. Şimdilerde çok yaşlanmış, lappuşlaşmış iyice hömbükleşmiş avını yakalayamıyor günlerce aç kalıyormuş. Üzüntü içinde yürürken bir an da cıvık bir çamura basmış, kaymış yere kepmiş. Bunu gören ceylan gülmüş kurdun haline. Ne yapsın çaresiz kurt, yardım istemiş ceylandan. - Ceylan kardeş çok açım ne olur bana yardım et karnımı doyurayım. - Sana yardım etmem, sen benim yıllar önce kardeşimi yedin. Üzülerek yoluna devam etmiş kurt. Ne yapacağını bilmiyormuş biraz daha aç kalırsa bayılacakmış. Uzaklarda bir geyik görmüş. Genç geyiği yakalayamayacağını bildiğinden ondan da yardım istemeye karar vermiş. - Merhaba geyik kardeş. Çok açım günlerdir bir şey yemedim bana yiyecek bulmam da yardım eder misin? - Sana neden yardım edeyim? Yıllardır sizin korkunuzdan rahatça karnımızı doyuramadık biz. Şimdi senin karnını doyurmana yardım edemem. Kurt zamanında yaptığı kötülerin karşılığını şimdi alıyormuş. Hatasını fark etmiş etmesine ama çok geçmiş artık. Bir kenara düşmüş ve çaresizce beklemeye başlamış. O sırada yanına sıplık gibi bir aslan yaklaşmış ve sormuş: - Kefalet ola kurt kardeş neyin var, nedir bu halin? - Ah sorma. Çok açım bir lokma yemek bulamadım. - Benim yanıma niye gelmedin, yıllarca benimle avını paylaştın sen. Şimdi sıra bende demiş aslan. Kurt o zaman anlamış iyiliklerin sonucunu iyilikle kötülüklerin sonucunu kötülükle alacağını. Kalan ömründe herkese iyiliği yardımı öğütlemiş. Gökten üç elma düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun.
Aç Kurt
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Zaman o zaman idi. Bit bineğim, pire yedeğim idi. Darı topuzum, çavdar kalkanım idi. Bir tüfeğim var idi. Ayran ile doldurur, şerbet ile ateşlerdim. Çıkardım dağlar başına. Bre, bre! Der gezerdim. Yetmiş karga ayağa kalkardı. Ağa geliyor diye. Kaf Dağı’nın ardında Dansır Ağa adında bir adam yaşarmış Vakti zamanında görünüşte babayiğit cengâver bir adammış. Üzerinden kılıcını hiç eksik etmezmiş. Kılıcının üzerinde ‘Dansır Ağa bir vurmaya altmış bir vurmaya yetmiş nice canlar helak etmiş.’ Yazıyormuş. Dansır Ağanın bir gece tuvalet ihtiyacı hasıl olmuş fakat gece dışarı çıkmaya korkmuş ve avradına demiş ki: “Avrat kalk tuvalete gidelim.” Demiş. Yalvar yakar karısını uyandırmış, dışarı çıkmışlar. (O zamanlar böyle tuvaletler yok tabi bahçeler kullanılıyor) Tuvaletini yaparken Dansır Ağa bir yandan da söyleniyormuş, “Bu hava da tam hırsızlık yapma havası. Avrat gel komşunun horozunu çalalım, avrat gel diğerinin koyununu çalalım.” Der der dururmuş. Avradı sinirlenmiş, çekmiş eve gitmiş kapıyı kilitlemiş. Dansır Ağa gelmiş yalvarmış yakarmış ama ne yaptıysa karısı kapıyı açmamış derken Dansır Ağa üzgün bir şekilde dışarıda yatmaya karar vermiş. Dansır Ağanın karısı haklıymış ama. Hiç hırsızlık yapılır mı, başkasının malı çalınır mı? Hiç doğru bir hareket değilmiş bu. İzni olmadan kimsenin malına dokunmaması almaması gerektiğini öğrenmeliymiş Dansır Ağa. Dansır Ağa dışarıda uyurken yanına kocaman bir dev kadın gelmiş. Dansır Ağa’nın kılıcının üzerindeki yazıyı görmüş. “ Bizim düşmanlarımız çoktur, bizi kurtarsa kurtarsa bu delikanlı kurtarır.” Demiş ve Dansır Ağa’yı kucaklamış zorla götürmeye başlamış. Tam bu sırada Dansır Ağa uyanmış. Ne yaptı ne ettiyse de kurtulamamış devin elinden. Dev, Dansır Ağayı evine getirip bir odasına kapatmış be şöyle demiş: “Dansır Ağa ben sana kızımı vereceğim, sen de bizi düşmanlarımızdan kurtar.” Dansı Ağa bu durumu kabul etmemiş. Tabi devler çok sinirlenmişler bu duruma. Dansır Ağa’yı öldürmeye karar vermişler. Karar vermişler vermesine ama bir yandan da korkuyorlarmış, Dansır Ağa cengâver bir savaşçı olduğu için. En iyisi hile ile öldürelim demişler. Hemen bir plan yapmışlar. Uyurken üzerine kızgın su dökelim yansın ölsün diye düşünmüşler. Ağaya şekkum cukkum bir yatak sermişler puharanın yanına. Puharanın bacasından boşaltalım suyu yansın ölsün demişler. Tabi bizim Dansır Ağa duymuş devlerin bu planını. Devler çekilince yatağını başka yere taşımış. Devler suyu döktükten sonra tekrar eski yerine çekmiş yatağını. Sabah devler bakmışlar ki Dansır Ağa yaşıyor, şaşırmışlar. “Dansır Ağa akşam ne oldu?” “Akşam çok sıcak oldu terledim biraz” demiş Dansır Ağa. Devler iyice şaşırmışlar. Yeni bir plan yapalım uyurken üzerine büyük bir loğ atalım demişler. Dansır Ağa bunu da duymuş yine gece yatağın yerini değiştirmiş. Sabah devler gelip bakmışlar ki ağa sapasağlam. İyice korkmaya başlamışlar. Bu ölümsüz bir adam biraz daha tutarsak bizi yok eder demişler. Ağanın yanına varmışlar. Affet ağam hata ettik, seni alıkoyduk demişler. Dansır Ağaya kendilerini affettirebilmek için yüklü hediyeler ihsanlar vermişler ve salmışlar. Ağa dönmüş evine. Olan biten her şeyi karısına anlatmış. Devlerin verdiği hediyelerle altınlarla da bugüne kadar kimden ne çaldıysa fazlasıyla iade etmiş af dilemiş Dansır Ağa. Civarın en sevilen en güvenilen adamı olmuş bir an da. Gökten üç elma düşmüş, biri sizin, biri benim, biri de Dansır Ağanın olmuş.
Dansır Ağa
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer top oynarken eski hamam içinde horozlar tellal iken pireler hamal iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken ülkenin birinde çok zeki bir padişah yaşarmış. Adaletli, doğruluktan yana, halkı tarafından çok sevilen bir padişahmış. Bu padişahın bir de kendi gibi akıllı, adaletli, dünyalar güzeli bir kızı varmış. Padişah kızını evlendirmeye karar vermiş ama kızını ailesine yakışır düzgün biriyle evlendirmek istiyormuş. Bir gün kızını yanına çağırmış. — Güzel kızım artık evlilik yaşın geldi. Evlenmek istediğin sevdiğin biri var mı, diye sormuş. — Sen kimi uygun görürsen babacığım, diye cevap vermiş kızı. Aslında gönlünde biri varmış güzel kızın ama söylemeye çekinmiş babasına. Babam en doğrusunu bilir eğer doğru kişiyse zaten sevdiğim kişiyi seçer babam ama eğer doğru kişi o değilse babam hemen anlar diye düşünmüş ve beklemeye başlamış. Padişah dört bir yana haber salmış. Kendine güvenen gençleri çağırtmış. Hepsini bir sınava tabi tutacağını söylemiş. Ülkenin dört bir yanından yüzlerce genç gelmiş. Padişah ilk gelene sormuş: — Söyle bakalım marifetlerin nelerdir? Genç çocuk başlamış anlatmaya: — Çok güçlüyüm padişahım. Yörede benden daha güçlü hiç kimse yok. En ağır şeyleri kaldırabilirim. Bütün düşmanları devirebilirim, demiş. Padişah teşekkür etmiş genç çocuğa ve sıradakini çağırtmış. — Söyle bakalım, marifetlerin nelerdir? — Ben çok hızlı koşarım padişahım. Dakikalar içerisinde çok uzak mesafelere gidebilirim, demiş. Teşekkür etmiş padişah genç adama ve çağırtmış sıradakini. — Söyle bakalım, marifetlerin nelerdir? — Ben çok zenginim padişahım. Kızınızı çok rahat yaşatırım. Buradaki rahatlığını aratmam kızınıza, demiş. Sıradaki gelmiş çok iyi kılıç kullanırım savaşırım demiş, sıradaki gelmiş çok zekiyim demiş ve böyle böyle yüzlerce genç anlatmış kendini padişaha. Bu kadar mı bunların marifeti diye düşünüp hayal kırıklığına uğramış padişah. Öyle ya padişah kızına yaraşır kimseyi bulamamış ve en son kalan genci de çağırtmış yanına. — Söyle bakalım, marifetlerin nelerdir? diye sormuş. Zavallı genç, yoksul bir ailenin çocuğuymuş. Padişahın kızını çok seviyormuş ama padişahın kendisini seçmeyeceğini böyle yoksul birine kızını vermek istemeyeceğini biliyormuş ama yine de şansını denemek istemiş. — Padişahım sizi görünce çok çalkandım. Dilim tutuldu ama yine de anlatayım. Padişahım, ben yoksul bir ailenin çocuğuyum. Malım mülküm yoktur. Marifetlerimi söyleyeyim ama öyle çok marifetli de değilim. Bana doğru söz söylemeyi öğretti ailem. Her koşulda dürüst ol doğruluktan şaşma diye tembihledi. Çevremdeki herkes beni doğruluğumla tanır. Bir de sevdiklerimin kıymetini bilmeyi saygıda kusur etmemeyi, onları üzmemeyi, kalp kırmamayı… Bilmeden kırarsam da gönül almayı öğrettiler. “Yüreğin sevilsin evlat bileğin değil.” derdi hep babam. Şimdi anam da babam da rahmetli olmuştur. Onlardan bana bir küçük ev, beş tavuk, iki de koyun kalmıştır. Geçimimi bu hayvanlardan sağlarım, demiş. Padişah sormuş: — Kızım için evini istesem verir misin? — Canımı isterseniz veririm padişahım ama atamın emanetini veremem diye cevap vermiş genç adam. Gencin bu sözleri çok etkilemiş padişahı. Böyle düzgün yetiştirilmiş biri daha önce hiç gelmemiş. Diğer gelenlerin peşine adam salmış padişah hepsini takip ettirtmiş. Güçlü olanı dövüştürmüş, hızlı olanı koşturmuş ama hiçbirinin doğruyu söylemediğini, hepsinin abartarak kendini anlattığını anlamış padişah. Bu gencin ise söylediklerinin hepsi bire bir doğruymuş. Gitmiş kızının yanına olanları bir bir anlatmış. Daha babasının sözleri bitmeden ağlamaya başlamış genç kız. Padişah kızı için yanlış birini seçtiğini düşünüp üzülerek: — Ne oldu kızım neden ağlarsın? — Babacığım o bahsettiğin genci ben çok seviyorum ama sana diyemedim ailemize uygun görmezsin diye demeye çekindim. Bir de sen en doğru seçimi yaparsın diye bir kez de senin değerlendirmeni istedim. Görüyorum ki sen de sevmişsin onu. Çok mutlu etti bu durum beni. Mutluluktan ağlarım, demiş. Padişah kızının da oğlanda gönlü olduğunu duyunca çok sevinmiş. Çağırtmış genç adamı sarayına. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Gökten üç elma düşmüş. Biri sizin, biri benim, biri de doğruluktan yana olan gencin, padişahın ve kızının olmuş.
Dürüstlüğün Karşılığı
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel bir nehrin yanında kurulu, güzel bir belde varmış. Bu güzel yerde büyük bir aşiretin reisi olan gururlu bir adam yaşarmış. Bu beldeye günlerin birinde büyük bir hükümdar gelmiş. Bu güzel beldedeki herkes hükümdarı karşılamış, elini öpmüş, birisi hariç. O kim mi dersiniz? Tabii ki de aşiretin reisi gururlu adam… Sultan bu olaya çok sinirlenmiş. Hemen adamlarını çağırtmış: — Şu adamın evine beni götürün! demiş. Adamları, onu gururlu adamın evine götürmüşler. Sultan eve girmiş adama bakmış ve şöyle demiş: — Bütün âlem geldi benim elimi öptü. Sen niçin asilik edersin?’’ Gururlu adam şöyle demiş: — Sen bu beldeye sonradan geldin. Bize sordun mu ben buraya gelmek isterim diye. O vakit sultan sinirlenmiş tam elini kaldırmış adama şamarı yapıştıracakken gözü adamın güzeller güzeli kızı Celile’ye ilişmiş. O an neye uğradığını şaşırmış, eli ayağı donuvermiş. Elini indirip evden çekip gitmiş. Artık Celile’den başka bir şey düşünemez olmuş. Birkaç gün geçmeden saltanatına güvenerek gururlu adamın evine dünürcü göndermiş. Gururlu adam, bu kez donmuş kalmış nasıl olur da güzeller güzeli kızını bu kibirli adama verirdi. Üstelik kızı, kardeşinin oğlu Diyap’a sırılsıklam âşıkmış. Kendisi de kızını kardeşinin oğluna vermek istiyormuş. Ne yapmışsa sözünü sultana dinletememiş. Sultan, Celile’yi almış kırk gün kırk gece düğün yapmış. Ama bu sırada Celile, Diyap’tan ayrılmamak için oyununu yapmış. Çeyizi atlara koşulmuş sallana sallana giderken duraklamış, Sultan’a: — Ey Zamanın Sultanı ben kaşmerimi* evde unuttum, o olmadan ben gidemem, beni kim eğlendirir? O yabancı ellerde canım sıkılır, demiş. Sultan, kaşmerin Diyap olduğundan habersiz; — Tamam canım… Ondan kolayı ne? Götürürüz kaşmerini beraber, demiş. Adamlarına emir vermiş. Adamlar yarı yoldan dönüp kaşmeri getirmeye gitmişler. Diyap, bu sırada yırtık esvaplar giyip bir de kamışa binmiş. Kaşmerlik yapa yapa Celile’nin çeyizine yetişmiş. Beraber Sultan’ın ülkesini varmışlar. El ayak çekilmiş. Sultan ile Celile odalarına çekilmişler. Sultan tam Celile’nin yüzünü açacakken Celile: — Ey Zamanın Sultanı, şu kaşmeri çağıralım da bizi biraz eğlendirsin, demiş. Sultan: — Tamam, gelsin bakalım, bizi eğlendirsin de görelim, demiş. Diyap, kamışıyla gelmiş. Atlayıp, zıplayıp bunları eğlendirmeye çalışmış. Celile içi kan ağlayarak bir amcası oğluna, bir Sultan’a bakmış. — Ey Zamanın Sultanı, şu kaşmere bir asker kıyafeti giydir de bizi kılıçla oynayarak eğlendirsin, demiş. Sultan: — Tamam, getirin bakalım bir asker kıyafeti de giydirin şu kaşmere, bizi biraz da öyle eğlendirsin, demiş. Diyap, kılıcı kuşanmış oynaya oynaya Sultan’ın burnunun dibine kadar gelmiş ve kılıcı boynuna dayamış: — Ben, kaşmer değilim, Gururlu Adam’ın yeğeniyim, zorbalıkla bir yere varamazsın, deyip her şeyi itiraf etmiş. Sultan, ağlayarak yalvarmış: — Sana Dünya’nın yapılışından yıkılışına kadar her şeyi anlatırım yeter ki beni bırak, demiş’ Diyap, bu sırra Allah’tan başka kimsenin eremeyeceğini söyleyerek onu, saltanatını ve hükümranlığını almak şartıyla bağışlamış. Sevdiği kızı almış Sultan olarak güzel nehrin etrafındaki güzel beldeye geri dönmüş. Güzel beldede kırk gün kırk gece düğün olmuş. Gökten üç elma düşmüş. Biri sizin, biri benim, biri de zorbalığı yenen Celile ile Diyap’ın olmuş.   *kaşmer: Seçkin kişileri eğlendirmekle görevli olan kişi.
Celile ve Diyap
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel bir ülkede yaşayan, hükümranlığı zorbalardan alan kuvvetli bir Padişah varmış. Bu padişahın adı Diyap’mış. Diyap’ın bir de güzeller güzeli bir karısı varmış. İsmi, Celile imiş. Diyap, karısı Celile ve kardeşi Zir ile birlikte büyük bir sarayda yaşarmış. Celile başlarda Zir’i çok severmiş. Mutlu mesut yaşayıp giderlermiş. Bir gün, Celile Raml’e* baktırmış. Raml de Zir ’in kendisinin bütün ailesini öldürdüğünü görmüş. O günden sonra Zir ’den kurtulmaya çalışmış. Kocasına sürekli Zir’in deli olduğundan bahsedip onu kardeşinin gözünden düşürmeye çalışmış. Bir gün hasta numarası yapmış. Eve kendi anlaştığı hekim kadını çağırmış. Hekim kadın Diyap’a, karısının çok hasta olduğunu ancak Zir’in aslanlar deresine gidip oradaki aslanların sütünü getirirse ve karısına içirirse iyileşeceğini söylemiş. Hekim kadın gittikten sonra Celile, kocasına inleyip yalvarmaya başlamış: — Kardeşin zaten yarım akıllı götür de bana aslan sütünü getirsin, getirirse ben iyileşirim getiremezse de ondan kurtuluruz, demiş. Diyap, Celile’ye uyup kardeşiyle yola düşmüş. Kendisi ata binmiş onu yaya bırakmış. Zir ‘in ayağında ayakkabısı bile yokmuş. Aslanlar deresine giderken Zir’in ayağına yerdeki dikenler batmış ayakları kan içinde kalmış. Bunu gören Diyap, kardeşine acımış ve ayakkabısını vermiş. Ayakkabıyı giyen Zir, dikenlerin üstüne basa basa yürümeye başlamış. Abisine doğru bakmış ve şöyle demiş. — Ayakkabısı olan ata binmiş gibidir. Bunu duyan Diyap içinden: — Vallahi benim kardeşim böyle konuştuğuna göre akıllıdır, demiş. Buna rağmen Celile’nin dediklerine yenik düşmüş. Aslanlar deresine yetişmişler. Aslanları gören Zir, onlara saldırarak bütün aslanlara güç yettirmiş. Sonuncusunun da sütünü sağıp canını almış. Abisi gördüklerine inanamamış. Dönüş yolunda atını da kardeşine vermiş. Ülkelerine dönmüşler. Celile’nin elinden artık bir şey gelmemiş çaresizce Zir ‘in büyümesini beklemiş. Günler su olup tükenmiş. Zir büyümüş. Büyüdükçe Celile’nin ona yaptıklarını hatırlamış ona ve ailesine karşı kinlenmiş. Ülkede büyük bir fitne çıkmış. Zir Celile’nin ailesinden kimi görse öldürmüş. Hatta Celile’nin abisiyle evli olan kız kardeşinin oğlunu bile öldürmüş. Bu arada Celile’nin akrabaları da Diyap’ı öldürmüş. Zir, bu olaydan sonra daha da kinlenmiş, her gün Celile’nin akrabalarından öldürüp abisinin mezarına gelip: — Yeter mi abi? diye sormuş. Bunu gören Celile’nin akrabaları bir plan yapmışlar. Diyap’ın mezarını kazıp içine bir adam yerleştirmişler onu da iyice tembih etmişler: — Zir sana yeter mi diye sorunca yeter de! demişler. Zir, mezarın başına gelmiş — Yeter mi abi? diye sormuş. Mezarın içindeki adam: — Yeter kardeşim, diye seslenmiş. Bunu duyan Zir, adamlarına seslenmiş: — Abim ölmemiş! Açın şu mezarı da çıkarın onu. Adamlar mezarı açmışlar. Diyap’ın yerine başka bir adamı gören Zir, daha çok öfkelenmiş. Adam ağlayarak yalvarmış: — Ne olur beni öldürme! Beni Celile’nin akrabaları kandırdı, demiş. Zir onlara daha çok sinirlenmiş. Her gün erkeklerini öldürmeye başlamış. Onlar da bu sırada boş durmamışlar. Zir’e afyon içirip onu o haldeyken kılıçlamışlar en son: — Tamam, bu kadar yeter, şimdi bunu oğlunu öldürdüğü kız kardeşine götürelim de canını o alsın, demişler. Zir’i kız kardeşine vermişler. Zir kanlar içinde sonunu beklerken kız kardeşi ona acımış. Bir sandık getirmiş sandığın içini ziftlemiş. Ziftin üstüne de pamuk koyup Zir’i içine kapatmış. Güzel nehrin kenarına gitmiş. Sandığı nehre bırakmış. Nehir bir fırtınayla hoyratlaşmış. Zir ulaştığı en uzak memlekete kadar götürmüş. Sandık nehirde çırpınırken uzak memleketli iki adam sandığı görmüş. Adamlar, sandık için kavgaya tutuşmuşlar, sandığı paylaşamamışlar. Adamlardan biri, diğerine: — Dur! Kavga etmeye gerek yok. Sandığı Hükümdara götürelim. O bize içinden ne çıkarsa paylaştırsın, demiş. İki adam, sandığı kaptığı gibi hükümdarın yanına gitmiş. Hükümdar sandığı açtırmış. İçinden çıkanı görünce şaşırmış. Ama her şeye rağmen İçindeki yaralı adama acımış. Yaralarını iyileştirmiş. Zir kendine gelince de ona sormuş: — Kimsin sen, hangi ülkeden geldin? Zir, yanıt vermiş: — Ben kimsesizim. Nerden geldiğimi de hatırlamam, sadece seyis olduğumu bilirim. Hükümdar, Zir’e inanmış. Onu sarayının seyisliğine getirmiş. Aradan yıllar geçmiş. Hükümdarın ülkesinde savaş çıkmış. Cenk kızışmış. Zir, seyis olduğu için savaşa katılamamış ama cenk saati her geldiğinde uzaktan izleyip, kendi yanında savaşmış. Kendi kendine o kadar savaşmış ki artık topukları kanamış. Bunu hükümdarın kızı görmüş. Kız, babasına olanı biteni anlatmış. Hükümdar, Zir’i yanına çağırmış ve tekrar sormuş: — Kimsin sen? Zir bu kez doğruyu söylemiş: — Ben, nehir kenarındaki güzel ülkenin hükümdarı Zir’im, demiş. Hükümdar, Zir’in ismini önceden de duyduğu için gözleri ışıldamış. Ondan, savaşta kendisine yardım etmesini istemiş. Zir kabul etmiş. Savaşı hükümdara kazandırmış. Artık adı tüm âlemde duyulmuş. Yaptıklarından pişman olmuş. Kendi ülkesine dönmüş. Celile’nin akrabaları onu görünce saklanmışlar ama o herkesi yanına çağırmış. Barış davulları kırk gün kırk gece çalınmış. Gökten üç elma düşmüş. Biri size, biri bana, biri de artık kendini barışa adayan Zir’e. *raml: Büyü, su, fal
Zir
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Amanoslar’ın eteğinde güzel bir köy varmış. Bu köyde fakir mi fakir bir adam yaşarmış. Köylüler bu adamı hep hakir görürlermiş. Ona çift ektirmezler, hayvan besletmezlermiş. O, hiçbir mal varlığı olmadan sadece köyün ineklerini yayıp, nahırını güdermiş. Gün içinde yiyecek bir parça ekmek bulsa mutlu olurmuş. Köylüler ona, Ebkekir* derlermiş. Bu, adamın zoruna gidermiş. Bir gün, canına tak etmiş. Pılını pırtını toplayıp köyü terk edip uzak diyarlara gitmiş. Çalışmış, çabalamış, Allah da yardım etmiş. Eli para tutmuş. Zengin olup çıkmış. Sonra tekrar köyüne dönmüş. Köylüler onu görünce çok şaşırmışlar. Bir ilgi bir övgüdür almış başını gitmiş. Adam, her şeyin farkındaymış. Onlara şöyle demiş: — Beni hor görüyordunuz. Para ah bu para! Deliyi akıllı eder. Önce Ebkekirdim, Şimdi Hacı Bekkar oldum. Bu lafın üstüne köylüler çok utanmışlar ve ne olursa olsun insanları küçümsememeyi öğrenmişler. * Ebkekir: Pasif insan.
Yoksul Adam
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin yeni var yakası yok… Sabır da bir huydur, suyu var tası yok. De gel sabreyle sabreyle… İyi ama susuzla sabırsız ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara, Mevlam uğratmasın iftiraya nazara… Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden pekçe, ne kazan kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Hay dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim. Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk; anan soylu, baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!… Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik; onumuz hu çekti, onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru suya kattık. Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık… De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!.. Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden kolanı; bindirdim üstüne doksanlık anamı. Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum bir sabırtaşı. Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı. İtler işin başı, tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de versin Yaradan; haydi dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi… Pimpirikli mi pimpirikli bir kadın varmış. Bu kadının Gülşen diye bir kızı olmuş bu kadın Gülşen’i herkesten saklar kimseciklere dokundurtmazmış. Kızı evden dışarı çıkmaz, bahçeye çıkınca bile birisi onu görecek diye korkarmış. Her ay başı bu kadın komşu köyün pazarına gidip bahçeden çıkardıkları mahsulleri satarmış. Pazara gittiği bir gün yolda çok çok esmer, iri yarı, kıllı, pis kokulu, sert bakışlı bir canavarla karşılaşır. Kadın çok korkar canavara ‘nereye gidiyorsun.’ Diye sorar. Canavar ‘karşıdaki köye gidiyorum.’ Der. Kadın çok korkar, ne yapacağını şaşırır ve ona ‘sakın benim evime geçme, bir tane garip saf bir kızım var. Evde tek başına çok korkar onu kendimden bile sakınırım lütfen bize geçme.’ Der. Canavar da ‘tamam söz senin evine geçmeyeceğim. Senin evin nerede bana tarif et de sana geçmeyeyim.’ Kadın çok sevinir, o an ki sevinçle evinin adresini verir. Canavar direkt kadının evine doğru koşar. Evi bulur. Kapıyı çalar. Gülşen kapıyı açar. Çok korkar ‘sen kimsin, burada ne işin var, çabuk git yoksa bağırırım.’ Der. Canavar da ‘korkma, güzel kız. Beni annen sana göz kulak olayım diye gönderdi, benim nazlı kızımı bir tek sen korursun dedi.’ Der. Gülşen rahatlar, ‘öyle mi, buyurun o zaman benim anam beni her zaman düşünür sağ olsun.’ Der. Canavar içerir girer girmez kapıyı kilitler. Gülşen’e işkence eder, ona yemek yaptırır. Canavar karnını doyurduktan sonra sıkılır ve Gülşen’e ‘kalk oyna.’ Der. Gülşen kalkar oynamaya. Oynarken yüksek sesle şarkı söyler. ‘benim güzel marangoz komşum, gel gör şu halimi, yoksa bu canavar beni yer bitirir.’ Diye söyleyip durmuş. Marangoz komşusu sesini duymuş hemen baltayı alıp geçmiş eve bakmış Canavar ve Gülşen. Hemen Canavara saldırmış onu öldürüp kesmiş ve etini canavarın eşiyle çocuklarına göndermiş. Canavarın eşi çok sinirlenmiş eşinin intikamını almak için bohça hazırlamış ve köy köy dolaşmaya başlamış. Her gitti köyde sormuş ‘buraya bir canavar gelmiş onu da öldürmüşler, bu hikayeyi bana anlatırsanız size bohçamdan çok güzel şeyler veririm.’ Demiş. Her köyde bunu söylemiş en son Gülşen’in köyüne gelmiş. Gülşen tandırda ekmek yaparken Gülşen’in yanına gelmiş ve sormuş: ‘buraya bir canavar gelmiş ve ölmüş haberin var mı?’ diye. Gülşen heyecanlanmış ‘evet bana geldi, zorla dans ettirdi beni sonra marangoz komşum geldi onu öldürdü.’ Canavarın eşi çok şaşırmış sonunda kocasını öldürenleri buldu o an ki sinirle Gülşen’i tandırın içine atıp onu yakmış. Gülşen’in annesi görür ve çığlık atar. Canavarın eşi kaçarken marangoz komşuları canavarın eşini yakalar. Onu Gülşen’in annesine getirir gözü yaşlı kadın ne yapacağını şaşırır. Ona der ki: ‘siz benim yavruma acımadınız, ona eziyet ettiniz yetmedi öldürdünüz. Ben senin yavrularına acıyorum. Var git yavrularının yanına onlara analık et ben yavrusuz kaldım, onlar anasız kalmasın ama Allah şahidimdir ki seni bir daha buralarda görürsem gözünün yaşına bakmam kendi ellerimle alırım canını.’ Canavarın eşi büyük bir sevinçle ‘Allah razı olsun senden gidiyorum bir daha da gelmeyeceğim söz.’ Der. Canavarın eşi kendi yoluna gider. Bizim ana da kahrından iki hafta sonra ölür.
Gülşen
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş. Uzun zaman içinde kalbur zaman içinde iki kardeş varmış. Biri fakir diğeri ise zengin imiş. Zengin merhametsiz, gözünü para bürümüş, fakir olan kendi halinde, dağa gidip her zaman odun kesip sırtında getirirmiş. Odunları satar evine ekmek getirirmiş. Bir gün dağda susamış. bir kuyu görmüş su içmiş sonra çok kısık bir ses duymuş: — Kimsin demiş. Bir ses: — Ben senin kaderinim, demiş. Fakir: — Mademki kaderimsin şimdiye kadar neredeydin? Kalkta bana bir şeyler ver, çocuklarıma götürüyüm ben çok fakirim, demiş. Ses: — Valla ne vereyim sana bende çok eski bir tepsi var sadece, demiş. Fakir adam: — Ne yapayım bunu bana altın ver, para ver çocuklarıma erzak götürüyüm, demiş. Ses: — Bu tepsiden başka verecek bir şeyim yok. Fakir adam üzülerek almış satarım düşüncesiyle ceketinin içine yerleştirmiş. Akşam eve gelmiş karısı ona: — Hani bir şey getirmemişsin demiş. Adam da: — Moralim bozuk demiş. Arkaya yaslanınca tepsi sırtını acıtmış karısına bugün dağda kaderimi gördüm, demiş. Bunu bana verdi yarın satarım eve bir şeyler alırız demiş ve tepsiyi evin ortasına fırlatmış tepsi dönmeye başlamış birden içinden üç kız çıkmış ve şarkı söyleyip oynamışlar. Oynadıktan sonra her birisi bir tane altın bırakıp kaybolmuşlar. Karısı da çok şaşırıp: — İyi ki de satmadım demiş. Her gün bu tepsiyi yere atar bu üç kız oynar şarkı söyler altın bırakıp kaybolurlarmış. Bu kızlardan biri: — Dile benden ne dilersen demiş. Fakir adam da: — Bugüne kadar hiç evim yok ev istiyorum demiş. O küçük ev saraya dönüşüvermiş sabah olunca. Zengin abisi ve eşi sarayı görünce çok şaşırmışlar. Zenginin eşi sarayı görünce: — Hadi şu zenginlerle tanışalım da neyin nesi olduklarını öğrenelim, demiş. Saraya haber göndermişler kahve içmeye geleceğiz diye. Fakir adamla eşi misafirleri kabul etmişler. Zengin olanı saraya gelmişler ve fakir kardeşini görünce çok şaşırmış sonra — Sen fakirdin nasıl bu sarayı yaptırdın odun satarak bu sarayı alamazsın ki, demiş. Fakir olan adam abisine — İşim iyi gitti ve biriktirdiğim paralarla bu sarayı yaptırdım, demiş. Abisine gerçekleri söyleyememiş ve söyleseydi abisi kıskanırdı. Eve gitmişler zengin adam ve eşi sonra tartışmaya başlamışlar zenginin karısı: — Bak kardeşin bizden daha zengin oldu deyip durmuş. Günler geçti zengin adam eşine: — Ya hu! git bir bak günden güne bunlar çok zengin oluyor altan altan bak bu zenginliğin kaynağı nereden, demiş. Zenginin eşi her gün saraya gelip dururmuş bir gün fakirin eşi ağzından kaçırmış bütün her şeyi anlatmış. O tepsiden çıkan kızlar sürekli uyarırmış kimseye söylemeyin diye. Zenginin eşi eve gidip her şeyi kocasına anlatmış. Zengin adam çok şaşırmış bunu gidip padişaha anlatmış. Padişaha kardeşinin olduğunu söylememiş — Bir adamın tepsisi var her gün altın çıkartıyor, demiş. Padişah fakir adamı çağırmış ve bu tepsiyi getir demiş. Adam eli kolu bağlı getirmek zorunda kalmış sonra padişah fakir adama bu tepsiyi at bakalım nasıl altın çıkartıyorsun demiş. Padişahın yanında bu tepsiyi atmış içinden hiçbir şey çıkmamış. Padişah fakiri şikayet eden zengin adama: — Bana yalan söylemeye utanmıyor musun? demiş. Zengin adam: — Padişah bey eşim gözleriyle görmüş, demiş. Padişah çağırın eşini demiş. Getirmişler ve padişah bunların kellelerini uçurun demiş. Padişah fakir adamı tekrar çağırmış ve — Fakir iken nasıl biranda zengin oldun? diye sormuş. Padişaha her şeyi eksiksiz bir şekilde anlatmış. Padişah fakir adama inanıp onu artık sağ kolu yapar ve ona: — Sen dürüst bir adamsın artık hep benim yanımda kalacaksın, demiş. Böylece fakir olan adam eşiyle birlikte ömür boyu mutlu yaşarlar.
Fakir Adamın Kaderindeki Tepsi
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir zamanlar bir tane çiftçi varmış. Çiftçi eski zamanda olduğu gibi tarlasını inekler ve öküzler ile sürüyormuş. Tarlayı sürdüğü sırada birden bir aslan çıkmış karşısına. Aslan: — Hey çiftçi kardeş senin bu inek ve öküzler den bir tanesini yiyecem. Çiftçi bu duruma itiraz etmiş. Aslana şöyle demiş: — Ama olmaz, sen beni hazırlıksız yakaladın. Ne silahım ve ne bir şeyim var. Ben seninle mücadele edemem, demiş. Aslan adama demiş ki: — Tamam. Ben seni burada bekleyelim, sen git evden kılıcını tüfeğini al gel, demiş. Ben seni yenersem senin hayvanlarından bir tanesini yerim ama sen beni yenersen hayvanlarına karışmam, demiş. Adam da:  — Tamam. Ben hayvanlarımı bırakıp eve gideceğim, kılıcımla tüfeğimi alıp geleceğim ama ben sana güvenmiyorum. Ben eve gidersem sen hayvanlarımı yersin. Ben seni bağlayayım ki ben eve gidip gelene kadar sen de hayvanlarımı yemeyesin, demiş. Aslan da çiftçinin dediğini kabul etmiş. Çiftçi aslanın ayaklarını bağlamış ve çiftçi hayvanlarını alıp eve doğru yol almış. Aslan bunu görünce çiftçi ye seslenmiş: — Sen bana ne dedin ve şimdi ne yapıyorsun, sen bana hainlik ettin. Nasıl beni bu şekilde bırakıp gidiyorsun, demiş. Çiftçi aslana: — Sen benim hayvanlarımı yersin, demiş. Adam o sırada hayvanlarını alıp tekrar yola koyulmuş. Aslan da sağa sola kıvranarak bir çukurun içine düşmüş. Çukurda da bir tane fare varmış. Fare aslanın ayağındaki ipleri kemirmiş ve o ipleri çıkarmış.  Aslan iplerden kurtulduğuna sevinmiş ve fareye teşekkür etmiş. Daha sonra aslan çukurdan çıkarak buralar bana göre değil demiş ve o diyarları terk edip başka bir diyara gitmiş.
Aslan ile Çiftçi
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Zamanın birinde bir tane yaşlı bir adam varmış bir memlekette. Bu adam damda hep bulgur felan serermiş. O bulgurları satarak geçimini sağlıyormuş. Adamın dama serdiği bulgurlara sürekli kuşlar geliyorlarmış. Bu adam daha fazla bu duruma dayanamayıp helvadan bir tane kız yapıp dama bulgurların yanına koymuş. Helvadan kız her gün orada duruyormuş. Tabi bu helvadan kız eriyince adam baştan yapıp dama bulgurların yanına koyuyormuş. Günlerden bir gün padişahı oğlu oradan geçerken damdaki helva kızı görmüş ve çok beğenmiş aşık olmuş. Gitmiş gelmiş hep bu kıza bakmış. Bu helva kızı istiyor bir türlü gidip yaşlı adamdan istemiyormuş. Daha sonra padişahın oğlu yaşlı adamın yanına giderek adamdan bu helva kızı istemiş. Yaşlı adam tabii padişahın oğluna kızım yok diyemiyormuş. Şehzade başının vurdurur diye çok korkuyormuş sormuş. Şehzade gidip yaşlı adamın komşularına sormuş bu adamın bir kızı var mı diye. Komşularda şehzadeye bu yaşlı adamın kızı olmadığını söylemişler. Şehzade ama yukarıda bir kız duruyor demiş. Şehzade tekrar yaşlı adamın yanına giderek amcacığım ben gelip kızını isteyeceğim demiş. Amca demiş ki oğlum kızım şimdi evde yok sonra gel iste demiş. Yaşlı adam o sırada padişahın olduğunu göndermiş. Yaşlı adam padişahın oğlunu göndermiş ama ne yapacağını bilmiyormuş. Yaşlı adam her gece Allah'a yalvarmış. Allah'ım ne olur şehzade bu helva kızdan vazgeçsin demiş. Yaşlı adam tam dua ettiği sırada kapısı çalmış. Yaşlı adam gitmiş kapıya bakmış. Kapıyı açtığında şehzadeyi görmüş yaşlı adam şehzadeye sormuş şehzadem ne oldu demiş. Amca ben kızını istemeye geldim demiş şehzade. Yaşlı adam tam kızım yok diyecekmiş ki arkadan bir ses hoş geldin şehzadem demiş. Tabii yaşlı adam bu duruma çok şaşırmış. Yaşlı adam arkasına dönmüş bakmış ki arkasında kendisinin yaptığı gibi çok güzel bir kız duruyormuş. Allah yaşlı adamın tüm dualarını kabul etmiş. Ve yaşlı adam bu kızı şehzadeye bağışlamış. Şehzade içeriye girmiş kızı istemiş ve 40 gün 40 gece düğün yapmışlar. Mutlu mesut yaşayıp gitmişler.
Helva Kız
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir zamanlar çok fakir bir adam varmış. Ben gidip şansımı arayacam bulunca dövecem demiş. Yolu tutup yürümeye başlamış. Yolda bir aslan görmüş. Aslan eli karnında yürüyemiyormuş. Aslan: — Nereye gidiyorsun? Fakir: — Şansımı aramaya gidiyorum. Aslan: — Benim de şansımı görürsen sor. Ne zamana kadar elim karnımda kalacak. Biraz daha ilerlemiş. Bir adam tarlayı sürüyormuş. Tarlayı süren adam: — Nereye gidiyorsun? Fakir: — Şansımı aramaya gidiyorum. Tarlayı süren adam: — Benim de şansımı görürsen sor. Tarladaki buğday ne zaman güzel olacak. Biraz daha yürümüş. Kıyıda bir tane balık görmüş. Balık: — Nereye gidiyorsun? Fakir: — Şansımı aramaya gidiyorum. Balık: — Benim de şansımı görürsen ne zaman suya inebileceğimi sor. Adam yürümeye devam etmiş ve yolda bir sultan görmüş. Sultan: — Nereye gidiyorsun? Fakir: — Şansımı aramaya gidiyorum. Sultan: — Benim de şansımı görürsen askerlerim bana ne zaman itaat edecek diye sor. Adam yürümeye devam etmiş. Çok güzel bir bahçe görmüş ve geçmiş. Bir adamla karşılaşmış. Bahçedeki adam: — Ne işin var burada? Fakir: — Şansımı arıyorum. Bahçedeki adam: — Ben senin şansınım. Fakir: — Sen benim şansımsan neden beni zengin yapmıyorsun? Bahçedeki adam: — Üç tane şansın gelecek. Fakir geri dönmüş. Balık: — Ne oldu? Fakir: — Benim üç şansım varmış. Senin de ağzında bir boncuk varmış, , o boncuğu çıkarırsan suya geçebilirsin. Balık boncuğu çıkarıp adama vermiş ama adam almamış. Yürümeye devam etmiş. Sultanla karşılaşmış. Sultan: — Ne oldu? Fakir: — Sen kadınmışsın, askerler kadınlara itaat etmez. Sultan: — Gel evlenelim, bütün mal mülk ikimizin olsun. Fakir: — Benim üç şansım var. Demiş ve yürümeye devam etmiş. Tarlayı süren adamın yanına varmış. Adam: — Ne oldu? Fakir: — Senin tarlanda yedi küp altın varmış. Onları çıkarırsan buğday olacak. Tarlayı süren adam: — Gel benim yerime biraz sür. Ben su içmeye gideceğim. Fakir adam tarlayı sürmeye başlamış. Yedi küp altını bulmuş. Fakir: — Bak ne çıktı? Tarlayı süren adam: — Bu küplerin yarısını sen al. Fakir: — Benim daha üç şansım var. Demiş ve küplerin yarısını almamış. Sonra aslanla karşılaşmış. Aslan: — Ne oldu? Fakir: — Balık bana ağzındaki boncuğu verdi almadım. Sultan da kadın çıktı, benimle evlen tüm dünyaya hükmedelim dedi, kabul etmedim. Tarlayı süren adamda bana yedi küp altının yarısını verdi almadım. Aslan: — Benim için ne dedi? Fakir: — Senin için eşek oğlu yediğinde elin karnından çıkacakmış, dedi. Aslan: — Şimdi sen sana verilen tüm şansları geri çevirdin demek ki sen eşek oğlusun. Demiş ve adamı tutup yemiş. Eli karnından çıkmış ve ormana doğru yürümeye koyulmuş.
Şansını Arayan Adam
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde bir köyde bir nine yaşarmış. Ninenin kocası öldüğünden her işini kendi görürmüş. Bu ninenin arıları varmış. Arılarını besler onlara bakar ve arılardan geçini sağlarmış. Arıları nineye kovan kovan bal verirmiş. Günlerden bir gün nine yufkasını açmış. Yağını hazırlamış. Kovandan bal alayım da yağla balı katık edip yiyeyim diye düşünmüş. Arıların yanına gitmiş. Bir de ne görsün petek petek ballarının hiçbiri ortada yokmuş. Ağlamış. Dövünmüş. Kim benim gibi yaşlı kadının ballarını yer diye düşünmüş. Aklına bir şey gelmiyormuş. O gün tereyağını ekmeğine sürmüş, yemiş. Vardır bunda da bir hayır demiş. Gece bu olayı düşüne düşüne uykuya dalmış. Bir gün iki gün derken kovandan balı çalınıp durmuş. Nine hayretler içinde kalmış. Artık bu işe bir hal bulmalıymış. Arıların ötesine bir tabure çekmiş ve arıları izlemeye koyulmuş. İkindine doğru hain mi hain bir tilki kovana yanaşmış. Balları afiyetle yemiş. Bunu gören nine: — Demek balımı bu kurnaz tilki yiyormuş da haberim yokmuş. Kıran tıkılsın senin içine! Ah tilki, vah tilki! diye söylenmiş. Nine akşam evinde kara sakız hazırlamış. Ertesi gün tilkinin gelmesini bekleyedurmuş. Tilki gelmeden evvel kara sakızı koca bir taşa sürmüş. Bunlardan haberi olmayan tilki kovandan balı almış. Taşa oturmuş balı afiyetle yemiş. Tilki kalkacağı sırada: ‘ — Ah! diye inlemiş. Kurnaz tilkinin kuyruğu kara sakıza yapışmış. Nine kuyruğu almış. Allamış pullamış. İncik boncuk takmış. Elinde sallandırmış. Nine tilkiye: — Kuyruğun bana kaldı mı? Balım da bana kaldı mı? demiş. Tilki ağlasa da sızlasa da nine kuyruğunu vermemiş. Bu masal da burada sona ermiş.
Nine ile Balları
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde köylerden birinde varlıklı bir adam yaşarmış. Adamın inekleri, öküzleri, tavukları, eşekleri varmış. Bir gün adamın ineklerinden biri hastalanmış. Köylerinde baytar yokmuş. Baytar öbür köydeymiş. Adam ineğini de alıp baytarın yanına gitmek için yola koyulmuş. Yolda giderlerken ineğin bir bacağı çamura saplanmış. Adam uğraşmış didinmiş fakat inek çok hasta olduğu için onu çukurdan çıkaramamış. Adam ineğini orada bırakmış. Baytarı ineğin yanına getirmek için yoluna devam etmiş. İnek sahibinin gittiğini görür de durur mu ağlamaya bağırmaya başlamış. İneğin kaldığı yolun yamacında aslan kral yaşarmış. Aslan kral ineğin seslerini duymuş. Daha önce böyle bir ses işitmediğinden ürpermiş ve iki çakalı yanına çağırmış. Onlara sesin nereden geldiğini sormuş. Çakallar sesi işitmediklerini sesin nereden geldiğini bilmediklerini söylemişler. Kötü niyetli olan çakal: _ Sizin gibi büyük bir kral bir sesten mi korkuyor? diyerek aslanla alay etmiş. Bunu duyan aslan sinirlenmiş ama ne çare! Çakalın söyledikleri doğruymuş. Aslan çakalların yanından ayrılarak sesin geldiği tarafa gitmiş. Yolun ortasında bir inek yatıyormuş. Aslan ineği görür görmez onun cüssesinden korkmuş. Sonra ineğin yardıma ihtiyacı olduğunu anlayarak vicdanına yenilip yanına gitmiş. İneği çamurdan kurtarmış. İneğin hasta olduğunu görerek annesinin yanına götürmüş. Kralın annesi şifacı aslanmış. Ormandaki tüm hastaları iyileştirmiş. İneği de iyileştirmek için mağarasına getirmiş. Şifacı kadın oğluna çıkmasını söylemiş. Aslan dışarıya çıkınca iki çakalla karşılaşmış. Kötü niyetli olan çakal aslana:  _ Senden daha güçlü olan o ineği buraya getirmekle hata ettin. O iyileşince senin yerini alacak kralım, demiş. Aslan kral çakalın sözüne kulak asmamış. Günler günleri kovalamış. İnek iyileşmiş. Aslanla inek dost olmuşlar. Bir gün aslanın karnı acıkmış. İnek ve şifacı aslan ona yemek hazırlamışlar. Şifacı kadın sofrayı hazırlarken inek yemeğe son eklemelerini yapmaktaymış. İki çakal ineğin yemek yaptığını görmüş. Kötü olan çakal iyi çakala: _ Şimdi gidip krala ineğin ona yaptığı yemeğin zehirli olduğunu söyleyeceğim. Aslan da onu öldürecek ve ben aslanın en yakın arkadaşı olacağım, demiş. İyi çakal: _ Yalan söylemek kötüdür. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, diyerek ona nasihat vermiş. Kötü çakal onu dinlemeyerek aslanın yanına gitmiş. Aslana çakala söylediklerini bir bir anlatmış. Aslan duyduklarından çok korkmuş. İçine bir kor ateş düşmüş. İnek yemeği getirince aslan ineğe saldırmış. İneği oracıkta öldürmüş. İneğin öldüğünü gören şifacı aslan oğluna o yemeği birlikte yaptıklarını, yemekte zehir olmadığını söylemiş. Şifacı aslan oğlunun yaptığı şeyden dolayı kahrolmuş. Aslan kral kötü çakalı öldürmüş. O günden sonra da dostlarına güvenerek hayatını sürdürmüş.
İnek ile Aslan
Hatay
Akdeniz Bölgesi
  Çok eski zamanlarda bir padişah yaşarmış. Bu padişahın güzeller güzeli bir kızı varmış. Bu kız güzel olduğu kadar zekiymiş. Çok iyi ata biner, ok atarmış. Bir gün padişahın kızı evlenmeye karar vermiş. Babasına evlenmek istediğini söylemiş. Ülkeye haber salmışlar. Bu haber üzerine ülkedeki tüm bekar erkekler saraya gitmiş. Erkeklerin hepsi bu güzeller güzeli kızla evlenmek istiyormuş. Padişah tüm yiğitlerin sahip olduğu şeyleri dinliyormuş. Görücüler çok zenginmiş fakat padişah hepsini birer birer reddediyormuş. Buna anlam veremeyen sultan padişaha sinirleniyormuş. ‘‘Bey! Bey! Görücülerin hepsini reddediyorsun. Gelenlerin kimi tüccar kimi kadı kimi asker… Hepsinin de serveti var. Sen daha ne istiyorsun?’’ diyormuş. Oysa padişah bambaşka bir şey istiyormuş. Parayla saadet olmayacağını bilirmiş. Aylar geçiyormuş. Saraya nice delikanlılar gelmiş. Padişah hepsini geri çevirmiş. Bir gün eski püskü kıyafetlerle saraya bir oğlan gelmiş. Padişahın kızına talip olduğunu söylemiş. Herkes ona şaşkınlıkla bakarken o padişahın huzuruna çıkmış. Padişah: — Hoş geldin delikanlı. Demek kızımı istiyorsun? Bana sahip olduğun şeyi de hele bilelim. Oğlan: — Padişahım benim bir iğnem bir de ipliğim vardır. Ben ancak bunlara sahibim. Kızınıza envai çeşit kıyafetler dikebilirim. Padişah: — Yalnız bu kadar? Bize bunu mu vaaz ediyorsun? Oğlan: — Bir de tahtam ve testerem var. Ben marangozluğu da bilirim. Kızınıza çardak yaparım. Çıkar üzerinde serinleriz. Padişah: Allah Allah! Daha söyle bakalım nelere sahipsin? Oğlan: — Benim tuzum ve bıçağım da var. Aynı zamanda iyi bir aşçıyım. Kızınıza lezzetli yemekler yaparım birlikte yeriz. Padişah sordukça delikanlının yeni bir hüneri otaya çıkıyormuş. Padişahla belli bir münakaşadan sonra sıra gelmiş kararı açıklamaya. Herkes padişahın kararını dört gözle bekliyormuş. Padişah: — Sen çok hünerli bir delikanlısın. Kızımı açta açıkta koymazsın. Ekmeğini taştan çıkarır, taşın da suyunu sıkarsın. Kızım senindir. Oğlanla kız kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Düğündeki yemekleri delikanlı pişirmiş. Gelinliğini delikanlı dikmiş. Kıza ahşap bir ev yapmış. O evde ömür boyunca mutlu mesut yaşamışlar.
Hünerli Delikanlı
Hatay
Akdeniz Bölgesi
Zamanın birinde bir oduncu ormanda odun keserken çalıların arasında bir yılana denk gelmiş. Elindeki baltayı kaldırmış. Tam yılana vuracakken vicdanı sızlamış. Yılanı öldürememiş. Yılan da bu durum karşısında duygulanmış. Dile gelmiş. Yılan: — Ey insanoğlu! Sen bana kıymadın. Benim canımı bağışladın. Ben de sana bir iyilik yapacağım. Yılan birden oradaki kör bir kuyuya dalmış. Gözden kaybolmuş. Az sonra ağzında bir altınla geri dönmüş. Oduncuya: ‘— Bundan böyle sana her gün bir altın vereceğim.’ demiş. Oduncu buna çok sevinmiş. Yılana dua etmiş ve gitmiş. Oduncu aldığı altını bozdurmuş. O gün evinde bir şenlik düzenlemiş. Oduncu bu olayı ne ailesine ne de tanıdıklarına anlatmış. Çevresindekiler oduncunun çok çalıştığını bu yüzden zengin olduğunu düşünmüşler. Oduncu yıllar boyu her gün kör kuyuya gidip yılandan bir altın almış. Oduncu artık yaşlanmış. Kuyunun başına gidecek hali kalmamış. Günler günleri kovalamış. Oduncu kuyuya gidemediği için yoksullaşmaya başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış. Yılanın sırrını ona bir bir anlatmış. Oğlu inanmasa da kuyunun dibine gitmiş. Yılan çocuğu görmüş ancak saklanmış. Ardından dayanamayıp ortaya çıkmış. Çocuğun oduncunun oğlu olduğunu, altınlar için oraya geldiğini anlayınca kuyuya inmiş. Bir altın lira getirmiş. Çocuğa vermiş. Oduncunun oğlu hikayeye inanmadığı için şaşırmış. Ondan sonra kendi kendine bu kuyuda daha çok altın olacağını düşünmüş. Yılanı öldürmek için saldırmış fakat öldürememiş. Yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da kuyruğu kopunca oduncunun oğlunu bacağından sokmuş. Ölümüne sebep olmuş. Akşam olmuş. Oduncu oğlunu beklemiş beklemiş fakat oğlu ortada yokmuş. Meraklanmış. Hasta yatağından sürüne sürüne kuyunun başına gitmiş. Bir de ne görsün. Kuyunun başında oğlunun cansız bedeni ve kuyruğu kopmuş bir halde duran yılanı görmüş. Oduncu olup biteni anlamış. Çok üzülmüş. Oğlunun hatası için yılandan af dilemiş. Ona tekrar dost olmak istediğini söylemiş. Yılan, oduncunun bu teklifine acı acı gülümseyerek: — Ben de dost kalmayı çok isterim ancak sende bu evlat acısı bende de bu kuyruk acısı oldukça biz artık dost olamayız, demiş.
Oduncu ile Yılan
Hatay
Akdeniz Bölgesi
PADİŞAH KIZI İLE YEDİ KARDEŞ Zaman zaman içinde kalbur saman içinde, deve tellal iken pire nalbant iken zamanın birinde bir padişah varmış. Bu padişahın da bir kızı varmış. Kızın yanında her zaman bulunan bir hizmetçisi varmış. Kız sarayın dabanında yaşarmış. Bir gün padişahın kızı hizmetçiye; “Ben burada dura dura usandım. Beni balkona çıkar da güneşleneyim.” demiş. Hizmetçiyle kız dışarıya çıkmışlar. Padişahın kızı şöyle balkonda otururken üzerinde bir bit bulmuş. Bu kız biti almış, bir şişeye koymuş. Kız biti beslemiş. Bit zaman geçtikçe kuş gibi bir hâl almış. Kız babasına gitmiş. Babasına demiş ki: -Baba, benim bir kuşum var. Bunu bilebilir misin? -Al gel kızım. Kız odasına gitmiş. Kuşu almış, gelmiş. Babası bakmış bakmış, bilememiş. Kız babasına demiş ki: -Baba bu kuşu kim bilirse ona varacağım. -Olur kızım. Padişah davullar, zurnalar çaldırmış. Bütün milleti saraya toplamış, tezgâhı koymuş ortaya... Gelenler bakmış. Hâkimler, hekimler bakmış, bunu bilememişler. Kimi kuş demiş, kimi bilmem ne demiş, hiçbiri bulamamış. Aradan zaman geçtikten sonra ayağı çarıklı, uzun boylu bir adam gelmiş. Adam kapıyı “Tık, tık, tık.” vurmuş. Hizmetçi kapıdaki adama sormuş: -Ne istiyorsun efendi? -Padişahın kızının bir kuşu varmış, bunu kim bilirse kızını ona verecekmiş. O yüzden geldim. -Alimler, zalimler bilmedi ki sen bilesin. Ayağı çarıklı sen mi bileceksin? -Sana zahmet şu kuşa bir bakayım. Hizmetçi padişaha varmış. Ayağı çarıklı, uzun boylu bir adamın geldiğini söylemiş. Padişah “Gelsin bakalım.” demiş. Adam padişahın huzuruna gelmiş: -Selamünaleyküm. -Aleykümselam. Kuşu ortaya koymuşlar. Adam padişaha dönerek demiş ki: -Bunu bilmeyecek ne var. Bu bir bit. Padişah kızına demiş ki: -Bildi mi kızım? -Bildi baba. -Alacak mısın bunu? -Alacağım. Kaderim ne ise çekeceğim. Neyse... Padişah bunlara altın maltın vermiş. Ata bindirmiş, uğurlamış. Bunlar giderken giderken bir değirmene denk gelmişler. Adam kıza; “Bugün burada yatalım Yarın yolumuza devam ederiz.” demiş. Değirmene girmişler. Değirmene girdikten sonra orada dikili bir taş varmış. Adam taşı kaldırıp kapının ardına koymuş. Kız hayrette kalmış. Sabah olunca taşı değirmenin kapısının ardına koymuş, ava gitmiş. Bir gün böyle, iki gün böyle... Bir gün kız adama demiş ki: -Sevgilim, senden kaçacak değilim ya! Değirmenin kapısını aç, şu taşı kaldır. Ben de dışarı yüzü göreyim. “Olur.” deyip taşı kaldırmış, dışarıya koymuş. Adam ava gitmiş. Tabii kız dışarı çıkmış, değirmenin önünde oturmaya başlamış. O esnada babasının güvercinleri gelmiş, değirmenin önüne konmuş. Kız güvercini tutmuş. Kız bir kâğıt yazıp güvercinin ayağına bağlamış. “Babacığım, ben filan tarafta yıkık bir değirmendeyim. Aldığım adam bir karayılan çıktı. Beni bunun elinden kurtar.” diye yazıp güvercinin ayağına bağlamış. Güvercin uçmuş, gitmiş. Güvercin sarayın bahçesinde bir dala konmuş. Vezirin biri “Şu güvercinin ayağında bir şey var. Bakalım nedir?” demiş. Açmışlar bakmışlar ki, padişahın kızından mektup... “Aman babacığım, ben filan tarafta yıkık bir değirmendeyim. Aldığım adam bir karayılan çıktı. Beni bunun elinden kurtar.” diye yazılı. Mektubu okuduktan sonra padişah vezirlerini toplamış. Padişah “Bir asker kuşatalım. Bu asker gitsin kızı alsın.” demiş. Asker kuşatmışlar. Değirmene göndermişler. Asker değirmene varınca bu adam bir karayılan olup havaya uçmuş. Ağzından burnundan ateş saçmış. Askerin çoğu kırılmış, azı geri dönmüş. Askerler padişaha demişler ki: -Padişahım, bu yılan havada uçuyor. Ağzından ateş saçıyor. Kırılan kırıldı, biz kaçtık geldik. -Bir daha değirmeni kuşatın. Asker değirmeni bir daha kuşatmış. Yılan yine aynısını yapmış. Üçüncü sefer vezirler padişahın yanına varmışlar ve padişaha demişler ki: -Padişahım, bu böyle olmaz. Bunun bir çaresine bakalım. -Eee... Ne yapacağız? -Bir ülkede yedi kardeş varmış. Alsa alsa bunu yedi kardeş alır. -Hemen asker kuşatıp gönderin. Asker kuşatıp yedi kardeşlere göndermişler. Askerler yedi kardeşin muhitine varmışlar. Askerler yedi kardeşin evlerine gitmişler ve onlara hâli anlatmaya başlamışlar: -Selamünaleyküm. -Aleykümselam. -Sizin ününüzü çok duyduk. Padişahımızın bir kızı var. Bir adamla evlendi. Adam yılan çıktı. Kimse kızı alamıyor. ‘Alsa alsa yedi kardeş alır.’ dediler. Bu yüzden buraya geldik. Oturmuşlar, yiyip içtikten sonra yola çıkmışlar. Padişahın yanına gelmişler: -Selamünaleyküm. -Aleykümselam. Oturmuşlar, yiyip içtikten sonra padişah yedi kardeşe sormuş: -Sizin sanatınız nedir? -Bizim hepimizin ayrı ayrı sanatı var. Birisi; yere vurduğu zaman ateşten bina olur. Dışarıdan geleni yakar, içerdeki yanmaz. Ötekisi; bir avuç toprağın birini mağribe atar, birini maşrıka atar. Üçüncü ve dördüncü; öyle ok atarlar ki, hiç hedefi şaşırmazlar. Beşincisi; yeri dinler, öte yanda ne olursa bilir. Altıncısı; ineğin karnından buzağıyı alır, ineğin haberi olmaz. Yedincisi; bir insanı parmağıyla havaya atar ve tutar. -Öyleyse haydi yolunuz açık olsun. Selametle... Yedi kardeş değirmeni kuşatmak için yola çıkmışlar. Değirmene yaklaşırken yer dinleyene sormuşlar: -Yeri bir dinle. Ne duyuyorsun? -Valla kardaş daha yatmamışlar. Derken değirmenin kapısına yaklaşmışlar. İneğin karnından buzağıyı alan kardeşe demişler ki; “Haydi git, kızı al.” Oğlan gitmiş, kızı yılandan ayırmış, almış. Kızı aldıktan sonra yola düşmüşler. Biraz gittikten sonra dinleyici kardeşe yine sormuşlar: -Ey dinleyici kardeş, yeri dinle. Geliyor mu? -Valla daha yatıyor. Biraz daha yol gitmişler. Tekrar dinleyici kardeşe sormuşlar: -Geliyor mu dinleyici kardeş? -Valla kardaş geliyor. Bir avuç toprak almış, birini mağribe atmış, birini maşrıka atmış. Yılan havada uçarmış. Yılan bir mağribe gitmiş, bir maşrıka gitmiş. Yılan yine gelmiş. Kardeşlerden biri yere yumruğunu vurmuş. Ateşten bir bina olmuş. Yılan ateşten binanın içinden kızı almış, havaya çıkmış. Atıcı kardeş bunu vurmuş. İneğin karnından buzağıyı alan kardeş kızı almış. Saraya varmışlar. Padişahın yanına gitmişler: -Al padişahım kızın!. Padişah kızına demiş ki: -Ya... Kızım er dediğin böyle olur. -Valla baba, bunlar çok sanatkâr adamlar. Ben bunların hiçbirine değmem. Neyse... Padişah kızını dinleyici kardeşe vermiş. Yedi kardeş kızı alarak memleketlerine doğru yola çıkmışlar. Epey gittikten sonra memleketlerine varmışlar. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muratlarına, darısı murat çekenlere.
Padişah Kızı ile Yedi Kardeş
Niğde
İç Anadolu Bölgesi